Türk Tabipleri Birliği’nin Eylül ayında kamuoyu ile paylaşılan 6. ay raporunda yukarıdaki başlıkta imzasız bir yazı yer aldı. İmzasız olması nedeniyle doğrudan Merkez Konseyi (TTB) görüşü olduğunu kabul ederek değerlendirmek ve vesile kılarak -TTB ile sınırlı olmayan- kimi tartışmalar yürütmek yol haritası güncellemesine katkı sunabilir. Çünkü analiz yapıldığı döneme ait, tanımlı bir dönem için geçerli olan, bir yanıyla statik bir saptama olarak düşünülebilir; süreçte güçlü/zayıf yanlar, fırsat ve tehditler değişebilir. Bu amaçla bu yazıda iki saptama üzerinde duracağım.
İlki ‘sağlık çalışanlarının özverisi’, pandemi mücadelesinin güçlü yanı olduğu dünya ölçeğinde kabul gören bir tespit. Özveri sıklıkla “bir amaç uğruna veya gerçekleştirilmesi istenen herhangi bir şey için kendi çıkarlarından/yararlarından vazgeçme” olarak tanımlanıyor (karşıladığını çok düşünmesem de eşanlamlı sözcük olarak ‘fedakârlık’ söyleniyor). Öz’e ait olduğu, öz/iç’ten kaynaklandığı için dış faktörlerden etkilenmesi, dış etkilerle ‘tükenmesi’ beklenmeyebilir. Ama öyle olmuyor, özveri zamanla azalabiliyor, azalıyor ve hatta büyük bir çoğunluk için tükeniyor. Bu nedenle özveri çok kırılgan olabilir, kısa olmayan bir mücadele zaman dilimi açısından yaslanılacak güçlü yanlardan biri olarak düşünülemeyebilir, kısacası sürdürülebilirliği açısından endişe duyulması yerinde olur.
Tek tek insanları aşıp bir büyük topluluğun/grubun özverisinin sürdürülebilirliği bir yanıyla atmosfere bağlı. Sağlıkçı topluluğunun Türkiye’de niceliksel büyüklüğü 1 milyon 100 bin civarında. Üç ana niceliksel büyüklük olarak hekim, hemşire ve diş hekimi sayısı ise 1 Ocak 2020 itibarıyla, sırasıyla 164.594, 198.465 ve 32.859.
Hakkınız ödenmez ama...
Türkiye’de hem genel olarak hem de sağlık emekçileri arasında neyse o olan ortak duygunun da tahrip edildiği, eşitsizlikleri giderek arttıran uygulamaların olduğu bir iklim hüküm sürüyor. Böyle bir iklimde hemfikirsek sağlık çalışanlarının örgütlü yapıları özveri üzerinde “düşünmeliler”. Bu düşünme halinin sadece sağlıkçılarla sınırlı değerlendirilmesi de görme alanında darlığa ve devamında yapılacak analizde de hamlığa sevk edecektir, en azından bu tehlikeyi içerir. Tanığıyız, bütün emekçiler özveriyle davranıyor ve bedelini de hasta olarak, tıbbi yoksulluğa sürüklenerek ve hatta yaşamlarını kaybederek ödüyorlar.
Elbette sağlıkçılar için farkını ve “hakkınız ödenmez” olarak seslendirilen ama sermayenin maliyet tablosunda “hepsi çok önemli ve değersiz” olarak yazılan bir kaleme dönüştüklerini biliyoruz. Öyle ki grip aşısı olma öncelikleri bile yok!
Hal böyleyse sağlıkçıların örgütlü yapıları pandemi mücadelesinin güçlü yanları sütununa sağlıkçıların özverisinin içine (yanına, önüne-arkasına) sağlıkçıların örgütlülüğünü de yazmalı, bunu hedeflemeliler. Farkındayız bunun önünde yapısal engeller var. Yapısal engellerin örgütlü düşüncesizlikle bütünleşerek dönemsel öncelikler belirlemede bile tutukluğa, atalete yol açtığını, ayna karşısına geçip kendini gerçekçi değerlendirmekten yoksun olduğunu, kontrolsüz gücün güç olmadığını unuttuklarını (vd.) da görüyoruz. Dönemsel öncelik belirlemenin “diğer” başlıkları yok saymak/hiçleştirmek olmadığı, enerjinin/gücün kullanımına dair bir ağırlıklandırma olduğunu, “diğerlerini” önceliğe “tâbi” kıldığını anlamak gerekiyor. Nihayetinde ilk adım söylediğine inanan, samimi ve mücadeleyi farklı ajandalara malzeme etmeyeceğine güven veren bir öznenin toparlayıcılığına bakıyor, ihtiyaç duyuyor.
Pandemi ve kapitalizm
İkinci saptamaya gelirsek. İkinci saptama fırsatlar başlığı altında yer alıyor: Kapitalizmi sorgulayan tartışmaların artışı. Kapitalizmi sorgulayan tartışmaların pandemi vesilesiyle kolaylıkla yürütülmesi yaşamın ve emek sürecinin hemen her alanı için -düne göre- çok daha kolaylaşmış durumda, pandemi bu fırsatı sunuyor.
Pandeminin kapitalizmin ve genel olarak otoriter, baskıcı, faşist yönetimleri teşhir etmek için çok uygun imkanlar sunduğu, bu gündem üzerinden bütün sorunları (eşitsizlikler, sınıfsal, toplumsal, etnik, özgürlükler, doğa tahribatı-ekosisteme verilen zarar, iklim, cinsiyet eşitsizliği, demokrasi/demokratik yaklaşımlar, laiklik, örgütlenme, ifade özgürlüğü, mesleki değerler, bilim, sağlık çalışanlarının/hekimlerin hakları, vd) görünür kılmanın sağlık alanının bilgi ve donanımıyla çok daha mümkün olduğu açık. Bu bilgiyi kullanışlı halde sunmak, kaba ve kolaycı yaklaşımlardan uzak durarak özenle işleyerek servis etmek ancak örgütlü aklın sağlık emekçilerinin “ruhunu” okuyan/bilen ve ona uygun aktarımıyla sağlanabilir. Bir başka ifadeyle düşünceli ama örgütsüz olanlarla örgütlü düşüncenin buluşmasını sağlayacak ince bir işçilik çok önemli gözüküyor. Bunun için de mutfağın önemini hatırlatmaya gerek bile yok.
Yine de gündelik hayhuy ya da koşturmaca içerisinde Türkiye’de hemen herkesi sarıp sarmalayacak ana gündemi (zemini) belirlemek gerekiyor: Dayatılan değil istekle dahil olunabilen, herkesin kendine yer bulabileceği genişlikte ve geçmişten bugüne şu ya da bu ölçüde herkesin katkısı-izi olan ve bu nedenle üzerinde kaygı duyulabilen tarihsellikte… Ve en önemlisi geleceğe dair ortaklaşılabilecek tasarım imkanı sunan kapsayıcılıkta.
Türkiye’nin adım adım girdiği ve ilerlediği “2023 darboğazı” mevcut koşullarda ancak “nasıl bir cumhuriyet istiyoruz?” tartışması zemininde emekçiler lehine bir fırsata dönüşebilir, gözüküyor. Anti-emperyalist olmanın anti-kapitalist olmakla bütünleştiği bir cumhuriyet özlem ve tartışmasının pandemi sıcağında yapılma fırsatı kaçırılmamalıdır.*
(NÖ)
*Cumhuriyet’in 100. yılına … demokratik, laik, eşitlikçi, özgürlükçü, bağımsızlıkçı, barışçı, halkçı, toplumcu/kamucu bir Cumhuriyet’te topluma “adanmış” bir mesleğin onurlu bir üyesi olarak yer almak, yaşamak isteğiyle girmek…