En İyi Uluslararası Film dalında Oscar adayı olan, Almanya yapımı İlker Çatak’ın son filmi “Öğretmenler Odası”nı (Das Lehrerzimmer) hangi pencereden izlemeli?
Baskı altında kalarak yanlış kararlar veren bir öğretmenin hikâyesi mi? Yetişkinlere karşı çocukların zaferi mi? Ya da çocukların acımasızlığı, akran zorbalığı? Etikten şaşmayan bir yetişkinin elinde yeterince kanıt olmadan bir kişiyi suçlaması? İnsanoğlunun çelişkileri? İktidarın yavaş yavaş yok oluşu mu?
Ya da hepsi.
Senaryoyu Johannes Duncker ile birlikte yazan Çatak katıldığı festivallerin soru-cevap bölümünde, “Hırsızlık, önyargı ve asılsız suçlamalar hakkında konuşmak ve baskı altında karar almaya çalışan insanı görmek istedik” diyor filmi için.
Okulun 'tartışma kültürünü' yansıtmak için mükemmel bir ortam olduğu görüşünde. İktidar sahibi bir müdür (devlet başkanı), öğretmenler (yöneticiler) ve öğrencilerden (halk) oluşan toplumu bir bütün olarak tasvir etmek için iyi bir model okul. Bu nedenle de aslında pek çok filme de konu olmuştur. Bir de buna basın yayın organı, okul gazetesini de eklemeli.
Hepimizin çocukluktan aşina olduğu ve bir gizem, yasak alanı olan öğretmenler odası ile açılıyor film. Sınıf, spor salonu, koridorlar, müdür odası bütünü içinde tek mekân olarak okulda geçse de filmin ana mekânı aslında, öğretmenler odası.
Carla Nowak (Leonie Benesch) bir lisede, 12 yaşındaki ortaokul öğrencilerine hem matematik hem de beden eğitimi öğretmenliği yapıyor. Kendisini yeni atandığı okulundaki meslektaşlarından ayıran en önemli özelliği ise idealizmi. Kurduğu ilişkiler, meslektaşlarıyla konuşma şekliyle daima mesafesini koruyan ve çocuklara daha yakın duran bir öğretmen Carla. Bu mesafe nedeniyle sanki diğer öğretmenler tarafından biraz da küstah bulunuyor.
Arka arkaya yaşanan hırsızlık vakaları okulda huzuru kaçırırken olay sadece öğrenciler içinde araştırılıyor. Öyle ki öğrenci temsilcilerinden arkadaşlarını gammazlaması bekleniyor.
Yöneticiler değil, sadece halktan şüpheleniliyor yani.
Cüzdanından yüklü para çıkan Türk bir öğrenci olan Ali hırsızlıkla suçlanıyor. Ailesinin ikna edici açıklamasıyla gözler Ali’den çekiliyor. Carla bu olayı araştırmaya karar veriyor. Öğretmenler odasından başlıyor işe.
Etik değerlere sadık olan Carla, bir anlık boşluk mu yoksa sadece çocukların – hele ki göçmen çocukların- şüpheli olarak anılmasından duyduğu rahatsızlıktan mı artık, gizli kamera kuruyor öğretmenler odasına. Ve bundan sonra olaylar minik bir kar tanesinin yuvarlanıp büyüyerek bir çığa dönüşmesine kadar gidiyor.
Yazının bu kısmı bazı sürpriz anları açık ediyor!
Carla’nın iyi niyetinden asla şüphe duymuyoruz. Tam tersine, gizli kamerayla insanların kişisel alanına girmiş olsa da, her zaman çocukların yanında tavır alması izleyiciye iyi geliyor. Ancak olaylar beklediği gibi gitmiyor.
Kamera görüntülerine yansıyan kişi, sınıfındaki öğrencisi Oskar’ın (Leonard Stettnisch) da annesi olan idarede görevli Friederike (Eva Löbau). Aslında sadece Friederike’nin gömleğinin bir bölümü görünen. Kanıt denilebilir mi?
Carla’nın filmin başında öğrencilerine bir soruyla izah ettiği, “Bir kanıtın adım adım ilerleyecek basamaklara ihtiyacı vardır” bilgisi bir anlık verilen hükümle gündelik yaşam içinde yerini bulamıyor ve hatalar ardı sıra geliyor.
Filmin bu bölümünden sonra sadece sınıfın en zekisi olduğunu bildiğimiz ve kanıt sorusunu sınıfta çözebilen tek öğrenci Oskar’ın sahneleri başlıyor.
Annesi üzerindeki şüphe tabii ki Oskar’ın da hayatını etkiliyor, ama o net; annesi asla böyle bir şey yapmaz. Ancak anne okuldan bir süre uzaklaştırıldığı için de öfkeli. Öğretmenini tehdit edip şiddet uygulayacak kadar ileri gidiyor. Yetişkinlere ve özellikle öğretmenine karşı adeta bir isyan başlatıyor Oskar. Arkadaşlarını bu uğurda örgütleyecek kadar kararlı.
Okul müdürü ve Carla’nın, Oskar’a durumu izah etme çabalarından sonra Carla, “Çocuğun kafasını iyice bulandırdık” diyecek oluyor; müdür çıkışıyor:
“Çocuğun kafası net, kafası karışık olan bizleriz.”
“Sıfır tolerans politikası” gibi nereye oturduğu belli olmayan söylemlerle yetişkinlerin yanlış, başarısız yürüttüğü bir sürecin sonucunda Oskar daha da saldırganlaşıyor.
Öğrenciler, öğretmenler, veliler ve bu “sıfır tolerans” kararları sürekli üzerine gelerek Carla’yı çıkmaza sokuyor. İdealist bir öğretmenin okul kurallarıyla kendi vicdanı arasında sıkışıp kalarak krizi yönetememe halini izliyoruz. Sanki en çok vicdanlı ve adaletli olan Carla üzerinden bir öç alma hali bu.
Filmin hiç düşmeyen temposunda ilk sahneden itibaren devreye giren ve pek az yerde susan gergin müziğin de etkisi çok önemli. Marvin Miller imzalı müzikler filmin en önemli unsurlarından biri kuşkusuz.
Bütün bunların yanında yönetmen, okul öğretmenlerinin gün boyunca pek çok uyarana maruz kalmasını da ekleyerek Carla’nın üzerindeki baskının tonunu artırıyor. “Artık yeter bu Carla’nın çektiği!” diyecekken, Carla nihayetinde kendisine “Nasılsın?” diye soran meslektaşına, “Bana sarıl lütfen” diyebiliyor ve bir “oh” çekiyorsunuz. Çünkü Carla’nın o sarılışa çok ihtiyacı var.
Son sahnede Oskar’ın, Carla’nın ona hediye ettiği kübik küp’ü öğretmeninin gözü önünde sakince çözmesinin ardından, polisin (yetişkinler) omuzlarında, gerilimli tınıların aksine coşkulu bir müzik eşliğinde okuldan çıkarılması bir zafer olarak mı okunmalı acaba?
Yönetmen İlker çatak hakkında
1984 yılında Berlin’de dünyaya geldi, İstanbul’da lise öğrenimini tamamladıktan sonra Berlin ve Hamburg’da sinema ve televizyon yönetmenliği okudu. "Sadakat" başlıklı tez filmi çok sayıda uluslararası ödüle değer görüldü, 2015’te Altın Öğrenci Oscarı’nı aldı. İlker Çatak'ın diğer filmleri "Bir Zamanlar Kızılderili Ülkesinde", "Söz Senettir" ve "İstanbul Bahçesi."
(AÖ)