AKP’nin ve Tayyip Erdoğan’ın bundan önceki seçim çalışmalarını, programlarını izleyen biri için 24 Haziran seçimlerine yönelik hazırlanan manifesto biraz şaşırtıcı. Bundan önceki programların özenle hazırlandığı hemen belli olurdu. Kapsamlı bilgiler, iddialı hedefler, hatta abartılı projeler ihmal edilmezdi. Bu manifesto biraz telaşla hazırlanmış gibi. Sanki başka bir parti tarafından baskın seçim kararı alınmış da, bir gece alelacele manifesto yazılmışa benziyor.
Manifesto doğal olarak en iyi bildikleri söylemle başlıyor; 1071 Malazgirt, Söğüt, Osman Gazi, Fatih, Süleymaniye, Yavuz, Selahaddin Eyyubi, Abdülhamit, Kut-ül Amare, Seyit Onbaşı, Çanakkale, Sütçü İmam, Hasan Tahsin, Nene Hatun, Şahin Bey, Atatürk, Gazze, Somali, Arakan, One minute, Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve tabii ki 15 Temmuz sayılıp dökülüyor ve 15 asırdır Okçular Tepesi’ni bekledikleri tebliğ ediliyor.
Manifesto aşağı yukarı bu minvalde devam ediyor. Fakat bu tür metinlerde ister istemez bazı somut konulardan da söz etmek gerekir. Bu konulardan biri de ekonomi. Metnin ekonomi ile ilgili kısımlarını dört grup halinde ele almak uygun olacak.
Önce, geride kalan AKP iktidarı dönemine ilişkin yanlış bilgilerden söz etmek lazım. Mesela milli geliri 3,5 kat, ihracatı 5 kat artırırken enflasyonu da tek rakamlı hanelere düşürdükleri yazılmış. Daha önce çok yazıldı, milli gelir, büyüme hızı hesaplama yöntemindeki değişiklikle artırıldığı gibi, sabit fiyatlarla milli gelir hesabına son verilerek, enflasyondan arındırılmış mili gelir rakamlarına ulaşmamız da engellendi. Yani bu tartışmalı bir veri, fakat enflasyon verisinde tartışılacak bir yan yok, resmi rakamlara göre enflasyonun çift rakamlı düzeye, yaklaşık yüzde 11’e ulaştığını herkes biliyor.
Yerli yersiz kullanılan “milli” kavramına bir açıklık getirilmeye çalışılmış. Milli olmak milli geliri artırmak, milletin işini aşını artırmak, faize giden parayı yatırımlara ve sosyal yardımlara aktarmak demektir, gibi tuhaf bir tanım getirilmiş. Fakat faiz oranının yüzde 15’i aştığı günlerde bunun pek uygun bir tanım olduğunu söylemek zor.
Metnin bir yerinde “bürokratik oligarşiyi kaldırdık”, bir başka yerinde de “(yeni sistemde) bürokratik oligarşi tamamen son bulacak” ifadeleri var. Bürokratik oligarşi kavramının ne kadar yerinde kullanıldığı tartışmasına girmeksizin, yeni sistemde bürokrasinin gücünün kırılacağına ilişkin sözlerin bütünüyle yanlış olduğunu belirtmek gerekir. Bürokrat kadrolar, parlamenter sistemde politikadan gelen, politik sorumlulukları olan, politik olarak hesap vermek zorunda kalan bakanların kontrolünde iken; yeni sistemde politik partilerden bağımsız, kendileri de politikacıdan çok bürokrat olan, liderden başka kimseye hesap vermeyen bakanlarla çalışacaklar. Yani söylenenin tam tersine, liderden başka herkes bürokrat olacak.
İkinci grubu, dış yatırımcıya güven verme çabaları oluşturuyor. Anlaşılan, göstergeler kötüye gittikçe dış yatırımcılara duyulan ihtiyaç iyice belirgin hale gelmiş. Önce, Avrupa Birliği’nden gelen bütün terslenmelere karşın, “Avrupa Birliği’ne tam üyelik hedefinden asla vazgeçmedik” diye yazılmış. Türkiye’nin AB’ye en uzak olduğu, bu uzaklığın Avrupalı devlet adamları tarafından hiç sakınmaksızın açığa vurulduğu bir dönemde, dış yatırımcıları ne kadar ikna edebileceği kuşkulu.
Dış yatırımcının tedirginliğinin farkında olmalılar ki, “Dünyadaki korumacı ekonomi dalgasına rağmen Türkiye’nin rekabetçi ve dışa açık yapısı sürecek” deniyor.
En güzeli de “Herkesin mal güvenliği ve ticaret yapma özgürlüğü, daha güçlü şekilde hukuk güvencesi altında olacak” ifadesi. Türkiye’nin daha önce böyle bir konuda söz verme gereği duyduğunu hatırlamıyorum. Hükümet artık kapitalizmin en temel kurallarına bile uygun davranmadığının bütün dünyada anlaşıldığını fark etmiş görünüyor, bundan sonra uyacağına söz veriyor.
Üçüncü grup olarak, manifestonun hemen her yerine sinen militer havadan söz etmek gerekiyor. Osmanlı’nın yıkılışından başlayıp şimdiki “istiklal mücadelemiz”e kadar uzanan bir gerekçeler zinciri eşliğinde, önümüzdeki savaşlara hazır olmamızın önemi vurgulanıyor. Metinde en sık kullanılan ifadelerden biri “dosta düşmana göstermek”. Manifestoya bakılırsa, “yeni uluslararası ortamın güçlü bir aktörü olacağız”, “en küçük bir zafiyete meydan vermeyeceğiz”, “Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı gibi yeni operasyonlar sürecek”, tabii bütün bunları dosta düşmana göstereceğiz.
Mesele sadece bizim sorunlarımız da değil, “komşularımızın, dostlarımızın, gönül coğrafyamızın huzuru, selameti bizim meselemizdir”. Doğal olarak hem kendimizi hem de gönül coğrafyamızı korumak için savunma sanayini geliştirmemiz gerekiyor. Markalı tanklar, helikopterler, ihalar, sihalar yapılacak, çoğaltılacak, dosta düşmana gösterilecek.
Tabii burada akla, daha önce ülkede yatırım yapması için uğraşılan dış yatırımcılar geliyor. Söz konusu militer atmosfer yatırımcıları ülkeye çekmek için uygun mu acaba?
Dördüncü grupta, manifestonun özünü oluşturan maddeler var. Recep Tayyip Erdoğan’ın “Ahdim olsun ki” diye başlayıp sıraladığı maddelere bakarken insan kendini gerçeküstü bir romanın içinde hissediyor. Her şeye “kaadir” bir lider, tamamen liderin iradesine bağlı olarak çözülebilecek sorunları sıralıyor.
“Ahdim olsun ki” diye başlıyor; ihracat artacak, enerjide dışa bağımlılık azalacak, yerli otomobil yapılacak, faiz, enflasyon ve cari açık düşecek, istihdam artacak, yeni fabrikalar kurulacak, Türkiye’nin yatırım cazibesi yükselecek, dar gelirlilerin hayat standartları artacak, teknolojik düzey yükselecek, tarım ve hayvancılık hedeflerine ulaşılacak, Türkiye küresel güç olacak. Yetmiyor, şehirlerimiz kültür, sanat üretecek.
Bütün bunların nasıl yapılacağına ilişkin hiçbir açıklamaya gerek duyulmuyor. Bütün bunların yapılacağının tek garantisi “Ahdim olsun ki” diyen kişi.
Aynı kişi eskiden, hepsi de çok anlamlı olmasa bile, bir takım gösterişli projeleri sıralamayı severdi. Bu sefer Kanal İstanbul ve 1915 Çanakkale Köprüsü dışında bir proje sayamamış. Manifestonun en iyi yanı da bu galiba.