Anayasa Mahkemesi kararıyla ortalık durulur derken tam tersi bir halde kimseye faydası olmayan Anayasa tartışmaları kuvvetlenmeye başladı. Temmuz sıcakları yeniden dönmüşken, hiç hayra alamet gözükmüyor.
"Çok derin olan kuyu değil, çok kısa olan iptir"
Büyük resimdeki arka plan sorusunu baştan cevaplayıp yormayalım kimseyi:
AKP'nin vakti doldu mu? Tarihsel olarak, evet. Bugün de değil üstelik, en güçlü gözüktüğü 2007'de.
Yüzde 47 alması kendine ve topluma güvenip siyaset yapma alışkanlığı olmayan, saray entrikaları geleneğini izleyenlerin ellerine yüzlerine bulaştırdıkları manipülasyonların lütfuydu.
IMF ve AB programlarının 2007'de sona ermesinden beri AKP'nin sallanan dünya piyasalarında top, mecliste laf çevirmek dışında bir icraatı yok. Doymak bilmeyen kadrolaşma ve ihale iştahını saymazsak elbette.
Erdoğan'ın 2007 seçim sonrası yaptığı kucaklayıcı konuşma, güzel konuşma örneği olarak arşivde kaldığı gibi yeni Anayasa vaadi de vaatler vadisinde bırakıldı.
Uluslararası basıncın da etkisiyle Abdullah Gül'ün açtığı "demokratik açılım" yolunun Habur'da göz korkusuyla sonlanmasıyla beraber Anayasa'nın değiştirilebilir maddelerinde dahi pek bir değişiklik olmayacağı fark edilmişti esasında.
Peki, Ak Parti iktidarının yerini doldurmaya aday bir muhalefet var mı? Hâlâ yok...
Kırk akıllının çıkaramadığı taş
Biraz geriden alıp toparlamayı deneyelim:
Bir toplumda yeni Anayasa arayışı ancak en geniş konsensus çabalarıyla ve hatta mümkünse kurucu meclis ile girişilmesi gerekmekte. Parti çıkarlarıyla bu imkanı heba eden Erdoğan'ın karşısında hiçbir konuda uzlaşmaya niyeti olmayan ve görüşmekten (affedersiniz, düzeltmek lazım ki kamerasız görüşmekten) bile imtina eden Baykal olunca Meclis'ten Mahkeme'ye gelinmişti (halk tabiriyle düşülmüştü).
Anayasa Mahkemesi taşı çıkaramadı ama Meclis'tekilerin günlerine (ki Kemal Anadol'un güncel itirazı nedeniyle hatırlanmalı ki, gecelerine de) mal olan Anayasa değişikliği tartışmalarına balans ayarı verdi. Olayların yaşandığı mekan Ankara olmasaydı mahkemenin karar yetkisi var mı, bu antidemokratik mi tartışmasına girilebilirdi belki ama "nerem doğru" cevabı duymamak için bunun alemi yok.
Yöntem alaturka da olsa netice demokratik denebilir aslında, çünkü kimsenin memnun olmadığı bir karar var ortada. Sevindirici tarafı Ankara'daki siyaset erbabı için bir olanak yaratmasıydı: irrasyonel inatlaşmada bile bir yerde durulması gerektiğini öğrenebilirdik vaka çalışmasıyla.
Ne yazık ki bu küçük umut da boşa çıkacak galiba. Referandum tuhaflığı ile yüz yüzeyiz hala. Partiler de kampanya hazırlıklarına başlamışlar bile. MHP, Barış Manço şarkısıyla açılışı yaptı: "Hayır, hayır, yüz bin kere hayır."
Erdoğan'ın Bahçeli'yle görüşme engeli varken "bir gün olsun kapım çalıp" diyen şarkıyı daha da hisli dinleyebiliyor tabii insan.
Geçen günkü Saadet Partisi kongresinde sergilendiği biçimde her durumda saflaşmaya, cepheleşmeye, çatışmaya yatkın bir toplumuz ama bazen bir "es" gerekmez mi?
Ne olacak şimdi? Geçen kış yaşanan tartışmalarını hatırlayan Ak Parti de bir başka Barış şarkısıyla cevap mı verecek MHP'ye "Anlıyorsun Değil mi?"
"Dostlar alışverişte görsün"
Siyasi kampanya hoş bir şey, keyifli bir şey, piyasaları da canlandıran bir şey. Kampanya başlamadan tasarım yaptırırsın reklamcı kazanır; bildiri basarsın matbaacı kazanır; afiş yaparsın billboard'cu kazanır; miting yaparsın otobüsçü kazanır, sucu kazanır, sucukçu kazanır; laf söylersin üstüne konuşan gazetecisi televizyoncusu ile medya kazanır; ekonomiye can gelir...
Ama "biz ne yapıyoruz?" diye bir kere düşünmeden, sırf kampanya yapmış olmak için de kampanya yapılır mı?
Hadi MHP içinden "Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur" diyerek "Hayır'da Hayır var" dedi. Peki, Kılıçdaroğlu ne hikaye yazabilir Avrupalı dostlarına?
CHP'nin "sivil vesayet" diyerek itiraz ettiği aşırı iradeciliği Anayasa Mahkemesi kırdığına göre "ne"ye ve "niye" hayır deneceğinin izahı kolay yapılabilir gözükmüyor.
Erdoğan'ın niyeti başından beri belli: Anayasa değişikliğini kamplaşmanın yaşanacağı bir referanduma götürmek, sonuç evet de çıksa hayır da çıksa 2011 seçimlerine demokrasi kahramanı olarak girmek.
Değişikliklere hayır diyenlerin demokratikleşmeye değil de AKP'ye karşı olduklarını varsaydığımızda ise figüran olmak istemediklerini söyleyen Bahçeli'ye şunu sormak gerekiyor: Erdoğan'a bir dört yıl daha iktidar bahşedecek bu oyunda niye aktör oluyorsunuz?
"Bilmemek değil, öğrenmemek ayıp"
Atalarımızın bize öğütlediklerinden biri de bu ki siyaset öğrenme alanlarına dahil. Çok uzağa bakmaya gerek yok, yüzümüzü biraz Doğu'ya çevirsek yeterli. Mesela, yerel seçimlerde "buzdolabını alın, oy vermeyin" diyen Kürt solcuları referandum için de aynı pragmatizmi gösterebiliyor: evet demem, yan cebime koy.
Her ne pahasına olursa olsun AKP iktidarından kurtulmak isteyenler artık şunu anlamalı: Erdoğan'ın oyunu, oyunda onun istediği rolü seve seve üstlenmekle bozulmaz. Oyunu bozmanın yolu oynamamaktır.
Kılıçdaroğlu yeni bir Türkiye için yeni bir CHP yaratacak ise referandum bunun için gerçekten iyi bir fırsat. Baykal'ın sözde muhalif özde Erdoğan'a yarayan, evlere şenlik tavırlarından kurtulsun yeterli.
Dışarıdan bakıldığında gelen değişiklik paketinde zararlı, seferberlik gerektiren bir şey yok. Genel olarak Türkiye, özelde toplumun herhangi bir kesimi bir şey kaybetmeyecek. Keçiboynuzu misali, üç gram da olsa bir şey kazanacak hatta. Yani zaten zor hareket eden halkımızın kendiliğinden tepki vereceği bir şey yok.
Hal böyleyken, 12 Eylül'ün 30. yılında yapacak şey mi yok?
Sandığa gitmiyoruz, bayramlaşmaya devam ediyoruz (gelenek severler için)
Sandığa gitmiyoruz, tatile devam ediyoruz (keyif severler için)
Sandığa gitmiyoruz, pikniğe gidiyoruz (günübirlikçiler için)
Sandığa gitmiyoruz, basketbol izliyoruz (sporseverler için)
Sandığa gitmiyoruz, sokağa çıkıyoruz (eylem severler için)
"Yurtta Barış..." günleri beklerken bir yandan Barış da mırıldanırız hem: "Allahım Güç Ver Bana." (AÇ/TK)
* Altan Çarıkçı, "Barış"sever.
Not: Bağlantıları tıkladığında "youtube" yasağı nedeniyle Barış Manço dinleyemeyen herkes yarın (17 Temmuz 17'de) aşağıdaki yürüyüşe davetlidir: www.sansurekarsiyuruyus.com