Bir ülkeye dışarıdan yabancı para getirmek her zaman önemli ve istenen bir iş olmuştur fakat küreselleşme döneminde bu ihtiyaç çok daha artmıştır. Bütün ülkeler doğrudan yatırım, kredi, sıcak para, her türlü dış parayı çekmek konusunda rekabet halindedir. Bu bakımdan küreselleşme, elinde başkalarına kullandıracak ölçüde para bulunanlara sonsuz olanaklar sunmaktadır.
Halen hedge fonlar veya başka biçimlerde, olağanüstü miktarda para dünyayı dolaşmakta, uygun bulduğu yerlere kısa veya uzun süreli yerleşmektedir. Hedge fonlarda 3 trilyon doların biriktiği hesaplanmaktadır. Doğal olarak herkes bu meblağdan pay kapmak peşindedir.
Bu fonları yönetenler de ellerinin altındaki, başkalarına ait parayı en karlı ve en güvenli şekilde değerlendirmenin peşindedir. Bu nedenle ülkeleri hem kendileri inceler, hem de rating kuruluşlarından bilgi alırlar. Söz konusu olan milyarlarca dolardır. Bu nedenle karlılık kadar, belki daha da çok güvenliğe önem verirler, mümkün olduğunca az riske girmeye çalışırlar.
Riski azaltmanın en belirgin yönü öngörülebilirliktir. Bir ülkede neler olup biteceğini ne kadar öngörebilirlerse o kadar güvenir, ona göre hesaplarını yaparlar. Politikaları, uygulamaları öngörülemeyen bir ülkeye para getirmenin riski yüksektir, en büyük finans kurumlarının bir günde çöktüğü bir dönemi yaşıyoruz. Bu nedenle para yatırılacak olan ülke bütün yönleriyle ele alınır, incelenir.
Bugünlerde, böyle bir fon yöneticisi Türkiye’yi incelese, nasıl bir tabloyla karşılaşırdı?
Faiz Oranları
Ülkenin Merkez Bankası ile Cumhurbaşkanı arasında teknik bir tartışma sürüyor. Cumhurbaşkanı yüksek faiz oranının enflasyona yol açtığı kanısında. Merkez Bankası da enflasyonist ortamda faiz oranlarının enflasyonun üzerinde belirlenmesi gerektiğini savunuyor.
Tabii bu tartışma bir üniversitenin ekonomi kulübünde iki akademisyenin tartışması gibi geçmiyor. Cumhurbaşkanı ülke ekonomisini batırmaya çalışan bir faiz lobisini keşfettiğini açıklıyor. Merkez Bankası da bu lobinin parçası olmadığını kanıtlamak için faizleri artırmayacağını bildiriyor. Politika faizinin değiştirilmeden yüzde 8 olarak sürdürülmesine karar veriliyor fakat bankalar arası işlemlerde, -aslında istisnai durumlarda kullanılmak üzere saptanmış olan- “geç likidite penceresi” faizi yüzde 11,75 kullanılıyor.
Bu, hiçbir merkez bankasına yakışmayan gayriciddi bir tavır ama sonuçta Merkez Bankası Cumhurbaşkanının sözünden çıkmamış oluyor. Cumhurbaşkanı da sözünü tutmuş oluyor. Ama enflasyon yükseldikçe yüzde 11,75 de yetersiz kalmaya başlıyor. Peki, şimdi hangisinin dediği olacak, faizler yükselecek mi, yoksa daha da indirilecek mi? Bu sorunun cevabını bilen yok.
Bütçe
2001 yılında yaşanan krizden bu yana kamu dengesine çok önem veriliyor. Her yıl bütçe açığı ya hiç yok ya da çok az gerçekleşiyor. Fakat son yıllarda bütçe disiplini ile ilgili rahatsız edici uygulamalar yoğunlaşıyor. Önce Sayıştay denetimi iyice sınırlanıyor, sonra örtülü ödenek olağanüstü boyutlara genişletiliyor, yap işlet devret yöntemiyle yapılan yatırımlarda gelecek yıllara sari bütçe açıkları yaratılıyor, son olarak Varlık Fonu adıyla bir paralel bütçe yaratılıyor.
Bunlar olurken, artık tıkanma noktasına gelmiş olan inşaat sektörünü güçlendirerek ekonomiyi ayakta tutmak için yerli yersiz projeler gündeme getiriliyor. Öte yandan hem içeride barış sürecine son verildiği için hem de dışarıda fetih heveslerine gem vurulamadığı için askeri harcamaları sürekli olarak artırmak zorunda kalınıyor.
Referandum öncesinde konutlardan, ev eşyalarından alınan bazı vergilerin tahsilinden vazgeçmek ya da muhtarlar, korucular, büyükanneler üzerinden kamuya yeni harcama kalemleri yüklemek gündeme geliyor. Bu durumda bütçe açığı nasıl finanse edilecek? Vergiler mi artırılacak, yoksa kamu borcu mu büyüyecek? Büyük kamu yatırımları devam edecek mi? Bu soruların cevabını bilen yok.
Avrupa Birliği
Memleketin dış ticareti her zaman sorunlu olmuş. İhracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 60-70 düzeyinde kalıyor. Bununla birlikte en büyük ticaret ortağı olan Avrupa Birliği ile ticareti hep daha dengeli olagelmiş. İthalatı karşılama oranı yüzde 70-80 aralığında, hatta son sıralar yüzde 90’a da yaklaşıyor. AB ile gümrük birliğini genişletme çalışmaları sürüyor.
Fakat birden Avrupa Birliği ile ilişkiler tehlikeli biçimde geriliyor. Göçmenleri salarım, mitingini yasaklarım, gazetecini içeri tıkarım, imamlarını kovarım derken Cumhurbaşkanı bu Avrupalılardan artık bıktığını, bunların darbecileri, teröristleri desteklediğini söylemeye başlıyor. Üyelik sürecinin sona ermesinden söz ediliyor.
Ekonomi çevreleri çekingen bir dille, üyelik olmasa bile gümrük birliğinin sürmesi gerektiğini mırıldanıyorlar. Fakat AB’nin Brexit ile ilgili tavrı çok açık; tam üyelik olmadıkça kimseye özel bir muamele yapılmasından yana değiller. Bu durumda, AB ile ilişkiler ne olacak, gümrük birliği genişletilecek mi, sona mı erecek? Bu sorunun cevabını bilen yok.
Ödemeler dengesi
Ödemeler dengesine ilişkin sorunlar Avrupa Birliği ile ilişkilerden ibaret değil. Siyasal sorunlara bağlı olarak nerdeyse bütün ülkelerle sorun yaşanıyor. Kıbrıs sorununu çözmemek, İsrail gazının rotasından Türkiye’nin çıkarılmasına yol açıyor. Proje ilerleyince yeniden “one minute” süreci başlayacak mı bilmiyoruz. Ya da, sırf booking.com bir Hollanda firması diye bir ülke kendi turizmini bu kadar riske sokabilir mi, bilmiyoruz.
Sadece Rusya ile yaşanan sorunlar bile ihracat, yurtdışı müteahhitlik hizmetleri, yurtdışı işçi gelirleri, yabancılara konut satışı, turizm gelirleri gibi, döviz getiren faaliyetlerin tümünü kapsıyor. Uçağı düşürülen, büyükelçisi öldürülen bir ülkenin bu sorunlar için ağır bir bedel istemeyeceğini düşünmek hayal aleminde yaşamayı gerektirir.
Rusya ile iktisadi ilişkilerin seyrinin siyasi ilişkilere bağlı olduğu biliniyor. Peki, siyasi ilişkileri rayına oturtma yönünde bir kararlılık var mı? ABD Suriye’yi bombaladı diye heyecana kapılıp artık Rusya’ya ihtiyacımız kalmadığını düşündük mü? Suriye ve Irak’a yönelik hırslar sürüyor mu? Bu soruların cevaplarını da bilmiyoruz.
Referandumdan sonra
Bunlar çok temel sorular ama cevabını bilmediğimiz, ya da bir kişi dışında kimsenin cevabını bilmediği daha çok soru var.
Örneğin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) işlerimize burnunu sokmasın, türü söylenmeler giderek artıyor. Bu mahkemenin kararları bizi bağlamaz, lafları daha çok ediliyor. AİHM bir Avrupa konseyi kurumudur. Türkiye Avrupa Birliği’nden sonra Avrupa Konseyi’nden de kopmayı göze alabilir mi? OHAL’in devamının ilişkileri iyice gereceğini biliyoruz ama ülkeyi yönetenlerin bunu göze alıp almadıklarını henüz bilmiyoruz.
Son olarak, ülkenin birkaç gün sonra referanduma gideceğinden söz etmek gerekiyor. Referandumun sonucu henüz belli değil fakat evet çıkarsa bu soruların cevaplarının hiçbir zaman bilinemeyeceğini söyleyebiliriz. Hatta cevapları tahmin etmek bile pek mümkün olmayacak çünkü bütün kararlar tek bir kişi tarafından alınacak. O kişi belki de bu soruların cevabını şimdiden biliyordur, belki kararları çoktan vermiştir ama kimseyle paylaşmaya, tartışmaya gerek duymuyordur. Referandumdan evet çıkarsa kararlar tebliğ edilecektir.
Bu durum bir ülkenin öngörülemezliğinin en güçlü göstergesidir. Öngörülemeyen bir ülkeye kimse yatırım yapmaz. Böyle bir ülke büyümemeye, içine kapanmaya mahkumdur. Verilen evet oyları sadece diktatörlüğe değil aynı zamanda yoksulluğa da evet anlamına gelecektir. (BD/EKN)