"Öfke" duygusunun faydası ve faydasızlığı üzerine kesin yargılarla konuşmak zor. Örneğin lüks konutlar yapılmak üzere talan edilen ormanlık alan için duyduğunuz öfke ile bu konutlardan alma imkânına sahip olamamanıza duyduğunuz öfke arasında nitelik olarak açık ara fark vardır.
Yani "Keskin sirke küpüne zarar verir" yaklaşımı her öfke telkinine uygun düşmez. Galatımeşhur mudur, şehir efsanesi olmaya yüz tutmuş bilgilerden midir tam olarak yanıt veremem.
Şöyle bir hikâye vardır: İ. Pavlov'un Enstitüsü'nü su basar. Can derdine düşen köpekler bu su baskınından sonra şartlı refleks vermeyi bırakırlar.
Pavlov'un durumu özetleyecek tespiti yetişir: "Ağır travmalar, şartlı refleksleri ortadan kaldırmaktadır."
Bir "can" taşıma konusunda hor gördüğünüz hayvanlar bile ölümle pençeleştikten sonra enseyi efendiden mahrum bırakmayı akıl edebilmiştir.
Seneca, öfkeyi "ahmaklık" olarak değerlendirmişti. "Dünyanın neye benzediğine ve başka insanların nasıl insanlar olduğuna ilişkin, tehlikeli olabilecek kadar iyimser fikirlere sahip olduğumuz için öfkeleniriz." (1) düşüncesi ile öfkenin kaynağının komik bir inanca bağlı olduğunu söylüyordu.
İnceden inceye anlatmak sayfalar sürer ama Nietzsche de benzer bir açıklamayla öfkeyi ele almıştı.
Zaten "Birazını da hayal ürünü varlıklara sunabilecek kadar sevgi ve iyilik yok ki dünyada" (2) diyen birine "kaderim neyse çekerim" edebiyatı da promosyon gelir. Tabi burada yalapşap bir anlatımla küçük bir nüansa değinmeden geçmemek lazım. Nietzche, akıllı akıllı boyun eğenlerdendi.
Boyun eğdikten sonra farkı var mı ayrı tartışma konusu. Birçok politik kadının diline pelesenk olmuş "Üzgün olmaktansa öfkeli olmayı yeğlerim" sözünün sahibi U. Meinhof ise tavrını, bireyi doğrudan eyleme götüren öfkeden yana koymuştu.
Öfkeyi çağrıştıran aktif direniş hareketleri ile sükûnet içerisinde çözüm yolu arayışına giren Sivil İtaatsizlik hareketlerini, süreçlerinden bağımsız ele almak doğru değil. Bu yüzden tanımı oluşturan "Sivil İtaatsizlik" örneklerini karıştırmak gerekir. Doğrudan eyleme göre daha mülayim duran "Sivil İtaatsizlik"; şiddetsiz, uzlaşımcı, pasif direniş yöntemlerini seçer.
"Sivil itaatsizlik"in isim babası sayılan Henry David Thoreau, ödemeyi reddettiği vergi sonucu tutuklanarak hapse atılır. Şerden gelecek hâyır işte. Thoreu, bunun üzerine "Sivil İtaatsizlik" makalesini yazar.
Tolstoy, Gandhi, Rosa Parks, Martin Luther King isimleri Sivil İtaatsizliğin pratik öncülerinden sayılırlar. Bu örneklere bakıldığında Sivil İtaatsizliği tek bir tanım altında birleştirmenin zor olduğunu söyleyebiliriz.
Kamuya zarar vermeyecek şekilde ve barışçıl yöntemlerle "Yasalara riayet etmeme, karşı koyma, "aleni" bir şekilde eylemlilik hali" gibi özellikler tanımlarda benzeşen ifadeler. Sivil İtaatsizliği tartışmaya götürecek argümanları ise tarihteki "Sivil İtaatsizlik" örnekleri ile yürütmeye çalışalım.
Sivil İtaatsizliği savunan Leo Tolstoy "şiddete karşı şiddet kullanılmaması konusunda uyarıda bulunur; çünkü ona göre böyle bir tutum, yeni bir şiddet ve zorbalığın egemen olmasına yol açmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Bu yüzden şiddetsiz direnme biçimlerinden, özellikle de insanların aydınlatılmasından yana olur." (3) (Tolstoy'un inzivaya çekilişi bu düşünceleri ile dolaylı da olsa ilişkilidir. Liyapin Düşkünler Evi'nde gördüklerinden sonra "böyle yaşamak imkânsız" (4) çaresizliğini hisseden Tolstoy kimilerince kaçışı tercih etmiştir.)
Tolstoy'un yakın arkadaşı olduğu söylenen Gandhi, Sivil İtaatsizliği geniş kitlelere duyuran ve benimseten bir diğer isimdir.
"Göze göz ve tüm dünya gör" diyen Gandhi bu sözünün üstüne bile bile lades yapmış, pasifist direniş ısrarı ile gönülleri fethetmiştir.
Böylelikle mitleşmiş sivil itaatsizlik örneği olarak ezberlerin başköşesine oturtulmuştur. Hindistan'da bazı çevrelerce "işbirlikçi" olarak tanınan Gandi'ye gelen en büyük suçlama İngiltere ile kurduğu diyalogun, Hindistan'ı sömürge olmaktan neo sömürge olmaya taşımasıdır. (Bu yüzden de adı özgürlük savaşçısı olarak anılan Bhagat Singh ile birlikte anılmaz.)
Diğer bir örneğimiz Rosa Parks ise ilginç bir Sivil İtaatsizlik örneğine vesile olmuştur. Amerika'da siyahi ırkçılığın yaygın olduğu dönemler olan 1950'li yıllarda, otobüslerde beyazlarla siyahilerin koltukları ayrıdır. Bir gün beyazlara ayrılan yerde yer bulamayan bir beyaz, siyahîlere ait bölümde oturmakta olan Rosa Parks'ı koltuğundan kaldırmak ister.
Parks yerinden kalkmayınca, tutuklanıp hapse atılır. Bu olaydan sonra bir yılı aşkın bir süre otobüse binmeyen siyahîler, her yere yürüyerek giderler. Sonunda Federal Mahkeme, otobüslerdeki bu uygulamayı yasaklar.
Şaşırmayacağınız üzere uygulamaya getirilen yasak ırkçılığa son vermez. Rosa Park'ın başlattığı mücadeleyi Martin Luther King alır.
Gandhi felsefesinin takipçisi olan M.L. King'in Yurttaş Hakları Reformu (Oy hakkı, çalışan hakları, ayrımcılığın son bulması gibi talepleri içeriyordu.) için düzenlediği gösteriler büyük ilgi görmüş ve bu hareket 1960'lı yıllara damgasını vurmuştur.
Öyle ki Amerikan Hükümeti 1964 yılında Yurttaş Hakları Kanunu ve 1965 yılında da Oy Hakkı Kanunu çıkarmak zorunda kalmıştır.
Sivil İtaatsizlik örneklerine baktığımızda sosyal mücadelelere getirisi hakkında tek bir kanıya ulaşamayacağımızı görüyoruz. Devlet politikalarının çatışma ve direniş ortamlarını yönetmek ve kontrol altına almak için geliştirdiği yöntemlerden birisi de radikal eylemlilikleri, direnişleri törpülemek ve rutin bir sürece evirmektir.
Böylelikle her türlü taşkınlığa, sürpriz ihtimallere, olasılıklara önceden müdahale edebilir.
Sıklıkla çevreci örgütlerde (Greenpeace, Sierra Kulübü, Forest Ethics, Canadian Parks, Wilderness gibi...) gördüğümüz, komisyon masalarında uzlaşma durumuna benzer "ılımlı yaklaşımların kurduğu köprü" iyi şeylerin habercisi değildir. Buradan hareketle uzlaşmanın çoğu kez kontrolü kaybetmek; dengeyi sağlama adına kendi ağırlığından vazgeçmek olduğunu söyleyebiliriz.
Kaldı ki bu topraklarda yatıştırılamayan, uysallaştırılamayan, kontrol altına alınamayan tüm direnişler kanla bastırılmıştır. (Yakın dönem 19 Aralık Hayatlara Son Veriş Operasyonu bunlardan sadece biri.)
Türkiye tarihinin ilk Sivil İtaatsizlik örneği olarak saydığım Direniş Komiteleri ile tanışması 1960'lı yıllara denk gelir. Ümraniye'deki 1 Mayıs Mahallesi, Tunceli'deki Uskih Köyü ve 1980 öncesi şanlı Fatsa örneği ilk aklıma gelenler.
Oktay Ekşi'nin o meşhur endişeli yazısı "Bırakırsanız bütün Türkiye Fatsa olur" gene bu dönemde yazılmıştır. Sonrasında ise 12 Eylül darbesine hazırlanma aşamalarından biri olan "Nokta Operasyonu" ile Fatsa indirilmiştir. Demirel'in ünlü vecizi ile anlatırsak "Çorum bırakılmış, Fatsa'ya bakılmıştır."*
Bir diğer Sivil İtaatsizlik örneği olarak Cumartesi Anneleri/Cumartesi İnsanları'nı gösterebiliriz. "Kayıp Yakınları" adı ile başlayan eylem süreçleri gözaltında işkence, tehdit, tutuklanma, coplanma hikâyeleriyle doludur.
Dönemin Emniyet Müdürü Mehmet Ağar tarafından kayıp otobüsü tahsis edilen yakınların gönülleri alınmaya çalışılmış, böylelikle rutine bağlanan itaatsizlikleri pışpışlanmak istenmiş, sistemi sekteye uğratmayacak şekilde göz yumulan bir eylem biçimine dönüştürülmeye çalışılmıştır.
Kürt halkının yıllardır süren mücadelesindeki istikrarına ve zoka yutmaz kurnazlığına bakılarak direnişlerinin pasifize olma ihtimalinin olamayacağını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Karşı uçta da Türk Hükümetinin yıllardır süren sağır, takıntılı, kör milliyetçi öğelere sırtını dayayarak ilerlediği, yediden yetmişe bilinen "devlet" hatırlatmaları, antları, olmazsa olmazları var. Tüm bunları düşününce istenilen dört alebe bu yöntemle yanıt alınacağı konusunda kimsenin pek öyle umutlu olduğunu düşünmüyorum.
Bu umutsuzluğa rağmen ölüm kıstasları ile süren savaşın bu tip bir sürece girmesine kimsenin itirazı da olamaz.
Bu yazıyı sloganvari cümlelerin koşturmasıyla bitirmek isterdim ama o cümlelere ulaşmamız için önümüzde kat edilmesi gereken çok uzun bir yol var gibi... (FG/EÖ)
1- Alain de Botton, Felsefenin Tesellisi, Banu Tellioğlu Altuğ (çev.), İstanbul: Sel Yayıncılık, 2008, 8. Baskı, s. 104
2- Lev Çestov, Nietzsche ve Tolstoy'da İyilik Fikri, Işık Ergüden (çev.), İstanbul: Versus Yayınları, Birinci Basım, 2007, s. 117
3- Rolf CANTZEN, Daha Az Devlet Daha Çok Toplum, Özgürlük / Ekoloji / Anarşizm, Veysel ATAYMAN (çev.), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1994, s. 79 - 80
4- Çestov, s. 34
* Bakınız; Oğuzhan Müftüoğlu, Bitmeyen Yolculuk (söy. Adnan Bostancıoğlu), İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2011, s. 192-198
Not: Yazının içeriğini oluşturmada katkısı olan "Direnişi Pasifize Etmek" belgeselinin izlenmesi tavsiye edilir.