6 Nisan, “Öldürülen Gazeteciler Günü” olarak anılıyor. 1997’de Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) tarafından Hasan Fehmi’nin öldürülmesi olayından hareketle belirlenmiş.
Serbesti gazetesinin yazı işleri müdürü ve başyazarı Hasan Fehmi’nin ölümü M. Nuri İnuğur’un Basın ve Yayın Tarihi kitabında şu sözlerle anlatılıyor:
“5 Nisan 1909 günü akşamı üç arkadaşıyla birlikte Beyoğlu’na çıkmak için Galata Köprüsü’nden geçmekte olan Hasan Fehmi, İttihatçıların fedaileri tarafından kurşunlanmış ve ertesi gün Serbesti gazetesinin birinci sayfasında yalnız ‘Basın özgürlüğünün ilk kurbanı Hasan Fehmi’nin haberi’ yer almıştır.” (İnuğur, 2005: 321)
Hasan Fehmi’nin öldürülüşünden bugüne kaç gazetecinin öldürüldüğüne ilişkin gazetecilik örgütleri kimi listeler yayımlıyor. TGC’ye göre 66, Çağdaş Gazeteciler Derneği’ne (ÇGD) göre 78 gazeteci öldürülmüş.
Türkiye’de öldürülen gazetecilere yönelik kesin bir tespit yok. Örneğin ÇGD, Hâlit Ziya (Uşaklıgil) ile Nevruz, Hizmet gibi basılı yayınları çıkarmış olan Tevfik Nevzat’ın 19 Mart 1905’teki ölümünden başlatıyor listeyi. Ziya Somar’ın “İzmir’in İlk Fikir ve Hürriyet Kurbanı” adlı kitabında anlattığı Tevfik Nevzat, “istibdat dönemi”nde muhalif yayınlarından dolayı jurnallenecek ve gönderildiği Adana cezaevinde boğularak öldürüldüğü geçecekti kayıtlara.
ÇGD’nin güncel listesinin sonunda 2015’te kartopu cinayetinde ölen Nuh Köklü’nün adı yer alırken, TGC’nin listesinde “15 Temmuz darbe girişimi” sırasında açılan ateş sonucu ölen Mustafa Cambaz’ın adı bulunuyor. Etkin Haber Ajansı’nın Agos gazetesinde yayımlanan listesine (2012) göre ise öldürülen gazeteci sayısı 112.
“Öldürülen Gazeteciler Günü”, tam sayısı bile bilinemeyen ama karanlıkta kalan gazeteci cinayetlerinin faillerinin çoğunun yargılanamamasında ve cezasızlık kültürünün yaygınlaşmasında devletin sorumluluğunu hatırlatması bakımından önemli.
Peki, hatırlatılınca bu cinayetler aydınlatılabilecek mi?
Son yıllarda ama özellikle de son aylarda yaşananlara bakılırsa aydınlatmak bir yana medya kuruluşlarının aslî görevini yapabilmesi elinden alınıyor; gazetecilik her geçen gün kan kaybediyor. Çünkü bir de tutuklu gazeteciler listesi var: ÇGD’nin 146, Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın 156 olarak açıkladığı uzun mu uzun bir liste. Kapatılan yayın kuruluşlarının çetelesini neredeyse tutamaz olduk. İşini kaybeden gazetecilerin sayısı binlerle ifade ediliyor.
Eskiden öldürülen gazetecilerdi, şimdi ise halkın haber alma hakkı olan gazeteciliği öldürüyorlar. Gazetecilikten suç üretilerek gazetecinin soru sorma, gerçeği yazma; kısacası haber yapma aslî işlevi büyük oranda etkisizleştiriliyor. Roller değişiyor. Gazetecilik bir halkla ilişkiler faaliyetine dönüşüyor. Artık soruyu soran gazeteci değil, cumhurbaşkanı, başbakan, yanıt veren de gazeteci oluyor.
Önerilen sistemin yargı provası
Veyahut çalışanları 158 gündür mahpus olan Cumhuriyet’e yönelik hazırlanan ve hükûmetin yayın organıyla (Sabah) duyurulan iddianamede olduğu gibi gazeteciler, kamu otoritesi haber kaynaklarının ByLock kullandıkları gerekçesiyle suçlanabiliyor.
Toplumun bilmesinde hayatî önem taşıyan yayınlanması bir gazetecilik görevi ve başarısı olan “devlet sırrı” “MİT TIR’ları”nın askerî malzeme taşımasına yönelik yapılan haberleri yazan gazetecilerin isimleri -daha önce görülen davalarda tahliye olmalarına rağmen- suç olarak iddianameye girebiliyor.
Dahası cumhuriyet savcıları, suçmuş gibi bir gazetenin içeriğinin ve mizanpajının değişip değişmeyeceğinin kendilerini ilgilendirmeyeceğini bildiği hâlde (bilmiyorsa hakikaten durum vahim demektir) gazetelerden yayın politikasını değiştirdiği gerekçesiyle hesap sorabiliyor: Yayın politikasını “değiştirmek” meğer suç unsuruymuş!
Hâlbuki “MİT TIR’ları” haberinde imzası bulunan Can Dündar ve Erdem Gül’ün tahliyesine yönelik Anayasa Mahkemesi gerekçeli kararında “Dündar ve Gül’ün tutuklanmaları dışında anılan haber dışında herhangi bir somut delil yoktur. Siyasi casusluk yaptıklarına ilişkin somut bilgi yoktur. (…) İfade özgürlüğü, aynı zamanda devleti veya toplumun herhangi bir kesimini inciten, şoke eden veya rahatsız eden düşünceler için de geçerlidir” demişti.
Yalnız bu olay değil basın ve ifade özgürlüğüyle ilgili pek çok konu ve olay için Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 10. maddesi kapsayıcı ve açıklayıcı nitelikte: “Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir almak ve vermek özgürlüğünü de içerir.”
İşin hukuki boyutunda ise iddianame henüz mahkemede sanıkların yüzüne dahi okunmadan siyasî iktidarın propaganda aygıtı tarafından ifşa ediliyor. Ergenekon vb. davalarda Gülen cemaatine yakın yayınların, “cemaat yargısı”nın yaptığı gibi. Bu sebeple hukukçuların tanımıyla âdil yargılanma ve savunma hakkı ihlal ediliyor.
Ama daha neler olmuyor ki?
Bir mahkemenin tahliye ettiği 21 gazeteci üç beş saat sonra başlatılan bir soruşturmayla derhâl yeniden gözaltına alınabiliyor. Nasıl oluyor? İktidarın propagandistleri tahliye kararı veren yargıçları hedef gösterince oluyor.
Dahası da var. Gazeteci Murat Aksoy’un, yazar Atilla Taş’ın da aralarında bulunduğu 21 kişi hakkında tahliye kararı veren hâkim ve savcılar başkanı Adalet Bakanı olan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından görevinden uzaklaştırıldı. Kurulun Başkanvekili Mehmet Yılmaz, iki kişinin attığı tweet’i “toplumsal infial” olarak değerlendirdi.
Devlet yargı yetkisini “bağımsız mahkemeler”den alıp bu iki zevata; iktidarın propagandistlerine teslim etti de haberimiz olmadı herhâlde.
16 Nisan öncesi “partili cumhurbaşkanlığı sistemi”nin bir yargı provası olarak geçti kayıtlara bu somut olay. Duymayan kalmasın! (SE/EA)
* Ermeni Soykırımı'nın başlangıcı olarak sayılan, 24 Nisan 1915 günü gözaltına alınıp tehcir edilen Ermeni aydınlar arasında da gazeteciler vardı. Ancak bu gazetecilerin bir kısmı ÇGD listesinde olmakla birlikte tüm liste elimizde bulunmuyor. Bugüne kadar topladıklarımızı şu haberimizden okuyabilirsiniz. [e.d.]