Tekli sınıflandırma (İşçi, köylü, kentli, heteroseksüel, Müslüman...) ve "Öteki" ile oluşturulan ikili sınıflandırma (Heteroseksüel/homoseksüel, Normal/Anormal, Medeni/barbar...) arasında kurulan bağ nasıl yaşayacağımızın kabataslak bir dökümünü oluşturur.
Kabataslak diyorum çünkü bu oluşum inceden inceye hiçbir şeyi bireye kavratmaya çabalamaz. Doğduktan sonraki tüm süreç acelesizce ve ustaca bireyin kimliğini inşa eder. (Neo-Darwinci biliminsanlarının, kendimizle alakalı her şeyi genlerimizin belirlediğine dair iddialarına dil çıkartarak bunları yazıyorum.)
Kategorilerden birine dahil olmamanız neredeyse pek mümkün değil. Çok uç noktalar için ise akıl hastaneleri ve hapishaneler bile düşünülmüş. İster bunu Foucault gibi iktidarın her yere dağılması şeklinde açıklayın ister Hobbes gibi insanın doğası gereği "herkesin herkese karşı" olduğu sonucuna gidin, ister Deleuze ve Guattari gibi tahakküme gizliden gizliye duyulan rıza ile oidipal gerekçelere bağlayın...
Tüm bu doğru çeşitlerinin güncel hayatımızdaki kanıtı çevremizdeki çok az insan için şaşırabilmemizdir. Herkes kendine biçilen rolleri harfiyen uyguluyor. Nüfus cüzdan bilgileriyle başlayan "hazır hayat" biçimlerine yavaş yavaş, başka başka hazır tercihler, tarzlar ve hatta başkaldırılar ekleniyor. (Hatta bir kişinin homoseksüel olduğunu söylemesini iktidara meydan okuma olarak yorumlamak alaycı bir naifliği de içeriyor. (Foucult) )
Bireyden beklenen "Hayır", "Öyle değil." gibi tepkiler kimi kimliklerin daha da yerleşik bir hale gelip kendi içeriğini oluşmasını sağlıyor. Bu sürece iktidar odakları tarafından göz yumulması çocukların evcilik oynamasına izin vermek gibi bir şey olabiliyor. Evdeki hesabın çarşıya uymadığı vakitlerde yok değil.
Bir kimliğin kendini yaşamadaki ısrarı ve türlü olumsuzluklara rağmen tükenmeyen direnci, sistem içerisinde ret edilme, dışlanma, yok sayılma ile doğru orantılı. Kürt hareketi ve dünyada birçok halk (etnik grup, azınlık) hareketi buna örnek. İşte bu örnekler sevinerek söylemeliyim ki hiç de naif başkaldırılara örnek değiller.
Benzeşen, ortaklaşan, yakınlaşan özelliklerle kimlikler oluşuyor. Aslına bakılırsa bu birlikteliğin "yalnızlığa karşı refleks" olarak gelişen bireyler arası iletişim ortamını sağlaması gibi getirileri de var. Aynı dertten mustarip bireyler yakınmalarını, bağırmalarını, çare bulma arayışlarını ve hatta umarsız çabalarını birlikte yapabiliyorlar. Ya da topluca saçmalıyorlar.
Solaryum bekleme salonlarında sohbete tutulan kadınlar da, askerlik hikâyelerini birbirlerine anlatmaktan bıkmayan adamlar da bir çeşit kimliksel özelliklerle ortak paydada buluşuyorlar. Bu birliktelik ortak mekânlardan, giyim tarzlarından tutunda ortak bir dile kadar uzanıyor.
Bu söylediklerimiz "sınıf"sal şeylermiş gibi durabilir. Ama hızmalı bir kürt kızıyla Reına'da karşılaşma olasılığınızın ne kadar az olduğunu düşünün. Çoğu kez nüfus cüzdanının sadece ön yüzü sınıf ve kimliği aynı temsillere itebiliyor.
Nasıl ki "Sınıf, hiyerarşiyi ve seçkinliği ima ediyorsa"(Bakunin), kimlikte ister istemez "farklılık" algılısıyla bazı ayraçları aramıza koyar. Atatürk rozeti takan bir beyfendinin, türbanlı bir kadına yer vermesine tanık olmanız gayrikabil. Öpüşen bir çifte gülümseyerek bakan sarıklı bir adamla karşılaşamayacağınız gibi.
Bireyin kimliğinin özsel niteliklerine baskın çıktığı gizli tahakküm, çoğunluğun ve dolayısıyla kabul görmüşün gölgesi altındadır. Öncelikler zorunluluğu ile bir diğer olmak istediğimiz şeyden vazgeçişimiz, kimlikler arası tehlikeli dengeyi sağlayan terazinin darasıdır. "Kimlik hiçbir zaman yekpare bir şey olmadığından kimliklerinin belirli bir parçası anormal olmakla itham edilenler için de acı vericidir.
Normalliğin bu despotluğu altında, hepimizin bir özsel kimliğe sahip olduğumuzda ve bu kimlik neyse bizim de o olduğumuzda ısrar eden bu tahakküm söyleminin altında hepimiz az ya da çok acı çekeriz." (1)
İşte bu yüzden bir Kürt gencinin transseksüel olması, İslamcı bir kadının orgazmı konuşuyor olması, radikal bir devrimcinin hedonistçe yaşama isteği oldukça zordur. Kimlikler arası boşluklarda aslolan kendilerini kaybedenler yeni bir dünya kuracak kadar çoktur. ( Bu arada Ursula K. Leguin için önerdiğim bir kitap konusudur bu.) Kimliklerin "aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık" çetrefilliğini hem anlatmak hem de yaşamak zor.
Büyük olasılık "Kimlik"lerin öneminin kalmayacağı "Hiper-teknolojik çağ" her şeyi yutup, yok edecek. O vakit hepimiz birer robot olduktan sonra ne cinsiyetimizin ne cibilliyetimizin bir önemi kalmayacak. İşte -en azından benim- "Tarihin Sonu" dediğim vakit gelmiş olacak. (FG/EÖ)
(*) Saul Newman, Bakunin'den Lacan'a "Anti-Otoriteryanizm ve İktidarın Altüst Oluşu" (çev. Kürşad Kızıltuğ), Birinci Basım, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2006, s. 25