Bir Ermeni kentinde doğdum. Küçük yaşlarda Ermenilerin uğradığı soykırıma dair bilgilerden haberdar oldum. Aile dostlarımızın içinde Ermeni nenelerimiz oldu hep. Ama yine de soykırıma dair sistematik bilgileri biriktirmeye 1990’lı yılların ikinci yarısında başladım.
Bütün bu yıllarda okuduğum her kitap beni bir başka soykırım öyküsüne taşıdı. Sekiz yıllık tutsaklığım boyunca da, bütün bir tarihe dair derli toplu okumalar yapma koşuluna sahip oldum.
Aslında genel olarak Türkiye devrimci hareketinin bu konuda geç kalmışlığının bir parçasıydı benim geç kalmışlığım da... Oysa sevgilimin anneannesinin öyküsü, yıllar sonra hapishanede okuduğum bir kitapta yer alan röportaj karşısındaki şaşkınlığın; “aaa bu benim babaannemin kardeşi” demem, ama aile fertlerinin bu bilgiyi hiç umursamamaları...
Tahliye olduktan sonra Musa Dağ’ına gitme planımı gerçekleştirememek, içimdeki en büyük uktelerden biri olarak kaldı. Memlekette dolaşırken, attığım her adımda “kim bilir buralarda kaç insanın canına kıydılar, kaç insan işkencelerden geçirildi, kaç insan bir an önce çöle ulaşmak ve canını kurtarmak için bu toprakları adımladı” sorularını sıkça kendime sordum. Vakti zamanında anneannenin izlerini sürmediğime hayıflandım. Babaannem, Ermeni Hasan dayı... Kısacası insan bir içine dalmaya görsün, bir çorap söküğü gibi gelirdi sonu diye düşünüp olanakları kaçırmış olmama üzülüyorum.
Hollanda’da tesadüfen karşılaştığım ve ailesinin öyküsünün peşine düştüğüm Hayko, 100. yıl vesilesiyle karşılaştığım Haygan ve “Turnaların Çağrısı”... Her dinlediğim, okuduğum öyküde yüreğime sıkışan acı ve öfkenin artmasına aldırmadan yeni öyküler arıyorum. Bulduğum her öyküyle bir kez daha o günlere ve yaşanan acılara dokunmaya çalışıyorum.
Halkların Demokratik Kongresi (HDK) - Avrupa’nın Nisan ayındaki olağan toplantısı için Köln’e gitmiştim. Fırsat bu fırsat deyip, eski tanıdıklara, dostlara uğradım. Otuz yılı aşkındır arkadaşım olan Halil İçöz’e misafir oldum. İki gün boyunca hem sohbet ettik, hem de eski dostları arayıp, buluştuk.
Halil’in kanser hastalığına yakalandığını Kandıra T Tipi Hapishanedeyken öğrenmiştim. Gebze hapishanesinde de kansere karşı mücadelesini anlattığı ilk kitabı “Karpit”i okumuştum. Tahliye olduktan sonra da bir tesadüf sonucu yollarımız İstanbul-Kadıköy’de kesişmiş, uzun uzun sohbet etmiştik.
Aradan geçen iki yılın ardından Halil’le karşılaşmamıza Ceylan Yayınlarından çıkan yeni kitabı “Salavat Tepe” eşlik etti. Halil bu defa gerçek bir yaşam öyküsünden yola çıkmış. Sivas’ın Divriği ilçesinde 1900’lerin başında yaşanmış olan bu katliama 10 yaşındayken tanıklık eden bir köşkerin, yetmiş yıl sonraki anlatımlarından ortaya çıkarmış bu dokunaklı öyküyü. Öyküyü yazara ulaştıran kişi, Divriği madeninde bitirme projesi hazırlayan arkadaşı Vedat Sicimoğlu’dur.
Eşi ve üç kızıyla Sogomon ailesinin öyküsü köşker Hasan’ın dükkânında başlıyor. Ayakkabısını tamir ettirmek üzere dükkâna giren Vedat’a Hasan usta kahve ikram ediyor. Kahvesini içen Vedat fincanın dibindeki işaretlere takılıp kalıyor. Sonra sorular soruları kovalarken, ortaya soykırımda Sogomon ailesinin hazin öyküsü çıkıyor.
Fincan oraların gerçek sahiplerinden Sogomon ailesinden Hasanlara yadigâr kalmıştır. Ve o küçücük fincanın dibinde yağmalanan insan bedenlerinin, tecavüze uğrayan kadınların, kâbus dolu günlerden geçerek yaşamayı başaran ya da işkence edilerek öldürülen çocukların, erkeklerin, mallarına-mülklerine el koyulan bir halkın öyküsü gizlidir. Tıpkı yağmadan kurtulan bir başka eşyada olduğu gibi...
Kendi halinde bir tüccardır Sogomon... Sivas’tan, Çukurova’dan getirdiği kumaşları satar konağının bir bölümündeki işyerinde. Köşger Agop’un ayakkabıları, deri körüklerle ateşi üfleten yardımcılar, kızgın demiri döven demirci ustalarının olduğu bir köydür. Her biri ayrı işlerle uğraşan zanaatkârlar, iş sahipleri, el dokuması ipek kumaş satan bir dükkânı bile varmış. Bütün bunları yan yana getirdiğinizde aslında bir köyden çok ilçeyi andırıyor Salavat Tepe’nin hemen altına konumlanmış köy...
Orada, oracıkta yakalamış bir buçuk milyonu yok eden kıyım... Oracıkta yakalamış Sogomon’u, eşi Vartanuş, büyük kızı Şuşanig, ortanca kızı Yester ve katliamdan bir askerin kaçırıp evlat edinmesi sonucu sağ kurtulan Meğrig, birlikte yola çıktıkları Argam’ı, Santur ve eşi Asil’i,...
Bütün tarihlerini, varlarını-yoklarını komşularına emanet edip ölüm yolculuğuna çıkan bu insanlara yaşatılan zulüm, bir halka yaşatılanın sadece küçük bir örneği... Bütün bu örnekler tarihin derinliklerinden çekilip çıkarıldığında, işte o zaman bütün gerçekler olanca çıplaklığıyla gözler önüne serilecek. O zaman yalanın, yok saymanın, saptırmanın, tarihi kocaman bir kara örtünün altında saklamanın kimseye faydası olmadığı açığa çıkacak.
Sevgili Halil iyi ki yazma serüveniyle Ermeni halkına yaşatılan zulme, soykırıma çevirmekle ve Salavat Tepe’nin Sogomon ailesine ve komşularına yaşatılanları gün yüzüne çıkarmış. Soykırımın tarihine önemli bir katkı sunmuş.
Yazar-çevirmen Halil İçöz’ün üçüncü baskısı yapılan Karpit, İnsanda Yolculuk ve Tespih taneleri adlı kitaplarının olduğunu kaydetmeliyim...
Halil arkadaşımın eline, emeğine sağlık. Bizlere de okumak, okutmak ve unutturmamak düşüyor... (FE/ÇT)