Üç çerçeve: Bir Türkiye haritası, Kuran'dan bir ayet ve Boğaziçi semalarında uçan Türk F-16 uçaklarının göründüğü bir fotoğraf.
Bundan bir buçuk yıl kadar önce Haziran 2010'da Mavi Marmara Katliamı'nın ardından Fethullah Gülen'le söyleşi yapan gazeteci Joe Lauria'nın dikkatini koridorun duvarlarını süsleyen bu objeler çekiyordu.
Gazetecinin dikkatini çeken bu üç obje Fethullah Gülen Hareketi'nin düşlediği Türkiye'nin üç ana sembolü gibiler: Vatan, Din, Ordu; ya da Türkiye, İslam, TSK.
O haberde duvardaki objeler kadar dikkat çekici bir başka şey de haberin kendisiydi: Normalde basına çok az ve temkinli konuşan Fethullah Gülen'in dünya çapında bir gazeteye röportaj verip Mavi Marmara aleyhine konuşması, "Yardım için İsrail'den izin alınmalıydı" demesiydi.
Konuyla ilgili hatırlanması gereken bir başka dikkat çekici tesadüf de Abdullah Öcalan'ın 15 Şubat 1999'da ABD ve İsrail'in gayretli çabalarıyla yakalanıp Türkiye'ye teslim edilmesinden bir ay kadar sonra 21 Mart 1999 günü Fethullah Gülen'in de tedavi için ABD'ye gitmesi idi.
Aradan tam 13 yıl geçti. Abdullah Öcalan 13 yıldır bir adada tek başına tecritte yaşıyor.
Aradan tam 13 yıl geçti. Fethullah Gülen 13 yıldır gurbette ABD'de bir çiftlikte yaşıyor.
Hükümeti zora sokmamak için, Mit Müsteşarı Hakan Fidan'ınkine benzer bir durum yaşamamak için Türkiye'ye dönmediğini söylüyor. Anadolu'da doğup büyümüş 58 yaşında bir insanın ABD'ye gidip 13 yıl boyunca orada yaşamasından bahsediyoruz. Nasıl bir zor olduğunu tahmin etmek güç değil.
Tekrar gözden geçirelim; Abdullah Öcalan'ı Türkiye'ye teslim eden ABD ve İsrail, karşılığında Fethullah Gülen'i almadı. Bu tamamen tesadüf. Fethullah Gülen hastaydı, zaten evvelden de ABD'de tedavi görmüştü.
Tedavi için gitti, ardından hakkında davalar açıldı, dönemedi. Bu arada Pennsylvania'da etrafı çevrili, korumalı bir malikane alıp yerleşti vs vs.
Mavi Marmara Katliamı'nın ardından, "Bunlar hoş şeyler değil, İsrail'den izin alınması gerekirdi" diye düşünen Fethullah Gülen'in böyle düşünmekle yetinmeyip bunları bir de WSJ'ye röportaj vererek dünya aleme ilan etmesinin de bir rehinelik durumuyla, bir baskıyla hiçbir ilgisi yoktu.
Fethullah Gülen'in içinden geldi. Ya da, hep söylendiği gibi, Cemaat AKP'ye mesaj verdi. Ama AKP ve Cemaat artık o kadar paralılardı ki, -WSJ'nin haberinde de cemaatin okullarından, bankasından, cirosundan, gazetesinden ve televizyonundan özellikle bahsedilir- Fethullah Gülen AKP'ye olan kızgınlığını Wall Street Journal üzerinden dile getirmişti.
Fethullah Gülen'in Türkiye'ye dönmemesinin de bu rehine siyasetiyle hiçbir ilgisi yok: Artık 71 yaşına gelmiş bu Türkiye'nin en güçlü din adamı yalnızca mevcut hükümet zarar görmesin diye ABD'de yaşıyor.
Kürtler için Öcalan neyse, AKP için ya da islami sermaye için de Gülen o. ABD'de onun saçının teline dokunsalar Türkiye'de sevenleri figan eder. Davutoğlu bir haftalığına ABD'de. Suriye konusunda zorlu ve (elbette çirkin) pazarlıklar dönüyor ABD'de.
ABD Gülen'i çok kullanmıyor ama zorda kalırsa saçının teline dokunabilir ve sevenleri burada ne gerekiyorsa yapabilir, kendini ateşe atabilir. Son yaşanan krizi yorumlarken bu rehine siyasetini akılda tutmakta fayda var.
Bir şey çok sırıtıyor MİT Müsteşarı hakkındaki tutuklama talebiyle ilgili yorumlarda: MİT, Kürt meselesini konuşarak çözmek istiyormuş ama polis ve yargı buna izin vermiyormuş. Size de "iyi polis/kötü polis"i hatırlatıyor mu?
AKP'nin ve cemaatin Kürtler konusunda gerçekte ne düşündüğünü anlamak için öyle uzmanlardan fikir almaya falan gerek yok. Televizyona bakmak yeter. STV ve TRT'de yayınladıkları dizilerle Kürtler hakkında ne zavallı düşüncelere sahip olduklarını gösteriyorlar. Kürt halkından kaç bin ışık yılı uzak olduklarını da...
Bir de "kazan/kazan" klişesi var bu hikâyede, ondan da bahsetmek lazım. Kimin umurunda savcının görevden alınması?
Boyuna yerleri değiştiriliyor zaten, kriz falan çıkmadan. Ama Hakan Fidan krizinden sonra söz konusu yasanın bir hafta içinde hızlıca çıkarılacak olması gerçek bir "kazan/kazan".
Suriye macerası kapıda ve bu macerada MİT'e ülke içinde ve sınır ötesinde çok iş düşecek. MİT'in (zaten sahip olduğu) bu dokunulmazlığa değil ama bu dokunulmazlığın kamuoyu önünde en yüksek mertebeden teyidine çok ihtiyacı olacak.
Türkiye hiçbir zaman şimdiki gibi her canı istediğinde sınırdaşını bombalayamamıştı. Öcalan en son 2003'te maksimum 100 gün avukatlarıyla görüşememişti.
Türkiye'nin Kandil bombardımanları ve Öcalan'a uygulanan tecritle ABD'nin Suriye planları arasında açık bir ilişki var. Suriye operasyonuyla beraber Türkiye'nin eli epey genişledi. BM'den ortak bir karar çıkmaması da Türkiye'nin önemini arttırdı.
Ahmet Davutoğlu ABD'ye gitmeden önceki açıklamasında Suriye için endişelenen ülkelerin en kısa zamanda uluslararası bir platform oluşturması gerektiğini söylüyordu. Daha biz, bu "Libya'nın Dostları"nı hatırlatmıyor mu, bile diyemeden kendisi ABD'den aklındaki ismi de söyleyiverdi: "Demokratik Suriye'nin Dostları".
Türkiye çabuk öğreniyor: Dün Libya Operasyonu başlarken neler olduğunu anlamayan "Olur mu öyle şey" deyip sonradan çark eden Türkiye şimdi "dostluk" grupları kuruyor, ABD'de esip gürlüyor. "Herkes sussa bile biz Suriye'deki katliama sessiz kalmayacağız" diye haykırıyor Davutoğlu.
Ve İsrail'e verip veriştiriyor. Bu önemli; çünkü özellikle Müslüman ülkeler için, İsrail'in müttefik olduğunu insanların bilmesine gerek yok. İsrail geride durmalı ve arada sırada gelecek olan bu tür lafları sineye çekmeli. Zaten Suriye Harekâtı başladığından beri de pek bir sessiz İsrail.
Türkiye operasyonun aktif bir üyesi olmak istiyor ama kendince kırmızı çizgileri de var. Bu kırmızı çizgilerle gidildi ABD'ye. Ve öyle görünüyor ki, Davutoğlu üzerine kırmızı çizgiler çekilmiş kırmızı çizgilerle dönecek Türkiye'ye.
Peki, karşılığında ne alacak? Ayrıntısını bilmek zor ama Kürtlere karşı savaşında açık çek alacağı aşikar. ABD'nin vermekte en bonkör davrandığı çek bu.
Kürtler için kolay olmayacak önümüzdeki süreç. Aksini düşünmek Polyannacılık olur. Ama Türkiye'nin bu süreçten karlı çıkacağını düşünenler varsa, onlara da hülyacılık oynamayın demek gerekir.
Kürtlerin kaybedip Türklerin kazandığı bir formül yok. (BK/HK)