2017 yılında çok sevdiği öğretmenlik mesleğinden KHK ile uzaklaştırılan Cem Kalender, üslubu ile yazınımızın şahsına münhasır kalemleri arasında yer alıyor. Toplumsal gerçeklik damarını post-modern bir biçimde yorumlayarak gönlümüzü kazanan Kalender, bu sefer trans seks işçileri meselesine eğilmiş. Kalender ile yeni romanı "Mazarin Mavisi" üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik...
Roman gerçek bir hikayeden yola çıkılarak kaleme alınmış. Zaten girişinde de belirtiyorsunuz bunu. Sizi bu hikayeyi anlatmaya iten neydi, yaratım sürecinin başına dönmek istiyorum.
Başka bir roman üzerinde çalışıyordum ki arkadaşım vasıtasıyla bu hikâye önüme geldi. İlk başta bir üçüncü sayfa hikâyesi gibi görünse de çok güçlü bir hikâyeydi bana göre, içinde derin trajediler barındırıyordu. Hikâyede insana ait her şey vardı. Yazarlığıma inanan arkadaşım bu hikâyeyi yazabileceğimi söyledi, beni yüreklendirdi. Önce etraflıca araştırdım tabi, bu epey uzun sürdü. Sonra okumalar yaptım, dönem romanı sayılır son tahlilde, onun için 70'ler, 80'lerde lubunyalık kavramını araştırdım. Sonra da yazmaya koyuldum.
Kitabın ismi "Mazarin Mavisi." Bu romanın ana kahramanı diyebileceğimiz Tuna'yı niteleyen bir metafor aslında...
Mazarin Mavisi endemik bir kelebek türü. Dünyada üç beş yerde var, Trakya'da da var. Tuna Trakyalı bir çocuk ve bu kelebekle özdeşim kuruyor. Kasabanın doktorundan öğreniyor bu kelebeği. Seviyor ve belli bir süre sonra kendini bu kelebeğin üzerinde tanımlamaya başlıyor. Roman Tuna'nın dönüşüm hikâyesini anlatıyor, Mazarin Mavisi de bu dönüşümün metaforu.
Kitapta birçok karakter var, hepsinin de ayrı ayrı hikayeleri anlatılıyor, kitap gerçek bir olaydan esinlenilmiş olduğu için bu karakterleri de gerçek addediyor okuyucu. Bu karakterlerden bahsedebilir misin biraz bize? Gerçek mi bu karakterler de?
Çoğu özgün ve gerçek karakterlerden esinlenme. Dediğim gibi kitabı yazma sürecine geçmeden önce epey bir zaman lubunyaların hayatını okuyup araştırdım. Sonra Küçük Bayram Sokağı'nda hâlâ var olan translarla görüşme, konuşma imkânı yarattım kendime. Onların hikâyelerini dinledim, özellikle belli bir yaş olgunluğunda olanların hikâyelerini. Handan haricinde Afet olsun Manolya olsun, Cansu vs hepsi gerçek karakterlerden esinlenerek ortaya çıktı. „80'lerde Lubunya Olmak" ve Arslan Yüzgün'ün „Türkiye'de Eşcinsellik/Dün, Bugün" kitaplarını okudum. Çok katkı sağladı bu kitaplar bana.
Romanı okurken benim aklıma hep „Ağır Roman" geldi. "Ağır Roman" tabii bu hayatlara çok karton bir açıdan bakmıştı; "Mazarin Mavisi" gibi toplumsal bir boyutu yoktu. Romanı yaratırken beslendiğin yerli olsun yabancı olsun eserler oldu mu?
"Mazarin Mavisi"nin sınıfsal bir bakışı var. Ötekinin hayatını sınıfsal bir perspektifle anlatıyor. Bedenleri bir alt kimlik olan, toplum ve kültür tarafından lanetlenmiş bu insanların var oluş hikâyesi diyebiliriz kitap için. Ayrıca bu insanları köşeye sıkıştırıp sinir uçlarıyla oynandığında neler yapabileceğini de gösteren bir roman. İkinci bölümde Nurten ile oğlu Özgür'ün hikâyesinin ana teması bu aslında.
Senin romanların bir toplumsal temel üzerinde yükseliyor. "Kayıp Gergedanlar"da Maraş olayları, "Kasımpaşalı Oedipus"ta Gezi olayları, bu romanda da queer hareketinin üzerinden ilerlemişsin. Romanda motif olarak kullanılan trans seks işçilerinin sürülüşü hakkında araştırmalar yaptın mı? Bilmeyenler için anlatabilir misin bize...
Tabiî ki... Soykırım hikâyesi bir nevi. Yetmişlerde ve seksenlerde bu insanlar bayağı bayağı tehcire uğruyor, mahallelerinden kovulup hiç tanımadıkları şehirlerin tren istasyonlarına, terminallerine bir çimento torbası gibi atılıyor. Gitmemek için otobüsten, trenden atlayanlar oluyor. Sonra daha çocukluk dönemlerinde ailelerinden kaçıp büyük şehirlere sığınanlar var. Ailelerinden gördükleri şiddet, işkence, ölümler vs... Öyle kıstırılmış, öyle zor hayatları var ki... Koca dünyada kendilerini ifade edebilecekleri birkaç mahalle var sadece, onlar da gün aşırı polis baskınına uğruyor. Hayatları, polis otolarında, karakollarda, zührevi hastalıklar hastanesinde eziyet edilerek geçiyor.
"Kasımpaşalı Oedipus", biçimsel anlamda 'büyük bir deneme' idi. "Mazarin Mavisi" ise daha anaakım bir dil tutturuyor. Böyle bir biçim tercih etmenin sebebi neydi?
Sebebi hikâye. "Kasımpaşalı Oedipus" öyle anlatılması gerekiyordu; mitik bir dille, alegorik bir metindi zira. "Mazarin Mavisi" ise ötekinin sesini merkeze taşıyabilmek için merkezin dilini kullanarak anlatılması gerekiyordu. Dil ve anlatım konusunda takıntılarım yok. Hikâyeye bakıyorum ben, sonra da o hikâyeye uygun bir dil inşa etmeye çalışıyorum.
Çok sinematografik bir roman "Mazarin Mavisi", bildiğim kadarıyla sen de çok sinema ile ilgili birisin, ilk okuyanlardan hep bu tepkiyi almışsın, herkes eserin sinema için biçilmiş kaftan olduğundan bahsetmiş...
Kitabı yazarken iyi bir sinema filmi olabilirliliği üzerine düşünmedim hiç. Romanın güçlü bir hikâye barındırıyor olması ve kurgusunun da buna uygun olması okuyanları böyle bir düşünceye sevk etti. Film olur mu bilmiyorum. Bu, benimle alakalı bir durum değil. Olmasını ister miyim? Evet isterim. Neden olmasın. (ED/AÖ)