"Bir Türk dünyaya bedeldir" denir ve bir ulusun trajik ruh halini anlatan bu söz yine trajik bir biçimde "bir Türk tüm dünyayı yener, alt eder" manasında algılanır bu zihniyeti besleyen başka başka trajedileri de açık ederek.
Benim de Türk kökenli arkadaşlarım var ve elbette çok değerlidirler ama hiç de öyle "dünyaya bedel" muamelesi görmezler bu ülkede. Ekseriyetle bu "çok değerli" insanlara "hiç değer verilmediğine" şahit oluruz biz.
Okumuşları, sevmedikleri işlerde sevmedikleri şartlarda çalışanları, şehirlerde iyi kötü bir hayat kurup yaşadıkları hayatı iğneleye iğneleye sarakaya alanları bir tarafa bırakalım. Kürtlerden hiç bahsetmiyoruz zaten. Yine de bir örnek hatırlayalım:
Misal; Gökhan Çetintaş, geçtiğimiz yıl askerler tarafından Samsun'da kendi köyünün yakınlarında öldürüldü. Yanında ağabeyi de vardı "Allah muhafaza, ağabeyi de ölebilirdi" dedi İçişleri Bakanı. 17 yaşındaki genç Türk delikanlısına 21 bin 683 lira bedel biçti Türk Yargısı.
Hiçbir ülkücü, hiçbir milliyetçi, hiçbir Türk vatandaş da çıkıp "Siz bizim çocuklarımızı, bizi bu kadar ucuza kurban edemezsiniz" demedi.
Tıpkı şimdi her gün onlarca şehit haberi gelirken, "Siz bizim çocuklarımızı bir çözümsüzlük siyasetine nasıl bu kadar kolay kurban verebiliyorsunuz?" diye soramadıkları gibi.
Anneme pisipisine öldüğümü söylemeyin, o beni bu vatan bölünmesin diye şehit oldum sanıyor.
Çünkü "ucuz" derken, yalnızca katillerin ceza almamasını, hatta takibata bile uğramamasını ve devletin çocuklarımıza bir "F-16 bombasından" ucuz bedel belirlemesini kastetmiyorum: Aynı zamanda "Bir Türk dünyaya bedeldir" diye hamasi nutuklar çekip gencecik çocukların, askerlerin "bedavaya" ölüme sürüldüğü bu ucuz siyaseti de kastediyorum.
Şimdi çocuklar (askerler, polisler, gerillalar) patır patır ölürken, bizden 150 can gitti, onlardan 250 can aldık hesapları yapılırken de aynı ahmak formül yeniden tezahür ediyor. O manasız klişe cümle tekrar kuruluyor: Çocuklar ölüyor, çünkü kalleş PKK saldırıyor.
Peki ya siyaset? O ne işe yarıyor? Kısa bir özet geçelim:
Bundan 1 yıl önce İran Türkiye'ye "Hadi Kandil'e birlikte saldıralım" diyordu. Türkiye ABD'yi seçti ve Füze Kalkanı anlaşmasını kabul etti. İran'ın teklifi havada kaldı. İran Kandil saldırılarına son verdi ve PJAK'la ateşkes yaptı. Karşılığında Kandil'e sınırsız hava saldırısı hakkı aldı. Bombaladı ha bombaladı. Roboski'de 34 çocuk ve genç Kürt de dahil ne görürse bombaladı.
Suriye'de Sünnilere oynayan Türkiye'nin işleri orada da iyi gitmedi. ABD'den istediği desteği alamadı ve ABD, AB, Suudi Arabistan, Katar ittifakının en zayıf halkası olarak bir ayağı ileride bir ayağı geride ortada kaldı.
Bu arada, Kürdistan coğrafyasının Suriye'de kalan bölümünde tıpkı 1993'ün Irak Kürdistanı'ndaki gibi bir süreç yaşanıyor. Halk her gün daha da örgütleniyor. Kürtçe eğitim başladı. Okuma yazma kampanyaları yürütülüyor. Her yerleşimde askeri ve idari teşkilatlar oluşturuluyor ve geliştiriliyor. Ve şu çok açık; Suriye'deki kaos uzadıkça Suriye Kürdistanı daha örgütlü olacak.
Elbette, Irak, Suriye ve İran PKK, PYD ve PJAK'ı desteklemeseler bile şu konjonktürde göz yumuyorlar. Tüm sorunlarının ABD ittifakıyla çözeceğini sanan Türkiye ise komşularına işbirliği bile önerecek durumda değil.
Bu arada, en büyük ticari ortağı Kürdistan Özerk Yönetimi olan Türkiye'nin en çok ihtiyacı olan şeylerden biri, Kürdistan'la olan bu ticari ilişkinin hiç aksamadan devam etmesi. "Biz olmasak Kürdistan Özerk Yönetimi olmazdı, (sanki bedava yapmışlar gibi) her şeyi Türk firmaları yaptı" diyen ulusalcıların tüm hamasi yaygaralarına rağmen.
Ve son olarak, en önemlisi; PKK lideri Abdullah Öcalan neredeyse 500 gündür tecritte. Şöyle düşünmekte yarar var:
Bundan 500 gün önce 12 Haziran seçimleriyle o güne dek uyguladığı oyalama taktiklerini bırakıp Abdullah Öcalan'ı tecride alan, TSK'deki tüm üst düzey komutanları değiştirip kendisine göre dizayn eden, ABD'yle ittifak edip Füze Kalkanına karşı süresiz sınır ötesi harekat hakkı alan ve "Suriye'deki kirli oyun'a aktif olan katılan Türkiye ne umuyordu ve ne buldu?
Çok şey umuyordu, çok az şey buldu. Zamanında "entegre strateji" diye adlandırılan plan tam bir fiyasko çıktı
Kürdistan şehirlerinin sınırlarında üç düşman ülke buldu Türkiye. Suriye'de idari, askeri ve kültürel anlamda her gün daha da örgütlenen bir Kürt Özerk Bölgesi buldu. Uyguladığı şiddet politikasıyla Türkiyelilikten her gün daha da uzaklaştırdığı bir Kürt toplumu buldu.
Ve şimdi de bunaltan PKK saldırıları. Bizzat hükümet tarafından medyaya takılan susturucuya rağmen PKK asker ve polislere saldırıları günden güne artıyor ve duyuluyor. Çocuklar patır patır ölüyor. Neden bu saldırılar bu kadar arttı? Peki neden bu kadar ölüyor insanlar? Karakollar mı kötü? Asker mi donanımsız? Komutanlar mı yetersiz?
Hiçbiri, hiçbiri değil. Daha doğrusu, hiçbirinin konuyla ilgisi yok. Yanlış bir politikanın önüne dizilmiş masum hedeflere benziyor asker ve polisler. Bir çözümsüzlük siyasetine verilen kurbanlara benziyorlar.
Bundan 500 gün önce planlanan ve hedeflerin çok uzağında kalınmasına rağmen kerhen sürdürülen bir "entegre strateji"nin kanla yırtıldığı yerlere benziyorlar.
Ve tüm bu saldırıların İmralı için yapıldığını, Öcalan'a tecride son verilmesi, İmralı'yla görüşülmeye başlanması için yapıldığını bildikleri halde çocukları kurban verip "Vatan için öldüler" diye yalan söylemeye devam ediyorlar.
Çocuklara kıymayın efendiler! Bir Türk dünyaya bedel değil, biliyoruz, ama bu kadar ucuz da değil. Asker ya da polis olmak ölmeyi kabul etmek değildir.
Bu kanı durdurun. İmralı'daki tecridi kaldırın ve görüşmelere yeniden başlayın. Göreceksiniz; saldırılar bıçak gibi kesilecek. (BK/HK)