Spor yönetiminin ehil ellerde olmamasından kaynaklanan bu durum, normal şartlar altında terle kirlenmesi gereken formaların, sporcular üzerinde son derece sakil, ağzı burnu bir tarafa kaymış, ilk yıkamada renkleri solmuş çok kötü bir görünüm arzetmesine neden oluyor.
Bu hafta diğerlerinden farklı olarak, kapitalist endüstriyel ilişkilerin doğrudan yansıdığı ve şablonunu belirlediği spor ahlakı ve derin yozlaşma üzerine biraz tartışalım istiyorum.
Spor dünyasında "decadance" ...
Dünyanın her tarafında ağırlıkla futbol dünyasında yaşanan bir ahlaki çöküş göze çarpıyor. Tam geçen yıla kadar bu sportif "decadance"'ın ekonomik olarak az gelişmiş, toplumsal evrimini tamamlayamamış ülkelerde görüldüğünü düşünüyorduk.
Latin Amerika ülkelerinde yaşanan "şike" ve "kirlenme"ye dair öykülere aşina bir neslin temsilcileriyiz. Ancak geçenlerde Almanya'da bahis oyunlarına meraklı bir futbol hakeminin kendi çıkarları uğruna maçları "manipüle ettiğini", spor basınındaki klişeyle "karşılaşmanın sonucuna etki edecek kararlar verdiğini" itiraf etmesi, artık bu endüstrinin dünyanın her tarafında çukurun dibine itildiğinin bir göstergesiydi.
Spor endüstrileşince...
Türkiye de elbette kendisini bu yolun çamuruna bulamakta beis görmedi. Zaman içerisinde pek çok spor dalında muhtelif rivayetlerle kirlenme, taciz, tecavüz, şike, teşvik primi, yolsuzluk haberleri yayıldı.
Öyle ki, yalnızca futbolda değil, 2004 Atina Olimpiyat Oyunları'nda hatırı sayılır bir başarı kazanan "kadın halter milli takımı"nda da küfre varan hakaretleşmeler anten uçlarından evlerimize ulaştı, madalyalar boğazımıza takıldı.
Ardından dünyaca meşhur olma yolunda hızla ilerleyen milli atlet Süreyya Ayhan Kop'un adı büyük gürültü arasında bir doping skandalına karıştı. Bunun sonucunda da iki yıl "müsabakalardan men" cezası yedi.
Sporun kimyası
Pek tabii futbolun da hakkını yememek lazım. Önce Beşiktaş'ın eski yönetimi tarafından "profesyonel" olarak menajerlikle görevlendirilen Sinan Engin'in, insanların vücut kimyasını bozmakla meşhur Alaattin Çakıcı ile yakın ilişkisi tespit edildi.
Sonra, yine mafyatik ilişkiler ağının bir parçası olarak Serdar Bilgili'nin imzası, Çakıcı'ya adaletin misak-ı milli'sinden koşarak uzaklaşabilmesi için sahte pasaporta vize başvurusunun üzerinde görüldü. Bu olayların ortaya çıkmasından kısa bir süre önce sabık Beşiktaş Başkanı'nın Bilgili'nin istifası acaba bir tesadüf müydü?
Etik'in peşinde
İşte geçen hafta sözünü ettiğimiz Medya Kartalları'nın BJK İnönü Stadı önündeki eyleminin temel amacı, 100 yılı devirmiş kulübün şanlı tarihine bir kirli sabıka gölgesi düşmesini engelleme çabasıydı.
Sonra Fenerbahçe spor kulübünün faturasız olarak, iki futbolcu karşılığında İstanbulspor'a 600 bin dolarlık bir ödeme yaptığı ortaya çıktı. "Güçlü" başkan Aziz Yıldırım bir basın toplantısı düzenledi, Fenerbahçe Medyası birden bire sustu, bir daha İstanbulspor'un adını ve dahi teşvik söylentilerini kimse ağzına bile almadı.
Kulüp yönetiminin ihtarı net ve açıktı. Ama yine de konunun tamamen örtbas edilebilmesinin yolu sıkı bir transferden geçiyordu, Anelka satın alınarak dikkatler bu yıldız futbolcunun üzerine çekildi.
Yanal'ın başı dertte
Sonuçta tam "Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) bile işe el attı, araştırma komisyonu kuruldu, pislikler ortaya dökülecek" falan derken bu kez Türkiye'de son yılların parlak genç antrenörü, Milli Takım Teknik Direktörü Ersun Yanal, teşvik pirimi iddialarıyla burun buruna geldi.
Bu satırların yazarının cümlelerini kurduğu saatlerde artık hukuki prosedür de işlemeye başlamıştı. Bu nedenle Yanal'ın eski talebesi Cafer Aydın'ın iddiaları hakkında daha fazla lakırdıya lüzum yok. Zira neler olduğu tanıklıklarla belgelerle mahkemede ortaya konacak.
Ama tablonun çok vahim olduğunu söyleyelim. Bence bu sorular üzerine oturup herkesin bir miktar kafa yorması gerekiyor.
Türkiye'nin sorunu: "Yönetemezlik"
Türkiye'nin çözümsüz kalmış, karanlığa itilmiş asıl sorunu "yönetemezlik", sporun caf caflı dünyasına da tahtını kurdu. Devlet idaresinde ve bilumum kurumsal yapıların yönetiminde hırs ve çıkar arasındaki sıkı bağlantının çözülememesi, son tahlilde ortaya spordaki bu endüstriyel kirlenmeyi çıkarıyor.
Bir önceki Futbol Federasyonu Başkanı Haluk Ulusoy ve tebaasının çalışmaları herkesin malumu. Sonradan federasyon başkanı seçilen Levent Bıçakçı'nın bugüne kadar ortaya koyduğu idare üslubu da zevahiri kurtarmanın ötesine gidecek gibi görünmüyor ne yazık ki. Hele de Merkez Hakem Kurulu'nun icraatlarına şöyle bir bakacak olursak, durum biraz daha net olarak ortaya çıkıyor.
Piramit yıkılıyor
Futbol yönetilemiyor, atletizmde ve halterde yaşananlar ayyuka çıkıyor, devlet bütün olup bitenlere göz yumuyor. Zaten Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü'nün tepesinde asaleten değil, vekaleten oturan bir genel müdür var. Hasılı spor yönetimine kaos hakim. Bir zamanların meşhur reklamında söylendiği gibi "parası olan konuşuyor", Aziz Yıldırım sus dediği zaman Fenerbahçe medyası itirazsız "dut yemiş bülbül"e dönüyor. Sonuçta yönetim piramidi yıkılıyor, düşen taşların altında "spor kamuoyu" kalıyor.
Sadece futbolu ve sporun diğer branşlarındaki başarıları konuşabileceğimiz bir hafta diliyorum. (BD/BB)