Hapisten çıktıktan sonra, yani 8 yıldır, evden eve taşınırken her şeyim değişti ama duvarımdaki film afişi değişmedi: Carandiru filminin, ebatları küçültülmüş, koltuğumun altına alıp götürebileceğim hale getirilmiş bir kopya afişi.
Afişte futbol sahasında toplanmış, yüz kadar çıplak insan görülür, yere oturmuşlardır. Oturuş biçimlerinden anlarız, ‘’çök’’ komutunun ardından gelen iki dakikalık yarı oturma değildir bu, az sonra kalkıp bir yere gidecek, giyinecek gibi gözükmezler. Tastamam oturulmuştur yere ve üstlerinde külot dahi yoktur. Dizler, çıplak insanın utanma duygusunu azaltmak için yaptığı gibi cinsel organı kapatacak biçimde yukardadır ve kollar, dizlerin birbirinden ayrılmasını engelleyecek biçimde sıkıca bacaklar etrafında birleşmiştir. Dizlerin bu hali aynı zamanda yüzünü saklayacak, gömecek bir güvenli alan, bir kendine kapanma alanı yaratır insana kendi gövdesinin içinde. Utandığımız zaman yüzümüzü saklamak isteriz, onurumuz kırıldığı zaman yüzümüzü saklarız, çünkü benliğimiz yüzümüzde bulur anlamını. Yüzümüzden utancımız da okunur, onurumuz da…
O afişteki mahkumların görüntüsü bana hep iki kelimeyi söyledi: Çıplaklık ve onur…
Film 1992’de Brezilya’nın São Paulo kentindeki Carandiru Hapishanesi’nde 111 (hayır yanlış yazmadım yüz on bir) mahkumun öldürüldüğü katliamı anlatır. Carandiru hayatın temel ögelerinin hepsinin neşenin, kederin, aşkın, hastalığın, sosyal ilişkilerin var olduğu koğuşlarda başlar, hücrelerinde teslim olan mahkumların bile çırılçıplak soyularak öldürüldüğü operasyonla devam eder, merdivenlerden maltalara oluk oluk akan kanı görürüz ve sağ kalanların çırılçıplak derdest edildiği futbol sahasında sona erer.
Hapishanedeyken Ulucanlar ve ardından 19 Aralık katliamlarına tanıklık ettim. Ulucanlar katliamından tek ses kaldı aklımda: Askerlere ‘’Pantolonlarını çıkarın!’’ diye emir veren bir ses. Hapisten çıktıktan sonra bilebildiğim-bulabildiğim bütün hapishane filmlerini izledim, hapishanenin başkalarının-dışarıdakilerin gözündeki algısını da merak ederek. Aynı hapishanenin doktorunun yazdığı Carandiru İstasyonu adlı kitaptan uyarlanan Carandiru’ya o zaman rastladım. Bana hapishane katliamlarının neden ve nasıl olduğunu soran herkese de bu filmi izlemelerini önerdim, çünkü benim anlatacağım hiçbir şey, o filmde anlatılan ve sanıyorum ki tüm hapishane katliamlarının özeti ve toplamı olan şeyi söyleyemeyecekti.
Film, hayatın kesintiye uğratılmasını anlatır; ölümü, kanı, vahşeti de görürüz ama aslı budur: Hayat durur, mahkumların bedeni enkaza dönüşmüştür ve çıplaktırlar. F tiplerine giden yolda da devlet mahpusları öldürmüş, sağ kalanları çıplak halde F Tiplerinin kapısından geçirmiş; toplu yaşanan koğuşlardaki gürül gürül hayat durmuş, yerini hücrelerin ıssızlığı almıştır. Bu nedenle Carandiru aynı zamanda Ulucanlar’dır, 19 Aralık’tır. Bir farkla: 22 Nisan tarihli haberlerden öğrendik ki, Brezilya’da bu katliamı gerçekleştirenler yargılanmış ve 156’şar yıl hapis cezasına çarptırılmışlar. Birgün T.C.’nin başka devletlerden işkence ve hapishane katliamları konusunda aldığı feyzi, faillerin yargılanması, cezalandırılması konusunda da almasını dileyerek, 21 Eylül 1995 Buca Cezaevi katliamını, 24 Eylül Diyarbakır Cezaevi katliamını, 13 Aralık 1996 Ümraniye Cezaevi katliamını, Ulucanlar ve 19 Aralık’ı yeniden hatırladım haberi okuyunca. Biz hapishane katliamlarının hiçbirini yargılayamadığımız için şu anda Tekirdağ F Tipi’nde 21 tutsak 32 gündür açlık grevinde ve taleplerin başında çıplak arama uygulamasına son verilmesi talebi var.
Devletin artık ortak alanları 24 saat kameralarla gözetlediği, ziyaretçilerin göz retinası taranarak içeri girebildiği, son derece gelişmiş X-Ray cihazlarının var olduğu hapishanelerde zaten yıllardır içerde olan insanlara, dışarı ile nesne alışverişinin de mümkün olmadığı koşullarda, devlet neden elle arama yapmaktadır? Elle aramadan geçtik, bunun yerini artık çıplak arama almış durumda.
Çok değil daha 10 yıl önce ‘’yalın ayak’’ eylemi vardı hapishanelerde: Tutuklular mahkemeye gidip gelirken yapılan aramalarda ayakkabı çıkarma uygulamasını protesto etmek için mahkemelere uzunca bir süre yalın ayak gidip geldiler. Çok iyi biliyorlardı ki, bugün ayakkabınızı çıkarmanızı isteyen devlet, ardından pantolonunuzu ve külotunuzu da çıkarmanızı isteyecektir. Nitekim geçmiş yıllarda çıplak arama uygulaması sadece hukuksuz sevklerden sonra yapılan bir işkence türü iken, şimdi tüm hapishanelerde rutin uygulama haline getirildi. Şakran Cezaevi’ndeki kadın tutsaklar bu ‘’onursuz arama’’yı protesto etmek için geçtiğimiz ay 23 gün açlık grevinde kaldılar.
Tekirdağ F Tipi’nde 25 Mart’tan bu yana devam eden açlık grevinin talepler listesinde de ilk sırada bu uygulamanın kaldırılması yer alıyor. Hapishanedeki insanların bu arama biçimine itiraz ederken neden sadece çıplak arama değil de ‘’onursuz arama’’ dediklerini hiç düşündünüz mü? Çıplaklık onurla çok ilgilidir de ondan…
‘’Medeniyet’’e evrildiğimizden bu yana çıplaklık hep sansasyonel bir şey olmuştur. Bedenlerimizin doğal ve çıplak halleri, kültürel evrime paralel olarak saklanmış, giyinmeye ve soyunmaya kültürel dinsel anlamlar yüklenmeye başlanmıştır. Giysilerimiz ve ne kadar çıplak kalabileceğimiz, kimlerin önünde soyunacağımız toplumsal kimliğimize bağlı hale gelmiş, giyinme-soyunma durumuna bakarak insanların sınıfsal-dinsel-etnik kimlikleri ve bireysel karakterleri hakkında fikir yürütebilir olmuşuz. Giyinmek ve soyunmak, yalnızca sıcaktan-soğuktan korunmanın aracı olmakta çıkıp bireysel karakterimizin, kişiliğimizin, irademizin göstergesi haline gelmiş. Bu yüzdendir genel kuraldır: mümkünse ‘’düşman’’ soyulur, çıplak bırakılır, çıplakken işkence edilir, çıplakken öldürülür.
Çıplakken savunmasız kalırız, bizi biz eden fiziksel mahremiyetimiz değildir ama fiziksel mahremiyetimiz elimizden alınınca irademiz kırılır, onurumuz incinir, kendimizi bedenimizle birlikte değersiz hissederiz. Bu nedenle hep güvenli ortamlarda tam olarak soyunuruz; yalnızken, kapı kapalıyken ya da aşığımızın yanında: Hayat’la ilgili bir şeydir çıplaklık, hayatla ilgili olduğu için hayatımıza karışmak isteyen, hayatımızı düzenlemek isteyen kişi ve kurumlar çıplaklığımıza da karışmak isterler. Bitmez tükenmez beden politikaları üretilmesi, bunların din, kültür, ahlak kuralı haline getirilmesi de insanları nesneleştirerek yönetmek kolaylığından olsa gerektir. Hapishanede insan sadece beden’e indirgenilmek istenir, bunun yolu da beden üzerinde tam bir tahakküm kurmaktan geçer, tek tip elbise uygulaması neyse, çıplak arama uygulaması da odur.
Tekirdağ F Tipi’nde, 32 gündür devam eden, 21 kişiyle başlayan (bugün 10 kişinin daha katılımı ile 31 kişiye yükselen) açlık grevindeki ‘’Birinci Talep: Çıplak arama uygulamasına son verilmelidir.’’ Ölüyü bile kumaşa sarıp gömen bir toplumda, devlet tutsakların çıplak bedenleri üzerinden egemenlik kurmaya kalkışmamalıdır.
(NGU/HK/YY)