Filmin kahramanı Sıddık çocukluğunda güzelim memleketini terk etmek zorunda kalmıştır. Savaşın izleri onu hayatı boyunca takip eder. Acımasız saldırılara maruz bırakılan bölgeye yıllar sonra avdet ettiğinde hayatını mıntıkada nesli tükenmiş gibi görünen İran parsını aramaya adar. Dağlarda, ovalarda, dere kenarlarında, yarlarda gezinir, tabiatın her türlü dışavurumunu doyasıya duyumsar. Aslında en çok kuşlar hakkında uzmanlaşmıştır fakat parsı bulma arayışı sırasında muhteşem yaban keçilerine, ayılara, tilkilere ve daha birçok hayvana rastlar.
Amacı İran parsı gibi nesli tükenme tehlikesi altındaki bir hayvanın oralarda yaşadığını kanıtlayıp bölgenin uluslararası koruma altında bir coğrafya olmasını sağlamaktır. Belki bu sayede seneler boyunca savaşlarla çalkalanmış Kürdistan'a kalıcı barış gelecektir.
IDFA'nın sevilen yönetmeni Reber Dosky aynı zamanda kendi köklerine eğilen "Sıddık ve Pars" (Sidik en de panter/Sidik and the Panther) adlı belgeselde seyirciyi tefekküre sürüklüyor. Hipnotik güzellikteki tabiat görüntülerini layıkıyla yakalamasını sağlayan olağanüstü sinematografi sayesinde seyirciyi adeta bir masala misafir ediyor. Bu sene Amsterdam'da 32. kez düzenlenen uluslararası belgesel film festivali IDFA'da yönetmenine En İyi Hollanda Belgeseli Ödülünü kazandıran eser, belgesel ile kurmaca arasında bir dille meselesini aktarıyor.
Tabiatı doya doya duyumsamak
Sıddık'ın dağlarda karşılaştığı yalnız hayvanlar değildir. Avlanması yasak dağ keçilerine ateş eden avcılara da rastlar, onların peşini bırakmayacağını haykırırken gür sesi dağlarda yankılanır. O elinde sadece tahta bir değnekle gezmektedir, omzunda silahla gezenlerin görüntüsüne bile tahammülü yoktur. Filmin sonlarına doğru, dağlarda ruhsatsız bir kalaşnikofla dolanmakta olan gençle boğuşmak zorunda kalsa da silahını elinden alır. Ne de olsa silah, mazisinden kaynaklanan travmaları da ayaklandırmaktadır.
Oysa Irak'ın özerk Kürdistan bölgesine artık barış gelmiştir. Kısa zamanda toparlanan doğa bunun ispatıdır, oraların huzurunu her biçimde korumak herkesin görevi olmalıdır. Sıddık köklerine dönmüş, memleketini her anlamda sahiplenmiştir; tabiat sonsuz güzellikleri önüne sermiş, onu bir çevre uzmanı haline getirmiştir. Dağlarda yaptığı gezintiler onu her defasında şifalandırmakta, gürültülü yerleşim merkezlerindeki kaostan uzakta, sessiz vadilerde meditatif anlar yaşatmaktadır.
Fotoğraf yönetimi muhteşem
Sinematografi hanesinde Roy van Egmond adını gördüğümüz "Sıddık ve Pars" filmi her şeyden önce görsel bir şölen. Mevsimlerin muhtelif dışavurumlarını birbirinden çarpıcı sekansla bize sunan belgesel, doğanın iyileştirici ve eğitici yanını bize bir kez daha hatırlatıyor. Işık, kontrast, gölge, renk, kompozisyon gibi unsurlar ustalıkla kullanılarak belgesel cömertçe zenginleştirilmiş.
Huzur içinde izlenen film, hırs, telaş, agresyon ve nefretle dolu bir dünya düzeni empoze edilmeye çalışılırken insanın tekrar sevgiyle dolması gerektiğine dair seyirciyi zarafetle uyarıyor. Aynı zamanda bölgenin her an yeni bir saldırının tehdidi altına girebileceğini de ne yazık ki hissettiriyor.
1998'den beri Hollanda'da yaşayan Duhok doğumlu Reber Dosky memleketi Kürdistan'la bağını layıkıyla sürdürdüğü gibi IDFA seyircisinin bilinçlenmesine yönelik misyonunu da dirayetle sürdürüyor. Fakat filmin Tuschinski 6 sinema salonunda yapılan gösterimi sonrasında seyircinin gönlünü çelen Reber'den çok, sempatik tavırlı Sıddık'ın ta kendisi oldu.
Hollanda yapımı 83 dakikalık belgeselin sonunda kahramanımız Sıddık tarafından olmasa da bir bilim kadını tarafından parsın bölgede görüldüğüne de vakıf oluyoruz. İran parsı Kürdistan'a geri dönmüştür ve istikbalde oraların koruma altına alınmasının böylece önü açılmıştır. Film boyunca parsın aynı zamanda gelecekle ilgili ümidimizi korumamız gerektiğine dair etkin bir metafor olduğunu da anlıyoruz. Coğrafyayla ilgili birçok siyasi mesajın da didaktik bir tonda aktarıldığı Sidik and the Panther'i izlerken 2013 yılında Diyarbakır'ın Solmaz köyünde öldürülen parsın acı sonunu ve medyanın kullandığı kaba dili de hatırlamamak mümkün değil! (MT/AÖ)