Dün koğuş nöbetçisiydim.
Bu nedenle yazım bugüne kaldı.
Arada bir de olsa, Cumartesi yazımı Pazar günü yazmak zorunda kalsam da…
Pek sorun olmuyor.
Dünden kalan yorgunluk eşliğinde, masamın başına oturdum.
Karşımdaki duvara astığım fotoğraflardan gülücükler gönderen ömrüme, Akocan’a, Thessa’ya, Şengül’e, anneme, Yağmur’a, Irmak’a ve Öykü’ye günaydın diyip, sabah mesaime başladım.
Önce kapı komşumuz ağırlaştırılmış müebbetliklerden, 22 yıllık tutsak Türkan Pek’e bir mektup yazdım.
Sonra da, bu haftaki “Görülmüştür” damgalı yazıma başladım.
Türkan’a yazdığım mektup, bu haftaki yazımın da içeriğini belirledi.
Hapishane kurallar ve yasaklar sistemidir.
Bütün hakların minimuma indirilmesi gerektiği açıkça savunulur.
Ve yasa koyucu bu bakış açısıyla, kuralları da, yasaları da formüle eder.
Bunu yaparken de, çoğunluk dışında ortaya çıkabilecek durumları hiçbir şekilde dikkate almadığı gibi…
Bu gibi durumlar için bir esneme payı da bırakmazlar.
Çoğunluk için belirlenmiş bu kurallar, hiçbir şekilde sizin durumunuza uymadığında da…
O soğuk yasaklar silsilesi yasalar karşınıza çıkarılır.
Yani yasa koyucu yapmıştır yasasını, koymuştur kurallarını; uysa da olur, uymasa da kabilinden her şeyi sineye çekmeniz istenir, beklenir.
Ve en kötüsü de, fiili direnişler örgütlenmek dışında biz tutsaklar da, avukatlarımız da karşımıza çıkarılan ve özgün durumlarla hiçbir alakası olmayan bu yasaklara/dayatmalara karşı bir hukuk mücadelesi yürütmeyi pek düşünmeyiz!..
Çoğu zaman da bu edilgen pratiğimize bir de gerekçe buluruz:
“İtiraz etsek de, dava açsak da bir şey çıkmaz!” deriz.
Elbette yasaları yapanların zihniyetleri ile hapishanenin gri, soğuk beton duvarları aynı noktada buluşur.
Hapishane duvarları gibi yasaları da gri ve köşelidir.
Bütün bu yasakçı yasaları yaparken bırakalım insan unsurunu birazcık olsun dikkate almayı; insanı hepten rafa kaldırdıkları için yasaları da bu denli gri ve gayri-insanidir.
Ceza İnfaz Kanunu’nu (CİK) okuduğunuzda o kadar çok ayrıntıyla karşılaşırsınız ki!
Bir dolu hakkın bütün bu ayrıntılar içerisinde boğulduğunun farkına bile varmayabilirsiniz.
Fakat ne hikmetse, bunca ayrıntı içerisinde biz tutsakların lehine değerlendirilmesi gereken ve hayli yaygın olan bazı durumların üzerinden itinayla atlanmış olması da kesinlikle bir tesadüf değildir.
Örneğin ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan tutsaklarla ilgili bütün kurallar tüm ayrıntılarıyla ayrıca formüle edilmiş olmasına rağmen…
Kendi çizdikleri çerçevenin dışında bir durum çıktığında ise, bu durumlarda neler yapılabileceğine dair hiçbir şey söylenmemektedir.
Ağırlaştırılmış müebbetliklerin günlük alacağı havanın bile hesabını yaparken…
Birinci derecede akrabası olmayan bir tutsağın yasaca tanınmış ziyaret hakkını nasıl kullanacağına dair hiçbir şey söylememektedir!..
Kapı komşumuz Türkan’ın ailesi Almanya’da yaşıyor.
Geçen yıl anne ve babası Türkan’ın ziyaretine gelirken trafik kazası geçirdiler.
Her ikisi de ölümden döndü.
Bunun Türkan bakımından nasıl bir şey olduğunu anlamak ve hissetmek çok zor olmasa gerek.
Babasını ambulans uçakla Almanya’ya götürdüler.
Hayatını kurtardılar ama belden aşağısının felç olmasına mani olamadılar.
Baba tekerlekli sandalyeye mahkûm oldu.
Anne ise ona bakmaya…
Bu nedenle yılda bir-iki defa da olsa artık Türkan’ın ziyaretine gelemiyorlar.
Yasa ağırlaştırılmış müebbetliklere ayda biri açık, biri kapalı olmak üzere iki defa görüş hakkı tanıyor.
Görüşçülerinin kimler olacağı da Adalet Bakanlığı’nca ayrıca belirlenmiş.
Anne, baba, kardeş, eş, çocuk ve vasi dışında kimseye izin yok!
Yani bekarsan, çocuğun da yoksa anne-baba hayatta değillerse ya da gelemiyorlarsa geriye kardeş ve vasi kalıyor görüşebileceğin.
Şu an somut olarak Türkan’ın ziyaretine sadece kardeşi gelebiliyor.
O da Alman vatandaşı olduğu için görüşe gelmeden 15 gün önce Adalet Bakanlığı’na başvurarak görüş için her defasında izin almak zorunda.
Geçenlerde ziyarete gelmiş.
15 gün önceden Bakanlık’a başvuru yapmadığı için görüşe giremeden Almanya’ya geri dönmüş!
Türkan’ın bir varisi var elbette.
Ama o da gelemiyormuş.
Bu durumda Türkan yasal olarak kendisine tanınmış görüş hakkından fiilen yararlanamıyor.
Hali hazırda ziyaretine gelebilecek bir dayısı varmış.
Ona da yasalar izin vermiyor!
Anlayacağınız yasalar fiilen tümüyle insansızlaştırılmış bir yaşam dayatıyor Türkan’a ve benzer durumda olan tutsaklara.
Bir zamanlar 12 Eylül’ün baş mimarlarından cuntacı başı Kenan Evren idamlara karşı çıkanlara; “Asmayalım da besleyelim mi?” demişti.
Demokratikleşiyoruz deyip idam cezasını kaldırdılar yüzyılın başında.
Ama bir ömür boyu işkenceye mahkûm ettiler, ediyorlar insanları!
Adına da demokrasi diyorlar…
Olmaz olsun bu demokrasiniz denmez de…
Ne denir ki, bu durumda! (FE/HK)
* 18 Ağustos 2013, Gebze Hapishanesi