Kemal Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşü, CHP seçmenine nefes verdi. Var olduklarını hatırlayan ve büyük kitle olma heyecanını yaşayan insanlar vardı Maltepe meydanında.
“Çok sıcak” diye mızmızlanan birine yanındaki “adam bu sıcakta Ankara’dan İstanbul’a geldi” deyince hak verdi diğeri.
Gölgelik bir yerde oturmak için yer ararken, “ikimiz de zayıfız, gel” diyen bir kadın o gün için zayıfladığını söyledi. 5 kilo vermiş. Kızının düğünü için en son böyle hazırlık yapmış.
Çakmağımın* üzerinde yazan “azadi” ne demek diye sorunca memleketler soruldu. Tabii ki o cümle geldi: “Olsun, hepimiz insanız.”
“Kimse bu yürüyüşün bir son olduğunu düşünmesin. Bu yürüyüş bizim ilk adımımızdır” diyen Kılıçdaroğlu’nun cümlesi miting sonrası dağılan kitlenin dilindeydi.
Metroda birbirini tanımayan insanlar, “kaç kişi vardık” tahminlerini birlikte yürüttüler.
60’larındaki bir amca, çok şeyden haberdar ve fakat bu bilgileri paylaşamayan esrarengiz biriymiş gibi kesin konuştu:
“Daha bu ilk, devamı da gelecek.”
Tahminlere gerek yoktu, “bundan sonra olacakları görün siz” demek istedi ve karizmatik bir şekilde, sanki ayarlanmış gibi cümlenin sonunda açılan kapıyla indi.
Anlaşılacağı üzere, ekrandan ya da manşetlerden izlenilen siyasetin kısır döngüsü insanları bezdirmişti. Partinin hangi konuda nasıl tavır aldığının belli olmadığı uzun zaman sonra, bu derece zorlu bir yürüyüşle can geldi kitlelere. Sokağa çıkmak şenlendirdi. Devamı nasıl olur bilinmez ama gelen binlerin tek ümidi Kılıçdaroğlu’nun bundan sonra yapacakları. Boğazlar yırtılına kadar “hak, hukuk, adalet” diye bağıran insanların gözlerindeki umut, sahneye çıkan Kılıçdaroğlu’nun konuşmasıyla katmerlendi.
CHP’nin bugüne kadarki icraatleri ya da daha doğrusu işine gelince uyuyan, gelmeyince uyanan muhalefeti hepimizin malumu. Bundan sonrası hüsran olursa, daha nasıl toparlanılır bilinmez.
“Bu yürüyüş ne işe yaradı?” sorusunun şimdilik bir ehemmiyeti var mı? Büyük harflerle “HİÇ BİR ŞEY” yapmamaktansa, bir şeyler yaparak kaybetmek ya da olur ya başarmak çoğu insanın hayat felsefesi.
Diğer tarafta başka bir tartışma dönüyor:
“Adalet işlemeli ama kime, kimlere?”
Böyle bir soru olabilir mi? Oluyor kimi zaman. Bazen sinsice, emarelerden anlayabileceğimiz şekilde. Bazen de aşikar. Değil mi ki, CHP milletvekillerinin oylarıyla dokunulmazlıklar kaldırıldı, HDP milletvekilleri bir bir içeri alındı. Neler neler oldu da bu parti, sesini soluğunu çıkarmadı. Haliyle, sizin adalet talebinizden ne çıkar eleştirileri döndü ortalıkta.
Kılıçdaroğlu, sahneden “IŞİD, PKK terör örgütü, El-Nusra ve diğer örgütlere karşı olduğumuz için yürüdük” deyince, bir kesim “al, buyur!” diyerek, defaten yineledikleri eleştirilerinin doğrulandığının gururunu yaşadı. Kimi söylemlere incinmeli ya da öfkelenmeli mi? Ya da gerek var mı artık fikir yürütüp, yorumlamaya?
Büyük şeyler bekleniyor CHP’den. Bünyesine ters gelecek kadar büyük şeyler. Öbür yandan, toplumların tabularının öyle kolay yıkıldığı nerede görülmüş. Öcalan çoğu CHP seçmeni için Kürt mücadelesinin lideri olarak değil kanlı bir örgütün öldürdüğü insanların katili. HDP, çoğusu için sadece ve sadece “bölücü Kürtlerin” partisi. Terörist tanımı yıllar evvel yazılmış, kayda geçmiş. Sihirli bir değnekle hükümler değiştirilemiyor. Beklentileri yüksek tutmamak hayatın bir çok alanında olduğu gibi politik alanda da soğukkanlılık kazandırıyor insana. Kimden bir omuz yardım isteyeceğin konusunda net kararlar almak, atılacak adımlar konusunda daha doğru kararlar alınmasını sağlıyor.
“Kardeş ben seni biliyorum, biz en azından şu konuda yan yana gelmeyelim. Yeriz birbirimizi” demek varken bu beklenti niye? “Ama onlar” diye sitem etmek niye? Kemalist hassasiyetlere zinhar hoşgörü göstermek mümkün değilse, karşı taraftan beklemek niye?
Yani, tarihin nasıl algılandığı, nasıl okunduğu meselesi, resmi tarihin neyi nasıl anlattığı meselesi. Mustafa Kemal kimisi için ulu önder kimisi için Kürtleri kandırmış bir lider. Aynı şekilde miting alanındaki binlerce bayrak kimisi için işgal edilen, yakılan yıkılan topraklarını hatırlatıyor. Bunlar bilinirken, politik mücadeleler gerekli vakitlerde yan yana, gerekmediği müddetçe ayrı koldan niye yürütülmesin.
Çoğu zaman, Türkiye’deki fraksiyonlar, örgütler, partiler bilcümle kendini solda tanımlayan cenahların bir araya gelememesi, memleketin bu duruma gelmesinde ilk neden olarak gösterilir. Tersten düşünmek gerek belki de. Herkes herkesi olduğu gibi kabul etmeli. Kabul etmeli ki dağılarak mücadeleler sürdürülebilsin. İlerde olan geride kalanı niye beklesin? Ama onlar şöyle, bunlar böyle. Evet öyle, bitmek bilmez yorumlar neyi değiştirebildi? Ya da ilk kez mi dışladı bir kesim diğer bir kesimi? Vaatler ne zaman verildi ki, hayalkırıklığı yaşansın?
Ana akım medyada, “adalet yürüyüşü”, “adalet” sözcüğü kullanılmadan haberleştirildi.
Demek hassas nokta bulunmuş. Ne yaptıklarının bilincindeler. Kötülükleri kesintiye uğradığı an, olabileceklerin korkusuyla son hız devam ediyorlar can yakmaya.
Şunda sanırım herkes mutabık. Dağınık kitleler olarak korkularını anlıyoruz. Kendi aramızda ya da ortak kimi talepleri paylaştığımız taraflar olarak anlaşamadığımız bazı hususlar var. Belli ki uzun sürecek bu anlaşmazlık belki de mesafeler daha da açılacak ama bu bilgi yeni değil, şimdiye değin alışmış olmalıydık. (FG/HK)
* Çakmak, Dicle Anter’in çakmağıydı. Mitingden 1 gün önce çakmaklarımızı değiş tokuş yapmıştık. Buradan kendisine sevgiler.