Öyle hatırlıyoruz (daraltılmış olarak) hekimler üzerinde bıraktığı kalıcı hasarı.
Birkaç başlıkla hatırlatalım:
12 Eylül 1980'de onların çocukları "göreve geldi". Gelişin üzerinden dört ay geçmeden 1978’de yürürlüğe giren tam gün yasasını yürürlükten kaldırdılar. Hani neredeyse ilk 100 güne sığdırılan bu acele icraatı 12 Eylül’ün kamuoyuna propaganda edilen geliş gerekçelerine bakınca anlamakta zorlanabiliriz. Askeri hekimlerin de dahil olduğu tam gün düzenlemesiyle askeri hekimlerin aldıkları yüksek ücretler Türk Silahlı Kuvvetlerindeki “ast üst ilişkilerini bozmuştu”. Bozulan düzeni düzeltmek için geldiklerine göre düzeltmeye hekimlerden (de) başlamak anlaşılırdı! Böylece 1980 yılı çıkmadan kamuda çalışan sağlık personelinin özlük haklarını düzenleyen "Tam Gün" yasasının ücret ve mali düzenlemeler ile ilgili hükümleri yürürlükten kaldırılmış oldu. Ama çalışma süresi ile ilgili (diğer memurlara kıyasla günde 1 saat fazla çalışma) hükümleri aynen korundu!
12 Eylül’le birlikte cuntanın başının ağzından, her gün hekimlere ve sağlık personeline hakaretler yağdırıldı, bu daha sonra sağlık hizmetlerindeki olumsuzluğun sorumlusunun kamu sağlık hizmetleri ve hekimler olduğu görevini üslenen medya için de, "yol" oldu. Cuntanın başı, 2 Ekim 1980'de Ağrı'da konuşurken, hekimlere şöyle yükleniyordu: "Nasıl ki, Silahlı Kuvvetlerimizde bu bölgeler için mecburi hizmet konmuşsa, doktorlarımıza, ... valilerimize de mecburi hizmet koyacağız. Herkes gelsin, bu vatanın her karış toprağında hizmet görsün. Para karşılığı hizmet verilmez. Bu vatanı seven, bu vatan üzerinde büyümüş bizler, bu vatanın her tarafında vazife yapmak mecburiyetindeyiz .... üniversiteyi bitiren herhangi bir doktor, ihtisasını yapan bir doktor ... gelecek, vatanın gösterilen her tarafında mecburi hizmetini yapıp, ondan sonra gidecektir." Tahmin edileceği gibi tüm hekimlere "zorunlu hizmet" getirildi, hem de dört yıl!
1981 yılı sonunda alınan bir Bakanlar Kurulu kararı ile sağlık yatırımları teşvik kapsamına alındı, kamu fonlarının özel sektöre akıtılması dönemi sağlıkta başlatıldı. Yine 1983 tarihinde, Sağlık Bakanlığı'na bağlı kurumlarda döner sermayenin kapsamı genişletildi. Böylece, daha sonra bütçeden ayrılan payın azaltılması suretiyle çökertilecek olan sağlık kurumlarına, halktan alınacak paralarla ayakta durmanın yolu açıldı.
Sağlık emekçilerinin ücretlerinde (de) 1980'e geçilirken keskin bir erime olduğu ve bu sürecin 1989'a kadar sürdüğünü de not düşelim.
Kuşkusuz sağlıkta bugünlere uzanan sürece yön veren düzenleme Anayasa’da yapıldı:
"Herkes, sağlık ve dengeli bir çevrede yaşamak hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek devletin ve vatandaşın ödevidir. Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi arttırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler. Devlet, bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal yardım kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getirir. Sağlık hizmetlerinin yaygın bir şekilde yerine getirilmesi için kanunla genel sağlık sigortası konabilir". Böylece sosyal devletçi yaklaşımı ifade eden 1961 Anayasası’ndaki madde devletin sorumlu değil, düzenleyici olduğunu ifade eden bir anlayışla yer değiştirmiş oldu.
12 Eylül’ün ve cunta başının emekçilere ve özel olarak sağlık alanında yaptıklarını aktarmak değil bu yazının gündemi.* Kenan Evren’in ölümü üzerine kendisini bugün örnek alanlar ve açtığı yoldan yürüyenler nezdinde unutmayacağımızı paylaşmak istiyoruz son bir örnekle.
Kenan Evren Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nde (GATA) diploma töreninde tıp fakültesi öğrencilerine şöyle seslenir: “Önce askersiniz sonra hekim.”
Herhangi bir izaha gerek olmayacak kadar hekimliğin ne olduğunu anlamaktan uzak bir seviyenin ama her şeyi ben bilirim diyen tek adam/cunta aklının ve tavrının belgesi olmuştur bu cümle. Bugün benzer bir yaklaşımla mücadele etmek hala güncel bir görev olarak önümüzdedir. (EB/HK)
*İ lgilisi için –yukarıdaki yazıda da yararlandığımız- Toplum ve Hekim Dergisinin 12 Eylül’ün 20 yılı nedeniyle yazılara yer verdiği sayısını önerebiliriz 2000, Cilt 15 sayı 4.