Bir yaşlıya yumruk atmak mertlik ve ulusal hassaslıksa bu ülkede ciddi bir sosyal manipülasyon var demektir.
Aylar önce "Başbuğ'un Karadeniz hassasiyeti" başlıklı yazımda bugün halkların iradesine atılan namert yumruğu yazmıştım.
Başbuğ'un ve ülkede ayrımcılık kokan benzer söylemlerinin doğuracağı sonuçları izah etmeye çalışmıştım.
Neydi mevzu?
Hatırlanacağı gibi geçtiğimiz aralık ayında Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ, Trabzon'da Oruç Reis Firkateyni'nde bir basın toplantısı düzenlemişti. Başbuğ, bir savaş firkateyni üzerinden bize seslenmiş, halkı kısaca "hizaya" çağırmıştı.
Başbuğ, o gün konuşmasında öne çıkardığı ve pek sıradan olduğu sanılan birkaç açık mesajı kamuoyunda pek dikkate alınmamıştı.
Başbuğ, konuşmasında özellikle bir vurguda bulunmuştu. Karadeniz Bölgesi'nin kendileri için ayrı bir önemi olduğunu ifade etmiş, sözlerini şöyle sürdürmüştü:
''Gerçekten bütün Karadeniz Bölgesi'ndeki insanlarımız, Trabzonlumuz merttir. Ülkesi için gerektiği zaman hiçbir fedakârlıktan kaçınmayan bir bölgede bulunuyoruz. Karadeniz Bölgesi insanı, gerçekten zor şartlarda inatla kararla görev yapmaya, çalışmaya hazır bir topluluktur. Dolayısıyla ulusal konulara olan bu bölge insanımızın hassasiyeti ortadadır. Bu nedenlerle elbette bugün burada bulunmak, bizler için ayrı bir mutluluk ve gurur kaynağıdır...''
Karadeniz'e fırsat buldukları zamanlarda diğer illere gitmeyi de çok arzu ettiğini ifade eden Başbuğ, ''Karadenizli olmak ayrıcalık. Bunun da altını çizeyim" demişti.
Kalbindeki pille hayatta kalan, yaşını almış Ahmet Türk'e saldıran da "hassas, mert, delikanlı Karadenizli vatandaş" polise verdiği ilk ifadesinde, Başbuğ'un da ortak olduğu hassasiyetleri sıralamıştı... Babası ve patronu da bu hassasiyetlere atıfta bulunmuş, hatta patronu eyleminden dolayı İsmail Çelik ile gurur duyduğunu beyan etmişti.
Yorum sizin...
***
Evrim Alataş'a;
Yıllar önce ilk muhabirlik yapmaya başladığımda onu tanımıştım. 1997 ve 1998'de de aynı gazetelerde çalıştık. 2000 yılında Çağdaş Gazeteciler Derneği'nin İstanbul Şubesi'nde birlikte yönetimdeydik. Hakkımızda açılan bir davada birlikte yargılandık.
Upuzun gür saçları, iri bedeni ve gölgesinden kaçmayan bir ruhu vardı Evrim'in. İnatla gülen gözleri hep aynı ışıltıyla bakardı, her şeye ve herkese rağmen.
1997'de bir gün gazetenin servisine gelip "Kanserim" dedi ve celladıyla dalga geçer gibi ekledi:
"Ne alakaysa artık?"
Haklıydı, çünkü o gün daha 21 yaşındaydı.
Gittiğin yer cennetin olsun...
Hep saygıyla, sevgiyle anacağız seni...(FA/EÜ)