Türkiye'de birçok kişinin "Kaptan Kusto" olarak hatırlayacağı Jacques-Yves Cousteau, su altı dünyasını gezegen çapında tanıtmış popüler bir simaydı. TRT'nin tek kanalla yayın yaptığı siyah-beyaz dönemde yayınlanan uzun belgesel serisi, memlekette nispeten geniş halk kitlelerinin denizle ilk imtihanını oluşturmuş, birçok insanı su altını en azından merak eder hale getirmişti.
Bilhassa okyanuslar hakkında uzmanlaşmış olsa da, Calypso adlı araştırma gemisinin yolu Marmara denizinden de geçmiş, ünlü dalgıç Sivriada'nın (yoksa Yassı mıydı?) gayet derin ve tehlikeli sularında ekibiyle dalışlar gerçekleştirmişti.
Liz Garbus imzalı "Becoming Cousteau" belgeselinde olağanüstü arşiv malzemesine kaptanın sesi olarak eşlik eden ses Vincent Cassel'e ait. Cousteau'yu bilim insanı, sinema yönetmeni ve yazar kimliğiyle tanırken ister istemez çevreci oluşuna da tanıklık ediyoruz. Bilimsel araştırmaları popüler hale şahsen getirdiği yıllarla günümüz dünyası arasındaki uçurumları filmi izlerken daha çok hissedecek, alarm veren gezegenimizin gidişatına uzun zamandır belki boşuna dur denmeye çalışıldığını hatırlayacaksınız.
Kaptan Kusto, fazlasıyla uzun Demokrasi ve Özgürlükler Adası adıyla yeni bir kimliğe büründürülmeye çalışılan Yassıada'nın ve çevresindeki su altı dünyasının acınası vaziyetini görse acaba ne derdi?
Film müziği deyince...
"İyi, Kötü ve Çirkin" filminin müziği olarak hafızalarda yer etmiş melodinin geçen sene vefat etmiş Ennio Morricone'ye ait olduğu geniş kitlelerce biliniyor. Meşhur bestecinin adı genelde Spaghetti Western sinemasıyla anılsa da uzun kariyerinde geniş çaplı üretimde bulunmuş, İtalya'nın en saygıdeğer çağdaş bestecileri arasında yerini almıştı.
Giuseppe Tornatore imzalı 152 dakikalık "Ennio" adlı belgeselde kendisini evinde gayet ritmik hareketlerle jimnastik yaparken, sessiz ortamda kâğıt kalemle yeni eserler bestelerken görüyor, ayrıca satranç sevgisine vâkıf oluyoruz.
Aslında doktor olmak istediğini, mütevazı kökenlerine rağmen babasının onu trompetçi olmak üzere konservatuvara yolladığını öğreniyoruz. Zamanla besteciliğe meyil gösterdiğini ve aslında deneysel soyut eserlere kaynak oluşturabilmek için film müziği yapmaya giriştiğini de...
Filmde Morricone'nin kendisi seyirciye kılavuzluk etme vazifesini üstleniyor; Bertolucci, Argento, Levinson, Tarantino, Stone, Springsteen, Zimmer, Metheny gibi ünlüler bir sinema efsanesine dönüşmüş olan besteciyle ilgili enteresan anılarını zevkle paylaşıyor.
Bir şarkı nelere kadir
"İnsanlar asırlardır 'Hallelujah'yı söyleyip duruyorlar, buradaki ufak yolculuğumuzu teyit etmek için" diyor, en meşhur ve başka sanatçılar tarafından en çok yorumlanan parçası hakkındaki belgeselin başında Leonard Cohen.
Dan Geller ve Dayna Goldfine imzalı "Hallelujah: Leonard Cohen, a Journey, a Song" adlı film Kanadalı şarkıcı ve şair hakkında daha önce görülmemiş arşiv malzemesini layıkıyla kullanırken, bilhassa ünlü parçasının hayatındaki rolünü irdeliyor.
Yaratılma sürecinin uzun ve sancılı yıllar alması bir yana, piyasaya çıktığı zaman ticari bir hüsrana uğramasına şahit oluyoruz. Sözlerinde barındırdığı eski ahite ait dini mesajların sanatçının kendisi tarafından zamanla nasıl ayıklanıp evrildiğini de merakla izliyor, geçtiğimiz senelerde vefat etmiş değerli sanatçıya tekrar saygı duymaktan kendimizi alamıyoruz.
Filmde hatırlatılan Hallelujah versiyonlarından Jeff Buckley ve Rufus Wainwright'ınkiler öne çıkıyor, şarkının yaratılmasından çok sonra zamana nasıl direndiği ispatlanmış oluyor.
Eğrisi doğrusuyla ardından gayet parlak bir iz bırakmış Cohen hakkında başka başka sinema eserleri izleme ihtimalimiz istikbalde de yüksek galiba!
Din otoriteleri karşı çıksa da...
Kilise tarafından "sapık", devlet tarafından "komünist" ilan edilmiş olsa da, Mesih İsa hakkında bir film çekmeye girişen Pier Paolo Pasolini "Matta'ya Göre İncil"i gerçekleştirmek için gözüne Kutsal Topraklar'ı kestirmişti. Fakat yıl 1964 olmasına rağmen çekim mekânlarını belirlemek üzere İsrail'e gerçekleştirdiği ziyaret onu hayal kırıklığına uğratmış, coğrafyanın çoktan beri modern dünyanın kurbanı olduğunu idrak etmişti.
Andrei Ujica'nın yönetmenliğini üstlendiği "2 Pasolini" adlı belgeselde efsanevi yönetmeni yine de muhteşem çöl manzaralarını hayranlıkla izlerken görüyor, Vatikan danışmanı rahip Andrea Carraro'yla sohbetine tanık oluyoruz. Filmde "Matta'ya Göre İncil"den görüntüler de izliyoruz.
Pasolini Hıristiyan Katolik dünyasının dine bakışının ne kadar çarpık olduğunu anlatmaya sanki boşuna soyunmuştu.
Belgeselin yaratıcısı, usta yönetmen Ujica gittikçe kabaran fırtınalı deniz görüntülerinin eşliğinde havari Matta'nın İncili'nden bir alıntıyı bize dinletiyor. Alıntıda Mesih İsa, yazıcılar ve Ferisi'lerin riyakârlığı hakkında insanları uyarmakta.
Kapanış jeneriğinde 2Pac Shakur'un meşhur parçası "Hit'em Up", Pasolini'nin filmi hakkındaki bu şiirsel belgesele şaşırtıcı bir anlam katmanı eklemiş oluyor.
Filmin nerede çekildiğine dönersek, İtalya'nın en aykırı sinemacı, şair ve yazarlarından biri olarak hatırlanan Pasolini istediği ambiyansı yakalayabilmek için İtalya'nın Calabria, Lazio, Sicilya ve Puglia bölgelerini seçmiş, Kudüs'te geçen sahneler için Sassi di Matera'yı uygun görmüştü.
Maria Callas'a başrolü oynattığı "Medea" filmine mekân olan Kapadokya'nın bugünkü halini Pasolini görse ve dünyanın gözbebeği olan böyle bir coğrafyanın doyumsuz inşaat sektörüne müsrifçe teslim edilmesine şahit olsa, herhalde buralardan da büyük bir üzüntüyle kaçar giderdi!
(MT/AÖ)