Herkesin bildiği gibi “devletin yeniden yapılanması” söz konusu. Yeni dönemin ihtiyaçlarına göre, “Allah’ın lütfu” durumlardan da yararlanarak yapılanmak. Böyle bütünlüklü bir sürecin anayasanın 135. maddesinde “kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşları” olarak adlandırılan yapıları es geçmesi beklenemez. Bu es geçmeme, benzer bir anlayışla 12 Eylül (1980) sonrası da demokratik yerine otokratik bir düzenin darbeleri olarak yaşanmış, yasada değişiklik yapılmış ve halen geçerli olan kalıcı izler bırakmıştı.
AKP hükümetleri döneminde özellikle 2010’lu yıllarda meslek örgütlerinin yeniden yapılandırılmasının (demokratikleştirilmesinin?!) “bir fetö fikri” olarak tartışma gündemi olduğu biliniyor, yazıldı çizildi. Şimdi anlaşılan “bir fikri takip olarak” o dosyalar yeniden açılıyor, üzerinde çalışılıyor.
İşte böyle bir dönemde Türk Tabipleri Birliği (TTB) olağan seçim süreci başlamış durumda.*
Söylemekte yarar var: Yaşanacak seçim/ler tabip odalarında bir yönetim değişikliğinin çok ötesinde güncel gelişme ve baskılar altında hekimlik değerlerine ait bir seçim özelliği taşıyor, taşıyacak. Kuşkusuz iktidarın baskı, gölge ve müdahalesinde.
Seçim sürecinin (siz bunu güncel yeniden yapılandırma girişimi diye okuyun) başlangıcı Ocak ayı sonunda bizzat en tepeden verildi. TTB yönetiminin “Savaş Bir Halk Sağlığı Sorunudur” açıklaması “gerekçe” oldu. TTB merkez yönetimi gözaltına alındı ve Sağlık Bakanlığı tarafından görevden alma davası açıldı.
Bugün artık çok net biliyoruz ki asıl mesele söz konusu açıklamanın çok ötesinde bir müdahale/yeniden yapılandırma. Nasıl olacağını bilmemekle birlikte masada birden fazla seçenek olduğu ve yanı sıra durumdan vazife çıkaran hekimlerin öne atıldığı da görünüyor.
TTB merkez yönetimi için 1980’den bu yana üç kez görevden alma davası açıldı ve hepsinde de istenen sonuç sağlanamadı. Yazıda, bu kez başlatılan sürece “gerekçe” oluşturan açıklamanın 1980’li yıllarda yaşanmış “benzerini” hatırlatmak istiyorum.
12 Eylül’de 517 kişiye idam cezası verilmiş. 13 Aralık 1980 günü 17 yaşındaki Erdal Eren’le başlayan idamlar 1984 sonuna kadar 50’yi bulmuştur. Hekimlik ortamı açısından 1985 yılında Türkiye’de 22 tıp fakültesinin ve yaklaşık 35 bin hekimin olduğunu söyleyebiliriz. 2 bin 500-3 bin civarında olan tıp fakültesi kontenjanları altyapı gözetilmeksizin bir iki yıl içerisinde 5000’lerin üzerine çıkartılmıştı. 12 Eylül yönetimi bugüne benzer bir hekim karşıtı söylem ve çizgiye sahipti ve hekimler 12 Eylül’le birlikte özlük hakları açısından oldukça fazla kayba uğramıştı.
Böyle bir dönemde TTB merkez yönetimine seçilen heyetin başkanı profesör doktor Nusret Fişek, ikinci başkan profesör doktor (çocuk psikiyatristi) Atalay Yörükoğlu ve genel sekreter de doçent doktor (psikiyatrist) Haluk Özbay’dır.
Başkan Nusret Fişek 1960’lı yıllarda Sağlık Bakanlığı müsteşarlığı yapmış, sosyalleştirme olarak bilinen yasanın mimar ve uygulayıcılarından, dünya çapında bir halk sağlığı profesörü, bilim insanıydı.
12 Eylül atmosferinin hüküm sürdüğü bir dönemde göreve gelen yönetim bir yandan hekim özlük haklarında yaşanan sorunları görünür kılmak için çaba harcarken bir yandan da erezyona uğrayan, insan haklarından yoksun bir hekimlik uygulamasının baskıyla dayatıldığı koşullarda hekimlik değerlerinin savunusu için uğraşıyordu.
28 Eylül 1985 tarihinde TTB yönetimi idam cezasına karşı olduğunu bildiren açıklamasını yaptı ve gerekçesini de kamuoyuyla paylaştı
(TTB Haber Bülteni küpürü)
Adalet Bakanlığı bu açıklama nedeniyle Ekim ayı içerisinde görevlerine son verilmesi için dava açtı; savcı “ölüm cezasının kaldırılması yolundaki önerilerin TTB’nin amaçlarıyla bağdaşmadığını” söylüyordu. Yine aynı yazı nedeniyle Dernekler Kanununun bildiri yayınlamaya ilişkin kurallarına aykırı davrandıkları gerekçesiyle de ceza davası açıldı. Yargılamaların sonunda yapılan açıklamanın TTB’nin amaçlarına aykırı olmadığına karar verildi.
Bu süreçte hekimlerin tutumunu da bugünle benzerlikleri açısından hatırlatmakta yarar vardır. Hekimlerin azımsanmayacak bir kesimi açıklamayı desteklemekle birlikte görünür bir tutum almaktan çekinmişlerdir. 1986 yılında yapılan tabip odası seçimlerinde ise mevcut iktidar ve dayattığı “benim hekimim, benim dediğim gibi hekimlik” anlayışına karşı yönetimde olan Nusret Fişek ve ekibini yeniden seçmişlerdir. Ancak bir grup hekim ise iktidarın ve yarattığı kamuoyunun bir parçası olarak idam cezasıyla ilgili açıklamanın TTB’nin üzerine vazife olmadığını, TTB’nin “teröristlerin” asılmasına karşı olmasının hekimlikle bir ilgisi bulunmadığını, TTB’nin bu tutumuyla devlete karşı teröristleri savunduğunu, bunun asla kabul edilemez olduğunu söylemiş, bir grup ise bu içerikte bir açıklama için zamanlamanın uygunsuzluğunu, böyle baskıcı bir iktidar varken, bu koşullarda/ortamda bu açıklamanın sonuç vermeyeceğini, aksine şimşekleri hekimlerin/TTB’nin üzerine çekerek hekim özlük hakları vb daha da kayıplara yol açacağını ileri sürmüşlerdir.
Tabip odası seçimleri arefesinde, olağan bir seçim süreci yaşanmayacağının farkında olunması için aktarmış olalım. (EB/HK)
Kaynak: Hekimlik Yargılamaları, Ziynet Özçelik, Toplum ve Hekim Dergisi, 2014, cilt 29, sayı 3.
* 2018 yılı Büyük Kongresinin çoğunluk aranmaksızın yapılacak toplantısının 9-10 Haziran tarihlerinde yapılması planlanıyor.