On gün önce kızımın üniversiteden mezuniyet törenindeydim; taşımakta zorlandığım duygu yüküyle. Dün akşam da sekiz yaşındaki arkadaşım Melis’in okuma bayramındaydım; inanılmaz büyük bir keyifle.
Okuma yazma bildiği için bazı artılar edinen ablasını kıskanan Melis, bu eksikliğini gidermek için hep çabucak büyümek istedi.
Sene başında “Okula başladım” töreni fazla abartılmadan kutlandı ama “Okuma-yazmayı öğrendim” bayramı çok görkemliydi.
Günler önceden başlayan dans çalışmaları, sunum metni ezberleri, kostüm ve saç modeli seçimi, aksesuar alışverişi, kostümlü provalar onu -annesini de- yordu ve heyecanlandırdı.
Programın büyük bir bölümünde etkin rolü varsa da o en çok kendisine mikrofonu en uzun süre elinde tutma ayrıcalığı sağlayan sunuculuk rolünü mühimsedi.
Işıklar kararıp perde açıldığında dünyanın en güzel korosu başladı:
“Yaşasın / Daha dün annemizin kollarında yaşıyorduk / Evimizin bahçesinde koşuyorduk / Ama ne okumayı biliyorduk; ne de yazmayı / Şimdi okullu olduk, / Okumayı yazmayı öğrendik / Daha pek çok şeyi de.
Önceden okula gelirken ya korkardık ya ağlardık / Evimizden ayrılmak istemezdik / Şimdi... / Güzel güzel okuyoruz / Bunu kutlamak istiyoruz.”
Kırk çocuğun birbirinden farklı beden dilinin de eşlik ettiği bu koro ayrıca çok hoş türküler de söyledi.
Melis’in bir profesyonel edasıyla hatırlatıcı nota filan başvurmadan yaptığı sunuyla sahneye gelen arkadaşları bizlere şiirler okuyup, bilmeceler sordu, fıkraları dramatize etti.
Ben en çok Yağmur ve Toprak adlı çocukların okuduğu
“Ne okumak ne yazmak / Bilmiyordum evvelce / Kelimeleri bırak / Yazamazdım A,B,C
Bütün harfler yüzüme / Alay eder bakardı / Eğri büğrü çizgiler / Çok canımı sıkardı
Bir gün dedim içimden / Alay edin bakalım / Görürsünüz siz beni / Nasıl okuryazarım!”
şiirini sevdim.
Melis ve tüm kız arkadaşları Dağlar Kızı Reyhan, Adanalı, Dandini dandini dastana ve Let it be şarkıları eşliğinde yaptıkları danslar hepimizi çok keyiflendirdi.
Melis’in sınıftaki erkek arkadaşları ise misket ve diğer Ankara oyun havalarını oynarken acemi halleri görülmeğe değerdi.
Çocukların yakınları fotoğraf makinesi, video kamera ve cep telefonuyla sürekli kayıt halinde olduklarından ve dolayısıyla sadece kendi çocuklarını kadraja aldıklarından etkinliğin seyir tadını benim kadar çıkaramadıklarını düşünüyorum.
Sınıftaki tüm çocuklar için birer slayt hazırlayan öğretmenin Melis’in slaytına yazdığı “Hafızası güçlü, öğrenmeye çok açık, sorumluluk sahibi” cümlesinin haklı gururunu ben de paylaştım.
Meslekler ve kostümler defilesi tek kelimeyle muhteşemdi. Doktor, hemşire, asker, polis gibi meslek insanlarını canlandıran çocuklar -hele ki Melis’imiz- çok hoştu.
Siyah şalvarı, topuklu abiye ayakkabısı, belinden sarkan zincirler, kulağında annesinin taşlı küpeleri, bukleli saçları, beyaz önlüğü, stetoskopu ile bizimki modellerden fırlamış bir doktordu adeta.
Tüm çocuklarının bayıldığı Hepsi 1 grubunun şarkıları yayımlanmaya başladığında ortalık daha bir şenlendi.
Melis uzun güzelim saçlarını sallaya sallaya, tüm bedenini ritme uydurarak dans etmeğe başladığında tüm salon ona odaklanıverdi. Kendinden geçmiş vaziyette stetoskopu beline bağlayarak yeni ve çılgın figürler yaratan Melis’i izlerken, utanmasam sahneye fırlayıp onu kocaman öpecektim.
Tören bitimi bahçede üzerlerine rengahenk konfeti yağarken onlar avaz avaz bağırıyordu:
“Okumak ne güzel / Yazmak ne güzel / Yaşasın yaşasın yaşasın / Okuyunca her şey daha da güzel!”(ŞD/EÜ)
* Şadiye Dönümcü, Melis’in arkadaşı.