Post modern algının acayipliği, gerçek ve gerçeğin "gerçek dışı" uzantılarının tanınmayacak hale gelene kadar birbirlerine karışımından ileri gelir. Gerçeğin kaybıyla oluşan zihin karışıklığı tek başına hiçbir duygunun yaşanmasına müsaade etmez.
Salt acıma, salt merhamet, salt öfke gibi bir başına duygularla yaşamayı bilmeyen "X çağı" insanı, yaşadığı duygu keşmekeşinin sabitsizliğinde tutunmaya çabalar. İşte bu uğraş "herkesin işi başından aşkın ve şaşkın" savunmasını tüm hissizleşmelerin öz savunması yapar. Çeşit çeşit duygularla meşgul olan insan için; ortada gerçek yokken hatta gerçek "gerçekliğinden" sakınırken, gerçeğin taklitleri ile mutlu olmanın, üzülmenin, yetinmenin dışında bir hayatı keşfetme riskine girişmek oldukça gereksiz gibi de durabilir. (Bu risk alışı gereksiz görmeniz ise gerçeğin burnunuzun dibine dayanmadığı, hayatınızı alt üst etmediği zamana kadardır. Bilinen ifade ile kaybedecek bir şeyi olmayan insan için risk diye bir şey yoktur.)
Yani iş-ev arasındaki rutin tercihiniz, hayat ekonuzu zıplatacak frekanslara sahip değildir. Kaldı ki, kilitlendiğiniz hayalleriniz, sizi bu rutinden vazgeçirtmeyecek kadar sadakatli yapar. Hafızanız ve algıda seçiciliğiniz de bu sadakat halinizin bozulmaması için kendine has akordunu ihtiyaç halinde biteviye yapar.
En çok da televizyon aracılığıyla oluşturulan ele avuca gelmez hafızamızın kendini kanıtladığı hatırlamalara dikkat edersek; gündemden kaçan nice acı olaylara nasıl da tepkisiz kalabildiğimizi anlayabiliriz. "Duydum, gördüm, okudum" üçlemesinin hayattaki karşılığı çoğu kez ucunun size dokunmadığı kötülüklere alışmaktır, hafızanızda yer işgal etmesine izin vermeyecek kadar sizi ırgalamamasıdır.
Muğla'da bir kadının yaşadığı toplu tecavüze olan alakanız ya da Festus Okey'in nerede ve kim tarafından öldürüldüğü üzerine haberdarlığınız, magazinsel bir gündemin dikkatinizi çektiği kadar değildir. Dibinize düşmeyen acı için hayıflanmak post modern algının mantıksız ve işlevsiz gördüğü bir şeydir. "Günlük Gazetesi" çalışanlarının yaşadıklarını anlatan "Press" filmini izlediğim salonda arkamda oturan bir çocuğun "Abartmışlar, bilmeyene yuttururlar!" tespiti, dibe düşmeyen acıdan bihaber olduğumuzun ve tekmilli medya okur-yazarlığı ile nasılda aymazlaştığımızın dışavurumudur.
Televizyon sadece boş zamanlara giydirilen bir korse* değildir. Medya tekellerinin iktidar ilişkilerinden doğan sınırlar içerisinde, egemen kültürün ve algının izin verdiği ölçüde, aktarabildiği gerçekleri de sıkıştırır. Spot spot verilen sıkıştırılmış verilerden arta kalan şeyler ağzımızın tadını bozmayacak, günlük lakırdılarımızı renklendirecek türdendir.
Survivor'ın Taner'inin önüne KCK kapsamında tutuklanan Cihat Dursun'un gelmesi mümkün değildir. Öldürülen Ayşe Paşalı'nın davasını takip etmek yerine bir TV dizisinin müptelası olmak çoğu insan için daha yeğdir. "Eee ne yapalım, karalar mı bağlayalım!" diyeceksiniz şimdi. Çıkardığınız sonuç post modern algının alâmetifarikasıdır. Gerçi sizler de haklısınız. Bir "Ouvvv Yeahhhh"in samimiyetini nerede bulabilirsiniz... (FG/EKN)
*Wolfgang Ruppert'in tanımlaması