Jean-Noel Jeanneney, "Medya Tarihi" kitabında Amerikan hükümetinin 1946'da gazeteciler ve film/dizi yapımcıları için bir manifesto hazırladığını anlatır. Bu manifestoya göre şu konular işlenecektir: "Amerikalılar iyi halktır. Amerikalılar düşünce ve ifade özgürlüğüne inanırlar. Amerika'da tüm ırklar ve gruplar mutlu yaşar. Amerikalılar diğer halkların özgürlüğüne olumlu bakarlar. Amerikan hükümeti ve halkı, hiçbir zaman sömürgeci bir politikaya yardım etmez. Onlar Emperyalist değildir, barışa derinden bağlıdır." Bu anlaşma resmi olarak hala geçerliliğini koruyor mu bilinmez fakat Amerikan sinemasının bu izleğe hala riayet ettiği su götürmez bir gerçek.
7 Mart'taki 82.Akademi Ödülleri'nde ipi göğüslemesi kuvvetle muhtemel olan, "Strange Days" ve "Point Break" gibi filmlerle tanınan ünlü aksiyon yönetmeni Kathryn Bigelow'un giren son filmi "Ölümcül Tuzak" ("The Hurt Locker" ) da "Savaş afyondur." cümlesiyle açılmasına karşın üstü kapalı da olsa militarizmi ve Amerikan milliyetçiliğini kutsamaktan çekinmeyen tipik bir Amerikan savaş filmi örneği.
Özetle söylemek gerekirse; Irak'ta süregelmekte olan işgal sırasında bir bomba imha ekibinin yaşadıklarını konu ediyor "Ölümcül Tuzak". Zaten filmin senaryosu 'işgali meşrulaştırma' işlevi gören 11 Eylül sonrası sinemasının tanıdık isimlerinden birine ait. "Tanrının Vadisinde" ("In The Valley of Elah") filminin de senaryosunu kaleme alan Mark Boal. Ekibin ilk imha görevi sırasında ABD'nin Irak'taki misyonunu açıklamaya çalışıyor film. Bombanın çevreye ve insanlara ne kadar zarar vereceği vb. bilgiler dökülüyor ekibin başındaki rütbeli bomba imha uzmanının ağzından. Geniş bir güvenlik kordonu oluşturulmuş, uzman bombaya yaklaşıyor fakat bombayı etkisiz hale getiremeden patlama gerçekleşiyor ve uzman ölüyor. Böylelikle Irak halkını büyük bir tehlikeden korumuş oluyor kahramanımız.
"Sizin için buradayız" izlenimi başarıyla verildikten sonra seyircinin özdeşleşme kurması için kural tanımaz bir Westernerden farkı olmayan James (Jeremy Renner) adlı bir uzman filme dahil oluyor. Yönetmenin hikâyesini anlatırken oluşturduğu sinema dili hayli manidar. Hareketli kamera ile bir savaş muhabirinin gözünden aktarılıyormuşçasına bir ambiyans yaratan belgeselvari anlatım, çatışma esnasında birden ana akım sinema diline dönüyor bu suretle safını belli eden film, sadece Amerikan askerlerinin yaşadıkları zorlukları ve içinde bulundukları tehlikeyi sürekli yineleyip duruyor.
Filmin en ironik tarafı ise James'e dvd satan Beckham lakaplı Irak'lı bir çocuğun akıbeti üzerinden demagoji yapması. Savaşın genel portresini bir yana bırakıp özdeşleşme objesi James'in arkadaşlık kurduğu Beckham'ı canlı bomba yapıp ölmesine sebep olanların izini sürmeye başlıyor Kathryn Bigelow'un kamerası. James'in bu çocuğa gösterdiği ihtimamın, çocuğu canlı bomba yapan Irak'lıların yanında kazandığı değer kat be kat artıyor böylelikle. Sömürüye meyleden daha birçok sahne mevcut filmde; James'in bir Irak'lının onca hengâme içinde yarasını sarması bunlardan sadece biri...
Filme göre halk ile isyancıların arasında bir fark da yok. Her Irak'lı isyancı olabilir Amerikan askerlerine göre. Nitekim bu anlatım taktiği bir paravan işlevi görmüş. Amerikan askerlerinin filmde yaptığı her hareket meşru bir zemine oturtulmuş bu sayede.
Sinematografik olarak "Ölümcül Tuzak"a herhangi bir eleştiri getirmek zor. Zira yukarıda da belirttiğimiz gibi yönetmen Kathryn Bigelow aksiyon işinin piri adeta. Bu tip projelerin başına zaten büyük isimlerin getirilmesine alıştık artık. En son "Body of Lies" filmiyle Ridley Scott bu görevi üstlenmişti hatırlanacağı üzere. Son tahlilde, ABD siyasal alanda yaptıklarını sinema ile temize çekmeye devam ediyor. "Ölümcül Tuzak" filminin finalinde ise James karakterinin, operasyon süresinin sonunda sosyal hayata uyum sağlayamaması üzerine tekrar askeri üniformayı giyip yollara düştüğünü görüyoruz. Buradaki muğlâklık ise çok dikkat çekici. Zira James'in yeniden Irak'a döndüğüne dair bir veri yok elimizde fakat eminiz ki hedef yine bir Ortadoğu ülkesi...(ED/BÇ)