Ne yana bakılsa bir padişah adıyla karşılaşılan ülkemizde Neo-Osmanlı hevesler zirve yaparken, eski Osmanlı topraklarındaki bütün devletlerle bozuşmak kural haline gelmişti.
Hristiyan’la, Yahudi’yle zaten dostluk aranmıyordu, sonunda etraftaki Müslüman ülkeleri “daha da Müslüman” yapmak uğruna bulaşılmadık bela kalmadı.
Okuma yazma ile başlarının hoş olmadığını biliyorduk ama hiç olmazsa yere göğe koyamadıkları tarihi biraz bilmeleri gerekirdi. Meğer onu da çizgi roman düzeyinde öğrendikleri için böyle hayran kalmışlar.
Son girdikleri macera dizisiyle, Osmanlının zannettikleri kadar güçlü bir devlet olmadığını, zaten çökertilmiş bir ekonomi ve imha edilmiş kurumlarla Osmanlı’nın ancak karikatürü olabileceklerini gördüler. Üstelik Osmanlı güzellemelerinin Araplar için son derece itici olduğunu da öğrenmiş bulundular.
Bütün hamlelerin başarısızlıkla sonuçlanması karşısında ricat etmek zorunlu bir hal aldı. Fakat aynı anda birkaç bataklığa birden saplanınca çıkmak da kolay olmuyor, bütün hatalı adımları saptayıp tek tek düzeltmek gerekiyor.
Ortada yıllarca sürdürülen inattan sonra inkar edilemez hale gelen bir başarısızlık var. Bu başarısızlık tabii ki siyasi bir fiyaskodur fakat yalnızca o kadar değil, aynı zamanda ciddi ekonomik bedeli de olan bir sorumsuzluktur.
Dış politikanın ekonomik bedeli
Ekonomik bedel öncelikle arıza çıkarılan ülkelerle yapılan dış ticaretteki değişimde görülüyor. Bu ülkelere ihracat siyasi ilişkilerin seyrine göre azalıyor veya artıyor.
Türkiye örneğin Birleşik Arap Emirliklerine her yıl 5 milyar dolar civarında ihracat yapardı. Hatta 2017 yılında ihracat 9 milyar dolara kadar çıkmıştı.
2018 yılı başında ilişkiler koptu. İhracat 3 milyar dolar dolaylarına kadar düştü. 2021 yılında Türkiye’de kriz iyice derinleşince, Tayyip Erdoğan BAE’yi ziyaret etmek zorunda kaldı. İhracat yeniden 5 milyar dolar düzeyine yükseldi.
Suudi Arabistan’da dalgalanma daha da şiddetli oldu. Her yıl 3 milyar dolar düzeyinde ihracat yapılırdı. İpler 2018 yılında koptu. İhracat her yılki düzeyin onda birine kadar düştü. İlişkiler 2022 Temmuzunda tamir edildi ama yılın ilk yarısında ihracat hala durmuş gibiydi.
Mısır’la ilişkiler hala gergin ama ihracat düşüşü bu iki ülkeye göre daha yumuşak oldu. Yıllık ihracat 3,5-4 milyar dolar aralığından 2,5-3 milyar dolar aralığına geriledi.
Bu rakamlara göre, sağduyudan uzak siyasi hamleler nedeniyle, bu üç ülkeden sağlanan ihracat gelirlerinin birkaç yılda 10-15 milyar dolar arasında azaldığını söyleyebiliriz.
Turizm rakamlarında da ciddi düşüş var. 2019 yılında, pandemiden önce, Suudi turist sayısı 300 bin, Mısır ve BAE turistlerinin sayıları 50’şer bin azaldı. Buna İsrail’den gelen turistlerin sayısının 100 bin kadar azalmasını ekleyebiliriz. Böylece bu dört ülkeden gelen turistlerin yüzde 60’dan fazlası kaybedildi. Daha sonraki yıllarda pandemi etkisi belirleyici olduğu için, turizm geliri düşüşüne ilişkin tahmin yapmak sağlıklı olmayacak.
Bu sayılara, söz konusu ülkelerden elde edilen müteahhitlik gelirleri, bu ülkelere yapılan mülk satışları, portföy yatırımları vb dahil değil.
Suriye macerasının maliyeti kabarık
Bunlar çok ciddi kayıplar. Yine de hiç biri Suriye’de karşı karşıya kalınan korkunç durumla kıyaslanamaz. Suriye gibi planlı, hesaplı bir şekilde felakete sürüklenen bir ülke söz konusuyken, ekonomik kayıplardan söz etmekte utanç verici bir yan var.
Fakat Türkiye de dahil bir dizi devletin yaptıkları sonucu, çevre ülkelere sığınmak zorunda kalan çaresiz insanlara salt ekonomik nedenlerle öfke duyulduğunu dikkate alarak, işin bu yanını da vurgulamak gerekiyor. Hele de ülkeye sığınan insanları “beslediğini” düşünen ve bundan şikayetçi olanların bu kadar çok olduğunu görünce.
Suriye iç savaşı 2011 yılında başladı. Türkiye o günden beri bu savaşın bir parçası oldu. İsyancılardan Özgür Suriye Ordusu, Suriye Milli Ordusu gibi ordu isimleriyle, Suriye devletinin ordusundan da bir gerilla birliği gibi Esat Güçleri diye söz ederek, tavır aldı. İsyancıları destekleyen, silah, mühimmat, para ve diplomatik destek sağlayan ülkeler zamanla gerçek durumu kavrayıp çekilseler de, Neo-Osmanlı inat devam etti.
Türkiye on bir yıldır askerleriyle, bombalarıyla, füzeleriyle, idari teşkilatıyla, belediye hizmetleriyle Suriye topraklarında. On bir yıldır savaşa yatırım yapıyor, hemen hiçbir getiri elde edemediği gibi maliyet de sürekli yükseliyor.
On bir yıldır süren çatışmaların insani maliyetini biraz tahmin edebiliyoruz ama ekonomik maliyetini bilemiyoruz. Doğal olarak “askeri sır”.
Maaşları pek açık değil
Belki ülkenin toplam askeri harcamalarının değişimi bir fikir verebilir. AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında Türkiye’nin askeri harcamaları 9 milyar dolar kadardı.
Zaman içinde düzenli olarak artarak bu yıl 19 milyar dolara ulaştı. Aynı dönemde kişi başına askeri harcamalar 139 dolardan, 222 dolara yükseldi.
Bu harcamaların ne kadarının Suriye ile ilgili olduğunu bilemiyoruz. Fakat bildiğimiz bazı şeyler de var. Mesela Türkiye’nin Suriye’de ÖSO adı altında bazı gruplara silah, para, gıda, barınak sağladığını biliyoruz.
Bunların sayısı bilinmiyor. Yabancı basına ve Suriye İnsan Hakları Gözlemevi gibi kurumlara göre Türkiye en az 35.000 kişilik bir silahlı güce her ay maaş ödüyor. Bu rakamı 40, 60, 80 bine kadar çıkaranlar var. Türkiye’nin “beslediği” insanlar asıl bunlar.
Maaşların ne kadar olduğu da pek açık değil. Önceleri ayda 300 dolar verildiği, sonra bunun 50 dolara kadar düştüğü söyleniyor. Aynı durum Libya’ya taşınan paralı askerler için de geçerli. Onlar da 2.000 dolarla başlamışlar, 600 dolara kadar düşmüş. Bunu protesto edenler, geri dönenler olmuş.
Anlaşılan maaşlar Türk lirası cinsinden ödeniyor, paranın değeri düştükçe, burada olduğu gibi orada da, şikayetler başlıyor. Aslında bu durum geleneğe uygun.
Osmanlı da paraları “tağşiş” eder, yani altına, gümüşe bakır vs katarak, paraların metal değerini düşürürdü. Bu durum zaman zaman yeniçeri isyanlarına yol açardı. Neo-Osmanlılar geleneği sürdürüyor.
Osmanlı ihtişamı hayallerinde ısrar etmek, dış politikada olduğu gibi ekonomide de çöküşe yol açan nedenlerden biri oldu. Altından kalkılamayacak dış maceralara girmek, ekonomide akıl dışı yöntemlerden medet ummaya götüren bir çaresizlik hali yarattı. Her şey daha da bozuldu.
Buna karşılık, ekonomide duvara toslamak dış politikada işe yaramış görünüyor. Dört bir yanımızın düşmanlarla çevrili olduğuna herkesin yürekten iman ettiği ülkede, mecburiyetten de olsa komşuları ziyaret edip barış aramak iyi bir gelişme.
Monşer diplomasisinin bıçkın diplomasisinden daha çok işe yaradığı görülüyor.
(BD/EMK)