Her şeyin mümkün olamadığı ama gel gör ki şimdinin "nadir" addettiği şeylerin cömertçe yaşanıldığı zamanlara öykünen, özleyen bir dolu insan var etrafta. Miş'li geçmiş zamanın çekiciliği sadece cümlelerimizden kurduğumuz bir "ben" imize eskitme* yapabiliyor. İşte o eskitme yanımız yürüyen merdivenlere adım attığımızda, dokunmadan açılıp kapanan kapılardan geçtiğimizde, binlerce kilometre ötesine birkaç saatte vardığımızda (...) pek ciddiye alınmayacak tarafımız gibi duruyor. Geriye dönmeyi arzulayan romantik söylemsel tavır propaganda olabilecek kadar bile güç bulamıyor. Klimanın ozon tabakasına zarar verdiğini bilmeniz, onu kullanıyor olmanızla çelişki gibi bile durmuyor ya da cep telefonu ile her birilerine ulaştığınızda ya da size ulaşıldığında teknoloji karşıtlığınızın ne sınırlarını çizebilir ne de bugün içerisindeki manasını anlatabilirsiniz. Rasyonel çağ içerisinde söyleyeceklerinizin gelip dayanacağı nokta "Eee ne yapalım, mağaralara geri mi dönelim!!" gibi basit bir algının pervazına takılıyor.
Yaşamsal kaos yerine, insan ürünü sayıların kaosunda tutunmaya, yer edinmeye didinen modern insanın hayatı, doğal seçilimden daha acımasız. Kış uykusuna yatan ayılar kadar bile tetiksiz, dingin, keyifli bir zaman dilimine sahip değilken aklın ayrıcalığı ile böbürlenmek insan evladının vardığı ilginç sonuçlardan biri. Geçmişe bakıldığında insanın yaşadığı çağda birçok ayrıcalığını nasıl kullandığı ile ilintili olarak doğayla bir ilişki biçimi oluşturduğunu söyleyebiliriz. "Kuşkusuz, hemen her dönemde doğaya atfedilen anlam, o dönemle ilgili toplumsal hayata ilişkin değerlendirme ve anlayışla bağlantılı olagelmiştir. Rönesans boyunca doğa, aynı zamanda insanın eylem ve edimlerinin sahnesi, fethedilecek bir alan ve insanın yaşama ilişkin istek ve tutkularının kaynaklandığı bir varlık sayılmış; insanın yaşamının mise en scene'i* olarak algılanmıştır. (...) Shakespeare'den İbsen'e, şiirde ise Petrarch'dan Hölderlin'e kadar ki tarihi boyunca doğaya gidiş bir kaçış değil, özgürleşim tutkusunu güçlendiren bir düşünsel öğe olmuştur."(1) Genel bir özetle insanın kendini gerçekleştirebilme iddiasını "doğayı fethetme" ile şartlaması tarihinin büyük bir kısmında peşine düştüğü hırslarından biridir. Hal böyleyken tabiata kuşbakışı bakış, layığı olmayan bir kibrin gösterdiği tepeden yapılmıştır, yapılmaktadır. Karşılaştırma ve dolayısıyla karar vermede konforlu hayatın sinsi tutsaklığı, vahşi hayatın başına buyruk özgürlüğüne yeğleniyor. Çitli alanların ilgili mercilerinde oluşturulan bir takım algılar kulaktan kulağa, ağızdan ağza dolaşıyor. İşte o algılardan biri de tabiat üzerine kurulanı. Evinizde (ya da bilgisayarınızın masa üstünde) duvara asılı doğa fotoğrafı, onun ulaşılamayacak kadar uzaklığının ya da artık hayatınızda olmadığının belirtisidir ki bu çalışma masanızı kendi fotoğraflarınızla donatmanız kadar saçma bir alışılagelen dekor tercihidir.
İnsanın içgüdüsel olarak ne yardan ne serden geçebilmesi doğaya ait parçasal görüntüleri gülünç yöntemlerle hayatına taşımasına sebep olmuştur. Hayvanat bahçesinde kafesin ardındaki canlıyı anlamsız hayretlerle seyredişimiz buna örnektir. Çoğu kez insafsız yöntemlerle çok mühim bir şeymiş gibi insan hareketlerinin öğretildiği hayvanların şov alanı olan sirkler ise kepazeliğimizin daniskasıdır. Alandan tasarruf adına hareket alanları daraltılan dolayısıyla daha hızlı palazlanması sağlanan hayvanları sadece besin kaynağı olarak görmemiz ise homosantrik görüş için olması gerekendir. "TV'de gösterilen 'tabiat', Sierra Club takvimleri, "el değmemiş doğa" teçhizatçıları, "doğal" gıdalar ve lifler, "çevreci" başkan ve "radikal" ekoloji, hepsi "tabiatı" ve onunla "uygun" ilişkimizi yaratmayı planlar. Yaratılan imge, bilinçaltı ile algılanan şekilde erken uygarlığın 'günahkâr el değmemiş doğa' bakış açısını devam ettirir. "Tabiat" belgeselleri her zaman yırtıcılık sahnelerini içerir ve bu belgesellerin yönetmenlerinin hayvanları kavgaya kışkırtmaya kalkışmak için elektrik şokları kullandıkları söylenir. "El değmemiş doğa" gezginliğine özenenlere tehlikeli hayvanlar ve bitkiler hakkında verilen uyarılar ve bunlarla başka çıkmak için "el değmemiş doğa" teçhizatçıları tarafından yaratılmış ürün miktarı, vahşi yerlerde dolaşma deneyimlerime göre oldukça aşırıdır. Uygarlığın dışındaki yaşam imgesi bize hayatta kalma mücadelesi olarak verilir." (2) Askeri cephaneden farkı olmayan doğa sporları malzemelerinin de bir endüstri olarak uslanmaz, maceraperest doğa tutkunlarına sunuluşu da bu yüzdendir. İşkolikliğinizi daha da perçinlemek için çıktığınız tatili, bir inziva niyetine doğanın ortasında değilse de kıyısında geçirmeniz de, "orayı" bir tecrit alanı olarak görmenizden kaynaklanır. Bu nasıl yalıtılmışlıktır ki, şempanzenin gen yapısının %'lik koca benzerliğinin önüne geçememiştir.
Pastoral akım sevdası günümüzde gazete eklerinde, doğa dergilerinin tanıtım maksatlı kaçış yeri rotası veren bol virgüllü yazılarında ve bir de "Biz gezdik, gördük; sizde kutudan izleyin." lütuflu TV programlarında yer bulmuştur kendine. Çoğunlukla da modern hayatın zerre girmediği yerlerin aksine, gurmeler için enfes yöresel tatların, "gösteri peygamberliğine" ayak uyduran seyirlik kültürel tiyatroların, doğallıkla süslü pansiyonların tanıtımı yapılırken, adres ve rezervasyon bilgileri ile sonlanır bu yazılar, programlar. Elitler, kodamanlar, burjuvalar, kapitaller de bu adreslerin en kıdemli misafirleridir. Gene aynı şekilde modern seyyahların, kâşiflerin dünyayı keşfetme (Keşfedip yerle bir etme) aşkıyla egzotik mekâna sıçrayışları, gerçekten görmekten çok uzak "şıpşak tasvirleri" turizm sektörü ile birleştiğinde ortaya çıkan arsız keşfin, arsız görsel istilasıdır. Tüm fotojenik ilkel görüntüleri, vahşi hayatı "buralara" getirmeniz için tek yapmanız gereken deklanşöre basmaktır. Gerisi kendi dünyanızın kavramları, terimleri ile anlatacağınız şeylerden ibaret olacaktır.
El değmemiş doğa içerisinde yoksulluktan kaynaklı bir eşitsizliğin olma ihtimali olmadığından ya da meta kültürünün buralarda pek iş görmeyeceğinden olacak ki şehirler kurulmuştur. (Herkesin Truman olduğu, kısırdöngü yaşamların birbirine karıştığı şehirler.) İktidar ve her daim iktidar medetli olmayı bırakmayan zihinler gözetleme kameralarının çokluğuyla övünmeyi, gözetimle sağlanabilecek bir güvenliğe muhtaç olmamızın utancını hiç aklımızı getirmeyecek şekilde modern hayatın tekno getirilerinden biri olarak görürler. Akan fragmanın bir parçası ve izleyeni olarak her şey o kadar kolay, her şey o kadar iyiye doğru yol almakta ki gözümüzde, filmin dolayısıyla hayatın bütünde nasıl gözüktüğünü, hangi sonuca doğru yol aldığını göremiyoruz. Bu arada müzik, televizyon, ünlüler, banka kartları, çoksatan kitaplar, GSM, MSN, SMS, yeni trendler, gişe filmleri, sex shoplar, alışveriş merkezleri gibi çağın "şeyleri" ile aldanış, oyalanış silsilelerimizden yarattığımız enkazın üzerinde yuvarlanıyoruz. Parmak ucu ile gösterdiğimiz öteler ise ya rezerv alanlarımız ya da balistik raporlarımız için talim alanlarımız. "Birkaç yıl önce gazetelerde yer alan bir haber dünyamızda hayvanlara ayrılan yeri çok iyi anlatmaktadır. Bu haberde fillerin ve öteki vahşi hayvanların Afirika'ya uçak inişine engel olduğu bildiriliyordu. Hayvan burada sadece trafiğe bir engel olarak görülmektedir. İnsanı her şeyin efendisi olarak gören bu zihniyet, Tevrat'ın ilk bölümleri kadar eskidir."(3)
Gardiyanların, polislerin, x-ray cihazlarının denetiminden çok her birimiz, her birimize yasaların suflesini vererek sistemi oluşturuyoruz. Huxley ve Orwell'in öngörüleri bugün içerisinde değerlendirildiğinde Huxleyci korkuların haklı çıktığını söyleyebiliriz. "Orwell, kitapları yasaklayacak olanlardan korkuyordu. Huxley'in korkusu ise kitapları yasaklamaya gerek duyulmayacağı, çünkü artık kitap okumak isteyecek kimse kalmayacağı şeklindeydi. Orwell, bizi enformasyonsuz bırakacak olanlardan; Huxley, pasifliğe ve egoizme sürükleyecek kadar enformasyon yağmuruna tutacak olanlardan korkuyordu. Orwell, hakikatin bizden gizlenmesinden; Huxley, hakikatin umursamazlık denizinde boğulmasından korkuyordu. Orwell, tutsak bir kültür haline gelmemizden; Huxley, duygu sömürüsüne dayanan içki âlemleri ve tek başına iple asılı bir tenis topuyla oyalanmak gibi şeylerle ömür tüketen önemsiz bir kültüre dönüşmemizden korkuyordu." (4)
Son olarak okun yaydan çıktığı aşikâr iken olması çok zor duaların sahiplerinin inatlarına, sağduyularına güvenmekte ısrar ederek iki olasılığın haberini J. Zerzan'ın cümleleri ile vermek istiyorum. "Ya daha korkunç bir evcilleşmeye ve eninde sonunda imhaya varacak bu yolda pasif bir şekilde ilerlemeye devam edeceğiz, ya da yaşam ile vahşi doğanın yabanıl ve tutkulu bir şekilde kucaklanmasına, saatlerin, bilgisayarların ve de iş denilen irade ve düş yoksulluğunun enkazı üzerinde dans edeceğimiz neşeli bir başkaldırıya varacak yeni bir yöne sapacağız." (5) (FG/SP)
Not: Geri dönüş, yabanilik, teknoloji kısmen aydınlanma üzerine farklı düşünceleri aynı perspektiften kullanmam dikkatinizi dağıtmasın. (Horkheimer, Zerzan, Faun, Löwenthal) Alıntı kolajım, her daim kendi çıkarıma karşıt düşünceleri birleştirebilme marifetindedir.
*Mobilya eskitmedeki anlamıyla kullanıyorum.
*Sahneye oyun koyma, mizansen
1. Leo Löwenthal, Knut Hamsun (ç. Ünsal Oskay), Varlık Dergisi, Makale, s. 56
2. Feral Faun, Gösteri Olarak Tabiat (çev. Elfun K.), http://yabanıl.net/?p=228, makale, 26 Ağustos 2010
3. Max Horkheimer, Akıl Tutulması (ç. Orhan Koçak), Altıncı Basım, İstanbul: Metis Yayınları, 2005, s. 127
4. Sibel Özbudun, George Markus ve Temel Demirer, Yabancılaşma Ve..., 1.Baskı, Ankara: Ütopya Yayınları, 2007, s. 62-63