Ama bunu bir gün daha uzatmak elimizde. Çünkü, 19 Aralık Cuma günü "Carandiru" isimli bir film gösterime giriyor. Brezilya yapımı bu film, 1992 yılında yaşanan hapishane isyanlarından yola çıkarak hazırlanmış. Sinema, bir kez daha tarihle köprü kuracak, bizi aynı anda hem dünyanın öte ucuna hem de kendi geçmişimize, dört yıl öncesine taşıyacak.
Dört yıl önce bu günlerde yan yana geliyorduk. Hapishanelerde olup bitenleri, dayatılmak istenen "F Tipi izolasyon"un hukuk ve insanlık dışı olduğunu konuşuyor, olası sonuçları hakkında kamuoyunun ilgisini çekmeye uğraşıyorduk. Dört yıl önce yarın, korkulanların tümü gerçekleşti ve aradan geçen dört yıl boyunca, o günkü olasılıkların tümü oldu".
Ama daha da kötüsü gerçekleşti. Olay, birçok toplumsal olaydaki gibi gündemden düştü, kanıksandı ve unutuldu. İşte buna izin vermeyelim.
Yarın, 19 Aralık Cuma günü, saat 17:45'de Beyoğlu Alkazar sinemasında buluşalım.
Önerimiz bu kadar basit.
Basın toplantıları, bildiriler, sesli- sessiz yürüyüşler, bir yığın çaba harcamayı önermiyoruz bu kez.
Hadi sinemaya gidelim. Başka arkadaşlarımızı da çağıralım, medyadan tanıdıklarımızı da.
Bu kez sesimizi sessizce duyuralım. Belki daha da çok ses getirir.
Kim gelir, kim gelmez, ne işe ne kadar yarar, hiçbir güvence veremeyiz. Ama şurası garanti: Sinema girişinde kırmızı halılar, projektörler, anonslar filan olmayacak.
Bakarsınız haberci arkadaşlarımızın yardımıyla izleyicinin de ilgisini çekeriz ve burunlarının dibinde kendilerinden gizlenen gerçeği Brezilya üstünden izler insanlarımız.
İzleyici "Carandiru" filminden belki de birçok filmde olduğu gibi "Vay be, insanlar acı gerçeklerini nasıl da sinemaya uyarlamışlar" diye imrenerek çıkacak salonlardan.
Oysa 19 Aralık, Türkiye'de hapishanelere yapılan toplu müdahalenin -ironik adıyla Hayata Dönüş operasyonunun- yıldönümü. "F-Tipi İzolasyon"a karşı yürütülen ölüm oruçlarını sonlandırmak için yapılan saldırı sonucu 30 kişi (ikisi jandarma) hayata veda etmiş, yüzlerce tutuklu ya da hükümlü ateşli silahlarla, kimyasal maddelerle yaralanmış, yanmış, zehirlenmiş, ama hapisaneler de kurtarılmıştı! (Operasyonun başmimarlarından Ali Suat Ertosun bu yıl Yargıtay'a tayin edilerek mükafatlandırıldı).
Ölüm oruçları bu kez de "F Tiplerinde" ya da dışarda devam etti. Devlet kısa bir sure sonra, ölüm oruçları sonunda durumu kötüleşenleri adeta zorla verilen raporlarla -Cumhurbaşkanının yetkileri kullanılarak- şartlı olarak tahliye etmeye başladı.
Böylece bu insanların ölüm sorumluluğundan ya da bakım masraflarından kurtulmuş olunuyordu. Beyinleri -hiçbir şekilde iyileşme şansı bulunmayan- "Vernicke-Korsakow"la hasar görmüş gencecik insanlar o gün bu gündür, Türkiye İnsan Hakları Vakfı'nın sınırlı olanaklarıyla tedavi edilmeye uğraşılıyor.
Son günlerde bu tutum da tersine döndü. Raporlar uzatılmıyor, yenilenmiyor, zorla hayata döndürülenler şimdi de yuvaya dönmeye çağrılıyorlar. Şu anda Türkiye hapishanelerinde toplam 10 kişi gene aynı nedenlerle ölüm orucunda, aileler Ankara'da açlık grevinde...
Peki, "Ölüm oruçları ve izolasyon" konuları gündemden düştükten sonra hapishanelerde durum ne?
İzolasyonun -aslında hukuken ikinci bir ceza anlamına geldiği halde- artık hapishanelerin normal yaşam biçimi olduğu cezaevlerinde, Adalet Bakanlığının iddia ettiği gibi insan haklarına saygılı sosyal bir yaşam var mı? Tutuklular duruşmalara gidiş-gelişlerinde, hükümlüler başka hapishanelere nakledilirken neler yaşanıyor? Görüş günlerine giden ziyaretçiler, müvekkilleriyle görüşmeye giden avukatlar "güvenlik aramaları"nda nelerle karşılaşıyor?
19 Aralık'tan birkaç gün öncesi, hiç beklemediğim bir anda Kartal Özel Tip Cezaevinden tahliye oldum. (Boşuna yattığım tutukluklulardan ötürü devletten alacaklıydım, cezamın bir bölümü ona mahsup edilmiş.)
O günlerdeki tartışmalara tanıklık edebilmek için zamanın Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk'e bir açık mektup yollamış, kesinleşmiş cezamı (*) "F Tipi"nde geçirmek istediğimi bildirmiştim.
"F Tipleri" henüz açılmadığından, beni ona en yakın olan "Özel Tip" cezaevine, Kartal'a yollamışlardı. Özel muamele göreceğim belli bir şeydi. Yeni boyanıp temizlenmiş, suyu -hem de sıcak suyu- kesilmeyen, kanallarını kendim değiştirebildiğim bir televizyonu ve elektrik ocağı bulunan, kapısını istediğim anda açıp çıkabildiğim özel bir volta avlusuna sahip 6 kişilik dubleks bir hücreye konulmuştum tek başıma.
Meraklı gardiyanlar yemeğimi kapıdaki delikten verip gitmiyor, bir bahane ile içeri girip benimle sohbet ediyor, sonra da çalışma koşullarının düzeltilmesi için yardım istiyorlardı. Ama bütün bunlara rağmen, izolasyonun rutubetli kokusunu duymamak, acı tadını almamak mümkün değil.
Bu Brezilya filminin "sinema sayfalarında" izole edilmemesi, yapılış amacına uygun olarak "konuyu gündeme getirebilmesi" için yardımınıza ihtiyacı var, esirgemeyeceğinizi umuyorum. Sevgi ve saygıyla,
Son bir not; Düşünce suçu(!?)na karşı 9 yıldır sürdürülen sivil itaatsizlik eylemi boyunca verilen mahkumiyet cezalarından infaz edilen tek örnek. Vicdani Retçi Osman Murat Ülke'nin basın duyurusunu yeniden yayınlayarak kendimizi savcıya ihbar etmek suretiyle açtırdığımız dava sonunda, sevgili suç ortağım gazeteci Nevzat Onaran'la birlikte Genelkurmay Askeri Mahkemesi tarafından ikişer ay hapis cezasına çarptırıldık ve cezamızı yatıp çıktık, sabıkalı olduk. Geçen akşam televizyonda tesadüfen izlediğim korkunç bir eğlence programından öğrendiğime göre "Pop star" olma şansını da böylece ebediyen yitirdik. (ŞY/NM)