Fotoğraf: Elif Öztürk Özgöncü - AA
Psikoloji disiplini ürettiği ya da farklı disiplinlerle etkileşiminden edindiği hemen hemen tüm kavramlar gibi (ruhsal/psikolojik) travma kavramını da uzun süredir tartışmaktadır.
Kuşkusuz travma üzerine çok sayıda değerli çalışma ve uygulama vardır. Bu çalışmalar, özellikle acı, kriz üretme kapasitesi yüksek bir memlekette yaşayanlar için elbette önemlidir. Ne var ki, depremin hemen ardından akla gelen ilk kavramın "travma" olması ile biraz ilgilenmek istiyoruz. Maalesef bu yazıda da çok kez travma ifadesi geçecek.
Travma, psikolojiye tıp literatüründen ithal edilmiş bir kavram olduğu halde hem akademik açıdan hem de uygulama açısından psikoloji kavramları arasında kendine oldukça geniş bir zeminde, kritik, vesayetçi bir yer edinmiştir. Bu karakterinden ötürü her türlü vahim deneyimin hemen ardından ivedilikle parlak travma ikaz tabelalarına maruz kalırız ve sonraki sürecin bir travma onarım süreci olacağına alelacele ikna ediliriz.
Son yıllarda travma çalışmalarının baş döndürücü bir ivme yakaladığını çıplak gözle görmek mümkün. Psikiyatrik/klinik bağlamdan, kişisel gelişim, şifacılık piyasasına kadar travmalara dönük yüzey araştırmalarının, derinleşme çabalarının, ne olur ne olmaz düşüncesiyle yapılan travma sondaj atölyelerinin yükseldiği bir dönemdeyiz. Travma bir yandan hâlâ aşırı klinikleştirilmiş bir "etiket"ken diğer yandan hayatın her alanında tezgahı açılabilen bir pazara dönüştü. İşte 6 Şubat depremine böyle bir dönemin "travmasallığıyla" girdik.
Fail doğa değilse...
6 Şubat yıkımının bir doğa olayından kaynaklanmadığı, failinin "iktidarları yürüten insan" olduğu gerçeği yaygın olarak ifade ediliyor ve öyle anlaşılıyor ki; bu gerçek daha önceki deprem deneyimlerimize göre daha çok kabul görüyor. Bu, yalnızca depreme dayanıksız kent politikaları, rant sistemi vb. bağlamında değil, depremin ardından merkezi hükümetin yaşamsal sorumlulukları yerine getirmemiş olması hasebiyle de böyle anlaşılıyor. Öyleyse, malumun ilamına bakarak dolandırmadan söylemek gerekir ki bu, insan eliyle gerçekleşen politik bir travmadır.
Şu günlerde medya kullanan hiç kimsenin maruz kalmaktan kaçamayacağı çeşitli travma tanımlamaları, alan profesyonelleri arasında bolca dönen tanısal sınıflandırmalar politik mağduriyete dayalı toplumsal krizler söz konusu olduğunda özellikle sorunlu hale gelmektedir. Çünkü gitgide medyatik güçleri artan ruh sağlığı profesyonellerinin topluma aktardığı travma yaklaşımlarında travma öncesi koşullar göz ardı edilmekte, travma failleri kadrajın dışında kalmaktadır. Bu, yaygın travma çalışmalarının doğasıdır: Gerek akut dönem travma etkilerine yönelik olan, gerekse travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) kapsamındaki çalışmalar travma sonrasına odaklanır, tepkilerle kendini ifade eden travmanın onarılması önceliktir.
Ne var ki, politik nedenle gerçekleşen kayıplar ancak travma öncesi koşulların tarihsel- politik bağlamıyla anlam kazanabilir. Anlam ise iyi oluşun koşuludur. Politik travma çalışmalarıyla tanınan ve çalıştığı üniversitede akademisyen arkadaşlarıyla birlikte katledilen psikolog Ignacio Martin-Baro travmayı, "baskıcı ve sömürücü sosyal ilişkilere dayanan sosyal sistemden kaynaklı normal bir etki" olarak tanımlar. Özellikle 6 Şubat depremi gibi olaylar, hem nedensellik hem de yol açtığı sonuçlar itibarıyla psikolojik destek bağlamında da toplumsal referanslarla çalışılmalıdır. Bu da yıkıma neden olan sosyal ilişkilerin ifşasını terapötik bir dayanak olarak düşünebildiğimizde mümkündür.
Travmanın kontrol-manipülasyon işlevi
Acı ve kriz politik bir mahiyette olduğunda ve geniş kitleleri etkilediği durumlarda travmatik yaşantılar insanların politik davranışlarını düzenlemek ve kitlesel kontrol sağlamak için kullanılır. Yani travma etkileri failin ihtiyaçlarına göre şekil verilebilir karakterdedir. Bugün, iktidar kurumlarının bu büyük krize dair tutum ve açıklamaları yalnızca sorumsuzluk, liyakatsizlik, ihmal, aymazlık olarak değil, politik travmaların yaratmayı amaçladığı kontrol, manipülasyon, toplumsal etki oluşturma konusundaki arzusu olarak da okunmalıdır.
Politik travmada politik bakış açısı olmayan çalışmacıların yaşadıkları mesleki hayal kırıklığı, travmayı belirli bir zamana sınırlayan, hareket halindeki manipülasyon özelliğini göremeyen sınırlılıklarından ileri gelir. Zira, politik travmada politik kökenin deşifrasyonuna destek olunması, travmanın neden olduğu manipülasyonun fark edilmesi ve travmatize olanların diğerleriyle birlikte öznelikler oluşturmasına yardım edilmesi esastır.
Travmanın politik kökleriyle, hali hazırda travmayı genişleten nedenlerle, travmayı destekleyen faillikle ilgilenmeden yalnızca travma mağduruna odaklandığımızda özellikle bizim gibi politik şiddet üretme kapasitesi yüksek bir memlekette travmanın kurumsallaştığını/daha da kurumsallaştığını görürüz.
Sahadaki psiko-sosyal destek
6 Şubat depremlerinin enkazındaki toz daha kalkmadan, sahadaki en kritik grup ruh sağlığı profesyonelleri (psikologlar-psikolojik danışmanlar-psikiyatristler) olarak telakki edildi, ediliyor. Yüklenen bu işlev, ruh sağlığı uzmanlığının hızlanan mesleki kimlik inşa süreci ile de fevkalade uyumlu. Kurtarıcı olmak, "çok önemli olmak", toplumsallığı tanımlamak ve çerçevelemek ruh sağlığı uzmanlığının gitgide popülerleştirilen imajıdır. Bu çerçevenin ne olduğunu, hangi kabulleri ve güç ilişkilerini içerdiğini irdelemek başta eleştirel alan profesyonelleri olmak üzere eleştirel aklı önemseyen herkes için sorumluluk olmalıdır. "Kritik meslek mensubu" olmanın alan profesyonellerinde gerçekçi olmayan bir persona, toplumun genelinde de bu personaya uygun bir imaj oluşturduğu ve bunun toplumla ruh sağlığı çalışanları arasında dayanışmacı ilişkiler kurulmasını sınırladığını gözlemliyoruz.
Toplumu derinden etkileyen sosyal, siyasal, ekonomik, doğal her türlü olumsuz yaşantının neticesinde ortaya çıkan travma çalışmalarının kimi zaman failleri ve ihmalleri örtmeye yönelik bir risk taşıdığını söylemek istiyoruz.
Zira, ruh sağlığı profesyonellerinin kendilerine yüklenen işlevle niyetten bağımsız sürecin depolitizasyonunda konumlandırıldıklarını izliyoruz. Binlerce alan profesyonelinin "saha"da ve çevrimiçi ortamlarda gönüllü destek sunmaya yönelmesi, kuşkusuz ilk bakışta güven vericidir. Ne var ki böyle bir majör olayda mağdurun tepki göstermesini kolaylaştırıcı, etrafındakilerle dayanışmasını, hak aramasını destekleyici bir perspektif taşımayan bir psiko-sosyal destek çalışmasının mağduru güçlendireceği tartışmalıdır.
Deprem travması, deprem sonrasıyla beraber ele alındığında, devlet kurumlarının performansı başta depremzedelerin büyük bölümüne, toplumun ise önemli bir kısmına güvensiz, gücün sistematik olarak istismar edildiği, yoksun bırakılmaya neden olan, suç ve sorumluluk içeren eylemlerin hafifletilebileceği bir şiddet ortamı hissettirmektedir. Güvensiz ortamı olağanlaştıran tutumlar ise politik travmayı derinleştirir. Bu koşullarda acı çeken kitlelerin bireysel değeri erirken "duygu"ların travma değeri yükselir. Zira duyguların üst düzeyde estetikleştiği yerde, iktidarın küf kokusunu duymak zorlaşır. Öyle ya acılar vardır ve yalnızca onlardan konuşulmalıdır.
Oysa bugün psikoloji profesyonelleri olarak iyi niyetli çabalarımızın yanı sıra adeta kayıp göndergeye dönüşen kitlesel öfkeden ve onun da en az sarsılma kadar olağan olduğundan bahsetmek zorundayız. Aksi halde nötralize edilmiş ve politik içeriği zayıflamış öfke patlamalarına tanıklık ederiz.
Diğer yandan, her ne kadar ruh sağlığının kamusal tanınırlığının arttığı söylenebilirse de ruh sağlığı profesyonelleri üzerinden çağrışan toplumsal imgede halen güçsüzlük, olağandışılık, etiketlenme başlıkları etkilidir. Psikolojik yardım gereken durumlara dair hastalık referanslı negatif şemalar hâlâ güçlüdür. Yukarıda da belirttiğimiz gibi psikologlar, psikolojik danışmanlar, psikiyatristler, genel olarak "bilen-gören-etiketleyici-çerçeveleyici" imajı yaygınlaştıran bir mesleki kimlik inşa sürecindedir.
Ruh sağlığı profesyonellerinin deprem çalışmalarında doğrudan mesleki kimlikleriyle yer almaları, dayanışmacı aklın öne çıkması durumunda topluma yabancılaşmış, yukarıda bahsedilen şemalardan ötürü kaygı verici, bilirkişi(!) imajlarının değişmesine fırsat verebilir. Diğer yandan, deprem bölgesindekileri kategorik olarak travmatize olmuş bir kitle, kendilerini ise travma çalışmacısı olarak konumlandırdıkları bir motifte, bu şemaların negatif yönde güçlenmesi, mağdurlarda hasta(!) oldukları, güçsüz oldukları, travmaya bağlı ruhsal etiketlere (acaba depresyonda mıyım, bende tssb mi var vb.) ihtiyaçları olduğu yönünde inançlar gelişmesi de mümkündür. Alan profesyonellerinin profiline, mesleki eğilimlerine, mesleki benlik algılarına, toplumla ilişkilenme biçimlerine kitlesel düzlemde baktığımızda bu ihtimali önemsiz görmüyoruz.
Eleştirel psiko-sosyal destek
6 Şubat depremleri bir süreliğine yaşanıp, geçmemiştir, tehdit sürmektedir ve tehdide ilişkin beklenti anksiyöz değil, gerçekçidir. Tehdit yalnızca ülkenin çoğu bölgesinde yaşanabilecek muhtemel deprem gerçekliği değil, konuyu politik travma niteliğine kavuşturan siyasi-idari olarak güvensiz bir ülkede yaşam sürme gerçekliğidir. Şu koşullarda travma çalışmalarına başlamak için uygun bulduğumuz "iyileşecek güvenli-korunaklı" alanların varlığı galiba her yurttaş için tartışmalıdır.
Tüm bunlar sözgelimi psiko-sosyal destek hatlarının işlevsel boyutlarını es geçtiğimiz anlamına elbette gelmiyor, aksine eleştirel bir psiko-sosyal desteğin alandaki istismara set olacağını biliyoruz. Ne var ki Muharrem İnce'nin alana psikolog gönderilmesini talep eden çizgisine ortak olan ve toplumsal krizlerin acil destek hattı(!) olarak telakki edilen psikologların/psikolojik danışmanların bu misyonu paylaşması toplumsal travmanın atlatılmasında maalesef bir yere oturmuyor. Aksine, süren tehdidin ve tehditle derinleşen travmanın püskürtülmesi işinin ruh sağlığı profesyonellerinin sırtına yüklenmesi anlamına geliyor.
Zira olağan bir yas sürecinin yaşanabilmesinin yönünü adaletin intikal ettiği yön de belirler. Psikolojiye eleştirel bakışın, kuşkusuz yas ve konvansiyonel travma literatürüne eleştirel bakışı içerimleyerek mümkün olabileceğine inanıyoruz. Acının olduğu her yerde travma arayan dedektörleri anlamakta zorlanıyor ve iktidar mutlakiyetine su yürüten şemacılığı açıktan eleştiriyoruz.
Bir arada yaşam deneyimleri ve dayanışma kültürüne ekmek su gibi ihtiyacımız olduğunu çok yakından hissediyor ve paylaşıyoruz. Yalnızlaştıkça silikleşeceğimizi, içe döndükçe birikeceğimizi ve iyilik halinden kuşkulandıkça azalacağımızı biliyoruz. Bugün en çok yaşamda kalmanın ağırlığını yaşayarak öz-yıkıma yönelen bireyler için kolektif sarmalanmayı örgütlemek durumundayız.
Bu yaklaşım, travmayı inkar eden, yas dinamiklerinin geçişkenliklerini reddeden bir kabalığı savunmak anlamına gelmiyor. Bizler, ülkenin "yas" geçmişine şöylece bir bakmayı ve oradan öğrenmeyi önemsiyoruz. Gerçekle bağı koparılan acıları travma bağlamında çalışarak değil, acılara tutunabilen/tutunamayan diğerleriyle birliktelikleri destekleyerek güçlenilebileceğimize inanıyoruz. Acıları dramatize edilen bireyler yerine, kendilerine yaşatılandan hesap soran, aynı acıların bir daha yaşanmaması için mücadele eden, birlikte sağalan toplulukların güçlenmesi için çaba göstermeye devam edeceğiz. Aksi halde travmanın kurumlaşarak yeniden yeniden üretimine tanık olacağız.
Son günlerin popüler ve tartışmalı ifadesiyle "normalleşme" mümkün olmasa da politik travmanın baskısını kırmalıyız. İyileşme travma çalışmalarıyla değil, süreğen travmatik strese karşı süreğen iyileşme becerileri ile mümkün görünmektedir. Bu beceriler ise dayanışma psikolojileri ile mümkün.
Kolektif acıların, -yas dinamiklerinden iyi bildiğimiz üzere- ancak çoğullanarak yatıştığını iyi biliyoruz. Psikoloji profesyonellerini alan pratiklerini "bireysel destek yönlendirmeleri" ile sınırlı kalacak şekilde organize eden anlayışlarıyla yüzleşmeye davet ediyoruz. Eminiz, yapacaklarımız eğitim/uzman listeleri yayınlamaktan çok daha fazlasını kapsayacaktır.
*Metnin yazarları psikolojinin araştırma ve uygulama alanlarında çalışan profesyonellerdir. "Ruh sağlığı, psikolog psk.danışman, uzman" gibi yaygın ifadeler metnin anlaşılması açısından kullanılmıştır, metnin yazarları bu kavramları da tartışmalı bulmaktadır.
(OG/EP/ÖY/ST/AÖ)