“Her çağın hâkim fikirleri, o çağın hâkim sınıflarının fikirleridir.”
Karl Marx
Egemenler toplumu istedikleri doğrultuda şekillendirmek için eğitimi en önemli araç olarak görürler ve yönetmekten asla vazgeçmezler.
Bu nedenle öğretmen yetiştirme politikası ve eğitim sorunu, farklı sınıf ve grupların eğitimden beklenti farklılıkları kadar çeşitli ve karmaşıktır. Bu farklılık, Köy Enstitüleri'nin kuruluşuna da yansıdı.
Köy Enstitüleri Projesi ile, bir tarafta Türkiye’nin karanlıktan çıkmasını isteyen bir avuç aydın ve siyasi iktidarın bir kanadı, diğer tarafta toprak ağaları, yeni oluşmaya başlayan cılız sermaye, gericiler, Osmanlı’dan kalma alışkanlıklarını sürdüren bürokrasi ve işbirlikçileri, sürekli çatışma içinde oldu.
Köy Enstitüleri'nin kurulması ve kapatılması da o günün koşullarında egemenlerin süreçteki güç dalgalanmalarının sonucu olarak görülmelidir. Süreçte bu dalganın yükseldiği ve çağdaşlaşma atılımlarının duraksadığı 1950’li yıllarda da kapatıldı.
Köy Enstitüleri'nin kurulmasıyla toplumun kısmi bir aydınlanma sürecine girmesi halkı umutlandırmışsa da değişmez kural tarihler boyu eğitim ve öğretmen yetiştirme politikası, egemenlerin politikası olmuştur, güçlü, örgütlü bir direnç görmediği için halk örgütlügücünü yaratarak saltanatlarını yıkıncaya kadar da egemenlikleri devam edecek.
Beşikdüzü Köy Enstitüsünün Chevrolet kamyonunda Mustafa Kamil Karadeniz (Fotoğraf: Beşikdüzü Köy Enstitüsü Hikayesi Bitmedi, Kaveg Yayınları)
1920'ler
1920'de Osmanlı’dan kalan; 16 Mart 1848’de kurulan Darülmuallimin’in devamı 20 ilköğretmen okulu ve 1891’de kurulan Darülmuallimin-i Ali’nin devamı İstanbul’daki Yüksek Öğretmen Okulu vardı. Bu okulların öğrenci kapasitesi, Türkiye’nin yüzde 20’nin yaşadığı şehirlerdeki okullara bile yetmiyordu.
1923-1924 öğretim yılında, Türkiye’de 4894 ilkokul,10.238 öğretmen 341.941 de öğrenci vardı. Nüfus yaklaşık 13,5 milyon civarındaydı. Bu nüfusun çoğu kadın ve çocuktu. Öğrenim çağında yaklaşık 4 milyona yakın çocuğun sadece yüzde 3,5-4’ü okula gidebiliyordu. Onların da tamamına yakını şehirlerde yaşayanlardı. 40 bin köyün 35 bininde okul ve öğretmen yoktu.
Şehir-köy?
Var olan öğretmenlerin sadece yüzde 32’si öğretmen yetiştiren kurumlardan, yüzde 68’i medreselerden, imamlardan ve askerliğini yapmış, okuma-yazma bilenlerden karşılanıyordu.
Nüfusun yüzde 80’ini köylerde yaşarken öğretmenlerin yüzde 78’i şehirlerdeydi. Okulların yüzde 24,7’si, öğretmen yokluğundan kapalıydı.
1927 sayımında nüfusun sadece yüzde 4.7'si okur-yazardı, ki bunun da tamamına yakını şehirlerde yaşıyordu. Erkeklerin yüzde 77si, kadınların yüzde 92'si okuma yazma bilmiyordu.
Öğretmen açığını kapatmak amacıyla, 7 Mart 1921 günlü bir kanunla; öğretmen, öğrenci ve medrese mensuplarının askerlikleri ertelendi.
Çalıkuşu yok
Ankara’da 15 Temmuz 1921’de toplanan “Maarif Kongresi”ne Kurtuluş Savaşı devam ederken Mustafa Kemal'in katılması, 1923 ve 1924’te toplanan “Heyet-i İlmiye”de, eğitim konusunun enine boyuna tartışılması, eğitime verilen önemi gösteriyor, ama köklü bir çözüm üretilemiyordu.
3 Mart 1924’te çıkarılan Tevhid-i Tedrisat (öğretimin birleştirilmesi) yasası ve 1 Kasım 1928’deki Harf Devrimi ile eğitim alanına önemli kazanımlar sağlandı, ancak eğitim ve öğretmen yetiştirme sorunu çözülemiyordu.
Bu okullarda yetişen şehir kökenli öğretmenlerin, tümüne yakını şehirlerde görev alıyordu. Köylere atanan az sayıdaki öğretmen de kısa süre içinde şehre dönmenin yolunu buluyor ya da öğretmenliği bırakıp şehirde başka işlerde çalışıyordu. Çalıkuşları pek çıkmıyordu.
Öğretmen yokluğundan yararlanan cumhuriyet karşıtı güçler, okulların yerini, eski yöntemle illegal olarak yürüten imamlarla dolduruyordu. Köylerdeki çocukların tamamına yakını, cami hocalarından eğitim alıyordu.
Açık nasıl kapatılır?
İmamlar, Cumhuriyet dönemine kadar eğitimi, ezber, baskı ve şiddete dayalı bir yöntemle yürüttüler. Bu falakalı eğitim anlayışı çocuğun ruhsal ve sosyal değerlerini yok ederken, ne yazık ki hocalar, yok ettikleri değerlerin farkında bile değildi. Farkına varanlarda suskun, kişiliksiz, itaatkâr, evet efendimci bir nesil yetiştirdikleri için mutluydular. Bu alışkanlıklarını cumhuriyet döneminde de boşluktan yararlanılarak uzun süre sürdürdüler.
Bu dönemde yurtdışından getirilen uzmanların, Türkiye eğitim sistemine ilişkin hazırladıkları raporlar doğrultusunda yaptıkları öneriler, Türkiye’nin gerçekleriyle örtüşmediği için, önemli fikirler veriyor ama, sağlıklı bir yönlendirme yapamıyordu.
Eğitim şuraları toplanıyor, Meclis’te çözüm önerileri tartışılıyor, öğrenci kontenjanları artırılıyor, fakat eğitim sorununa köklü ve toplu bir çözüm üretilemiyordu. Öğretmen okullarının bir yılda verdiği 300-350 mezunla öğretmen açığını kapatmanın olanaksızlığı ortadaydı.
Oysa cumhuriyetle yaşanan değişimin kitlelerce benimsenmesi, korunması ve geliştirilmesi eğitimli bir toplumu zorunlu kılıyordu. Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullar eğitim alanında devrimci bir yaklaşımı gerektiriyordu.
İlköğretmen Okulları
1923–1924 öğretim yılında Osmanlı’dan donanımsız ve bakımsız olarak devralınan öğretmen okullarının bir kısmı kapatılarak sayıları yedisi kız, 13'ü erkek olmak üzere 20 ilköğretmen okulu ile ilkokullara öğretmen yetiştirmeye devam edildi.
İlköğretmen Okulları, Köy Enstitüleri’nden önce de sisteme öğretmen yetiştiriyordu. Ancak Köy Enstitüleri açıldıktan sonra, eğitim öğretimde planlama, ders programı ve işleyişte Köy Enstitüleri’nden çok etkilendiler. Zaten Köy Enstitüleri, özgün kurumsal yapısıyla uzun yıllar öğretmen yetiştiren kurumlarda etkisini sürdürdü.
Kapatılan Köy Enstitüleri, ilköğretmen okullarına dönüştürüldü. Ancak bu okulların adı, ders programlar ve idari kadroları değişti ama, öğretmenleri ve mekanları değişmedi.
Köy Enstitüsünden dönüşen ilköğretmen okulları yatılı öğrenci almaya devam etti. Bu nedenle de ilköğretmen okulları ortam, uygulama ve yaklaşımlar bütünlüğü içinde kendiliğinden “Köy Enstitülerini” yaşatma çabasını sürdürdü.
İlköğretimin birinci kademesi üzerine altı, ikinci kademesi (ortaokul) üzerine üç yıl eğitim veren ilköğretmen okulları ve ağırlıklı olarak köy ilkokullarından mezun olan öğrencileri alan ilköğretmen okulları, köy veya şehir fark etmeksizin tüm ilkokullara uzun yıllar öğretmen yetiştirdi.
1970'de İlköğretmen okullarının öğretim süresi ilkokul üzerine yedi, ortaokul üzerine dört yıla çıkarıldı. 1973-1974 öğretim yılında öğretmen lisesi, ardından da “Anadolu Öğretmen Lisesi” adıyla varlığını bir süre daha sürdüren bu okullar daha sonra kapatıldılar.
Beşikdüzü Köy Enstitüsü'nde marangozluk işliğinde öğrenciler (Fotoğraf:Beşikdüzü Köy Enstitüsü Hikayesi Bitmedi, Kaveg Yay.)
Yüksek Öğretmen Okulu
Eğitim tarihimizdeki ilk yüksek öğretmen okulu 1891'de İstanbul’da kurulan “Darülmuallimini Aliye”dir. Cumhuriyet döneminde Yüksek Öğretmen Okulu adını alan bu okul, 1954-1955 öğretim yılına kadar, Millî Eğitim Bakanlığı'nın (MEB) elindeki tek yüksek okul olarak, öğretmen yetiştirme işlevini sürdürdü.
Hızlı nüfus artışıyla, okul çağı nüfusun artması liselerin öğretmen ihtiyacını karşılamada yetersiz kaldı.1959’da Ankara’da, 1964’te İzmir’de birer yüksek öğretmen okulu açıldı. Bu okullar, İlköğretmen okullarının son sınıfına geçen öğrenciler içinden, not ortalaması yüksek, başarılı öğrencileri alıyordu. Eski yüksek öğretmen okulundan farklıydı. Bu nedenle İstanbul’daki eski yüksek öğretmen okuluna da aynı program uygulandı.
MEB yüksek öğretmen okulu öğrencilerini, üniversite giriş sınavları yoluyla almayı kararlaştırmasıyla, öğrencilerini ağırlıklı olarak köy çocuklarından alan bu okullara fakir halk çocuklarının girmesinin de önü kapandı.
Öğretmen yetiştirmede tarihi bir sorumluluğa sahip bu okul 130 yıl liselere öğretmen yetiştirdikten sonra “çeşitli nedenlerle işlevlerini yerine getiremez olduğu” gerekçesiyle, 1978'de kapatıldı.
Eğitim Enstitüleri
İlk eğitim enstitüsü Türkçe öğretmeni yetiştirmek amacıyla 1926-27 öğretim yılında Konya’da açılan Orta Öğretmen Okulu'dur. (“Orta Öğretmen Yetiştirme ve Eğitim Fakülteleri Muallim Mektebi”)
Bu okul 1929-1930 öğretim yılında, Ankara’ya taşındı, adı “Gazi Orta Muallim Mektebi ve Terbiye Enstitüsü” olarak değiştirildi.
Ankara’ya taşındıktan sonra, Türkçe bölümüne, Eğitim (Pedagoji), Matematik, Fen Bilgisi, Sosyal Bilimler, Resim-İş, Beden Eğitimi, Müzik, Fransızca, İngilizce ve Almanca bölümleri eklenerek, ortaokul ve liselere her branştan öğretmen yetiştiren ana kaynak haline geldi.
Eğitim enstitüleri ilköğretmen okulları gibi hep köy enstitülerinin uygulamalarını örnek aldı. 1963'te Tokat İlköğretmen Okulu, 1964'te Yozgat İlköğretmen Okulu ve 1972'de İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü Eğitim (Pedagoji) Bölümü’nde öğrenim görmüş biri olarak, Köy Enstitülerinin etkisini hissetmemek mümkün değildi.
Dönüşerek kapandılar
Tüm eğitim kurumları Köy Enstitülerini açan kadroların bilimsel, laik, özgür bir eğitim yaratma çabalarından, doğrudan etkilendiler. Bu ilkeler, o dönemde eğitim kurumlarını taşarak tüm toplumu etkiledi.
Cumhuriyet döneminde ortaokul ve liselerin öğretmen ihtiyacını uzun yıllar eğitim enstitüleri karşıladı. İlk açılışta öğretim süreleri lise ve ilköğretmen okulları üzerine iki yıl olan eğitim enstitülerinin, öğrenim süresi daha sonra üç yıla çıkarıldı.
Artan öğretmen ihtiyacını karşılamak için 1940’tan başlayarak yeni eğitim enstitüleri açıldı. 1976'da sayıları 50’ye ulaştı. Millî Eğitim Bakanlığı'nın 1979’da çıkardığı bir yasayla “her düzeydeki öğretmenlerin yükseköğrenim yoluyla yetiştirilmesi” hükmü gereği eğitim sürelerini dört yıla çıkınca yüksek öğretmen okullarına dönüştü. Bir süre sonrada Eğitim fakültelerine dönüştürülerek kapatıldılar.(TD/APK/RK)
* Metin içi fotoğraflar Güler Yalçın arşivi, Köy Enstitüleri Araştırma Derneği Başkanı, teşekkürlerle.
Köy Enstitüleri 81 yaşında/ Tahsin Doğan
1/ Osmanlı'dan Cumhuriyet'e okullar, okullaşma
2/ Köy Enstitülerinin yolunu açan okullar
3/ Köy Enstitülerinin misyonu neydi?