Bize kendinden bahseder misin? Nerede doğdun, neler okudun, neler yaptın?
İzmir'de doğdum ve Mimar Sinan Üniversitesi'nde Resim bölümünde okumak üzere 1998'de İstanbul'a geldim. Mimar Sinan'da lisansımı ve masterimi bitirdikten sonra, iki sene kadar Yeditepe Üniversitesi'nde araştırma görevlisi olarak çalıştım. Daha sonra ikinci bir master yapmak üzere Barcelona'ya geldim. Burada Sanatsal üretim ve araştırma adlı bir programı bitirdim iki ay önce.
Barselona'ya gitmeye nasıl ve neden karar verdin?
Kafamda ne yapmak istediğime dair sorular vardı, daha çok şey görmek, daha fazla kaynaktan beslenmek istediğimi fark ettim. Alıştığım çevrenin dışında neler yapabileceğimi merak ediyordum, karşılaştırma imkanim olsun istiyordum.
Türkiyeli bir sanatçı olarak Türkçe ve buralı bir işle, "Çiftdüşün"le ödül aldın. Nasıl değerlendiriyorsun bunu? Çiftdüşün'e gelen tepkiler nasıldı?
İşi ilk yaptığım zaman Türkiye dışında bir yerde anlaşılıp anlaşılmayacağından pek emin değildim. Ancak insanlara gösterdikçe, o kadar anlaşılmaz olmadığını fark ettim. Sonuçta neredeyse her ulusun benzer bir marşı var ve neredeyse aynı şanlı geçmiş fikrinden, aynı parlak gelecekten, şehitlerden ve atalardan bahsediyorlar. Kelime kelime ne dediğinin pek de bir önemi kalmıyor sonunda, herkes kendi marşını hayal ederek işin nerde durduğunu anlayabiliyor. Üstüne üstlük işi birkaç defa gösterme fırsatı bulduktan sonra, ne dediğinin anlaşılmadan neden bahsetttiğinin anlaşılabiliyor olması hoşuma gitmeye başladı . Elbette yine de Türkiye'den izleyicilerin verdiği tepkileri izlemek daha çok hoşuma gidiyor, marşın alfabetik sırada okunurken oluşturduğu yeni anlamlar ve anlamsızlıklar karşısında yüzlerde gördüğüm gülümsemeyi izlemek, Türkçe anlamayan birinin imajlara bakarken yüzünde oluşan dehşet ifadesini izlemekten daha keyifli.
Politik bir tavrın var. İşlerin resmi söylemin aksi yönde şeyler söylüyor. Nelerden besleniyorsun?
Son yıllarda yaptığım işlerde master tezim için yaptığım araştırmaların çok etkisi oldu. Türkiye Cumhuriyeti'in resmi ideolojisinin bireylere atfettiği ideal vatandaş kimliğini araştırıyordum ve buradan başlayarak ulus devlet, ulus-devletlerin ulusluk bilincini pekiştirmek, vatandaşları arasında kardeşlik bağı yaratmak amaçıyla kullandıkları milli simgeler, kahramanlık hikayeleri, kurmaca mitolojiler gibi konulara daldım. İlk başta tez konum yüzünden daha teorik alanda ilgilendiğim konular daha sonra Türkiye'de yaşanan güncel olayların da etkisiyle işlerimin de konusunu oluşturmaya başladı.
Daha genel söylemek gerekirse, bütün bunlar bir rahatsızlıktan, nefes daralmasından, öfkeden yola çıkıyor.
Türkiye dışında olmak işlerini "daha özgür" kılıyor mu? "Dışarıda" yaşıyor olmanın sanatına katkıları neler?
Bir etkisi olduğu doğru ancak yaptığım işlerin Türkiye'de yapılamayacağını düşünmüyorum. Türkiye'de yaşayan pek çok sanatçı bundan çok daha sert işler üretiyorlar. Burada yaşıyor olmanın etkisi daha çok Türkiye gündemine mesafe alarak bakmak oldu. Uzaklığın verdiği bir duyguyla, orada mücadele edilmesi gereken şeyler varken burada rahat yaşıyor olmanın verdiği bir çeşit suçluluk duygusundan da bahsedilebilir.
Daha pratik şeyler de var tabi. Burada sanatsal ve kültürel projeler için ayrılmış ciddi bir kamu bütçesi var. Belediyeler, otonom hükümetin kimi kurumları sanatsal prodüksüyon için destek bütçeleri veriyorlar ve yapılacak işleri destekliyorlar. Elbette bu sistemin de pek çok sorunu var ama yine de şu aşamada benim için faydalı oldu. Kendi imkanlarımla gerçekleştiremeyeceğim bir takım işleri gerçekleştirmiş oldum.
Katıldığın yeni sergide bir oyunun var. Biraz anlatır mısın?
Bu bahsettiğin sergi yeni ancak proje aslında iki seneden daha fazla süredir yapmaya çalıştığım bir şey, benim için eski bir proje yani. Oyunun konusu yukarıda bahsettiğim şeylerle yakından ilgili. Fikir Barselona'ya ilk geldiğim zaman buradaki sanat çevresini ve piyasasını keşfetmeye, nasıl işlediği anlamaya çalıştığım, İstanbul'la farklarına dikkat ettiğim, yeni bir coğrafyada en "yabancı" hissettiğim zamanda ortaya çıktı. Merkezin dışında bir ülkede sanatçı olmaya çalışmak üzerine bir web oyunu. Oyunun başlangıcıdan itibaren önünüzde açılan sayfada genç bir sanatçının kendini içinde bulabileceği bir durum anlatılıyor ve daha sonra bu durum karşısında alabileceği iki tavır seçenek olarak veriliyor. Sorular cevaplandıkça yeni bir sayfada yeni bir soruya geçiliyor. Varılabilecek 67 tane son var ve bunlardan çok azında sanatçı olmayı başarabiliyorsunuz. Her varılan son aynı zamanda istatistik bilgi olarak, oyunu oynayan oyuncuların yüzde kaçının oraya vardığını söylüyor. Sorular; "Kadın mısınız erkek mi?", "Ortasınıf ve üstünden mi geliyorsunuz yoksa altsınıftan mı?", "Heteroseksüel misiniz değil misiniz?", "Askerliğin zorunlu olduğu bir ülkeden misiniz?", "Dosya hazırlayıp yarışmalara başvurmak ister misiniz yoksa bu işler size çok mu sıkıcı geliyor?", "Kendinizi pazarlama yeteneğiniz var mı?", "Alkole düşkün müsünüz?" gibi sorular. Oyunda hala ufak tefek hatalar var çözülmesi gereken ve sanırım bu hafta bitireceğiz ama merak edenler http://artistryourself.com/ adresinden bakabilirler.
Oynayanların verdikleri tepkiler senin tahayyülünle örtüştü mü yoksa çok şaşırtıcı şeyler mi yapıyor insanlar oyunu oynarken ya da sonrasında?
Genel olarak örtüstü. Dediğim gibi, çok fazla kötü son var ve oyunu bir defa oynayan, genellikle üç dört defa daha oynuyor hırs yapıp. Nasıl kazanabileceğini keşfetmeye çalışıyor. Bozulanlar oluyor, fikrime katılmadığını söyleyenler oluyor. Aslında oyun yalnızca sanat üzerine bir takım klişe düşünceler ve ortama dair özeleştriler üzerinden dönüyor. Ama bu eleştriler de yalnızca sanat ortamına ait değil, sanatı bu şekilde ulvileştirip diğer alanlardan ayırmanın da yanlış olduğunu düşünüyorum. "Sanat" , "sanatçı" kelimeleri başka mesleklerle bile değiştirilebilir. Sadece karşılaştığımız bir takım durumları oyunun hamlelerine dönüştürüp biraz dalga geçmek, biraz insanları güldürmek, biraz da eleştrimekti amacım.
Bir sohbetimizde "Atatürk'ün sözleriyle" ilgili senin de katıldığın bir işten bahsetmiştin. Biraz anlatır mısın? Nereden yola çıktınız, ne öngördünüz ve ne oldu?
Aylin Kuryel ve Bob Pannebakker'in birlikte başladıkları "Yenişehirmektupçuları" adlı bir sanat kolektifi var. İstanbul ve Amsterdam'da iki proje yaptılar ve daha sonra ben projenin Barcelona ayağında onlara katıldım. Buradaki sergi için kamusal alanda kimi müdahaleler yaptık İstanbul'da ve Barcelon'nin El Prat şehrinde. Temel olarak yaptığımız şey, bir şehre ait fenomeni diğer şehre yerleştirmekti. Örneğin Katalunya'da yaygın olarak çalışan bir dil platformu var. Bu platform Katalancanın yaygın kullanımını desteklemek için sürekli olarak sticker ve poster hazırlıyor. "Dolaptan çık Katalanca konuş", "Kendi dilimizde film izlemek istiyoruz", "Kendi dilimizde oyuncak istiyoruz", "Kendi dilimizde reklam istiyoruz", "Dilini kullan" gibi sloganları var. Bunu İstanbul'a taşısak ne olur diye düşündük ve platformun stickerlarını aynen alıp üzerindeki katalanca sloganları Kürtçeye, Ermeniceye ve Ladino'ya çevirerek yeniden hazırladık ve İstanbul'da sokaklara yapıştırdık. Elbette buraya ait bir fenomeni oraya koyunca garip bir durum yaratmış oluyorsun, bütün tartışmaların ortasında her şey çözülmüş gibi Kürtçe reklam istiyoruz demek örneğin.
Daha sonra, Atatürk'ün her yerde görmeye alıştığımız altın kabartma harflerle yazılmış özlü sözlerini katalancaya çevirip buraya taşımaya karar verdik. Bir ay süresince El Prat şehrinin belediye binasının cephesinde "Ne mutlu Katalanım diyene" yazısı asılı durdu. Sergiyi yaptığımız binaya "Efendiler! Hepiniz mebus olabilirsiniz, vekil olabilirsiniz hatta reis-i cumhur olabilirsiniz; fakat hiçbir zaman sanatkar olamazsınız!", spor salonuna "Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur" sözlerini Katalanca olarak altın yaldızlı harflerle yazdık. Tepkiler oldukça ilginçti. Özellikle belediye meydanındaki "Ne mutlu Katalanım diyene sözü" milliyetçiliğin her türünün (buradakilerin çoğu Katalan milliyetçiliğinin ofansif bir milliyetçilik olduğu için zararsız olduğunu savunuyor) ne kadar hızla tehlikeli hale gelebileceğini kanıtlar gibiydi. Yazıya pek çok insan sanki yıllardır böyle bir şey bekliyormuş, sanki bir eksik tamamlanmış gibi gülümseyerek ve gururla baktılar. Elbette bu faşist yazıyı kim koydu buraya diye köpürenler de oldu.
İstanbul ve Barselona'da bulundun. İki şehrin sanat gündemi ve damarını kıyaslamanı istesem.
İstanbul kimi imkansızlıklar yüzünden bence daha çok risk alan bir şehir ve özellikle son yıllarda artan bir şekilde konuşulan, tartışılan işler çıkıyor. Son zamanlarda da pek çok yeni mekan açıldı. Açıkçası ben biraz uzakta kaldım, o yüzden yapacağım yorumlar çok sağlıklı olmayabilir. Barcelona da ise iki koldan bahsedilebilir. Birincisi kültür-sanat turizmini geliştirme çabası. Bu yüzden kimi alternatif mekanların yöneticileri değiştiriliyor ve mekanlar daha mainstream işlere kapılarını açmaya başlıyor. Avrupa'nın üçüncü dünyası olarak görülmekten kurtulmaya çalışıyor. Diğer yandan burası bir orta sınıf şehri ve büyük ölçüde kamu parasıyla dönüyor sanat piyasası. Bu da çok fazla risk almayan işlerin üretilmesine yol açıyor.
Çantanda yeni ne var? Yakında neler göreceğiz imzanla?
Çiftdüşün serisinin ikinci ve üçüncü işi var. İkisi de proje olarak hazır ancak henüz sergileme fırsatı bulamadım. Çiftdüşün serisinin ikinci işi, ilk video için çalışırken bulduğum 10 kıtayı ezbere okuyan 7 yaş altı çocukların videolarının çokluğu karşındaki şaşkınlığım ve umutsuzluğumdan çıktı. Marşın içeriğini anlayamayacak yaştaki çocukların ağzından kefensiz yatanları, toprağı sıkınca çıkan şühedayı, dökülen kanları duydukça bunlarla ne yapabilirim diye düşünmeye başladım. Bu ikinci işte çocukların sesleriyle görüntülerini ayırdım. İzleyici videonun olduğu salona ulaşana kadar geçtiği koridor boyunca aşırı vurgularla ama dili dönmediği içın ne söylediği tam anlaşılmayan çocukların sesini dilerken, videoya ulaştığında çocukların mimikleri ve yapmacık hareketlerin tamamen sessiz olarak izleyecek.
Son iş ise nutuk üzerine. Atatürk'ün mecliste 36 buçuk saatte okuduğu bu metin, bir anlamda o zamana kadar yaşanmış olanların resmi tarih diline çevirisi. Bu defa kelimelerin sayısı ve gruplandırılması üzerine bir yerleştirme yapmak istiyorum. Özetle, katılımcının bir çeşit istatistik barının içinde merak ettiği kelimelere göre ve kullanım yoğunluğuyla orantılı olarak hareket edebileceği bir çeşit asansör sistemi.
Barselona'da kalmayı sürdürecek misin yoksa başka şehirler, örneğin İstanbul'a düşecek mi yolun?
Ocak ayından itibaren bir süre İstanbul'da olacağım, sonrasını ben de tam olarak bilmiyorum, bir çok değişkene bağlı şu anda. (BÇ)
* Zeyno Pekünlü'nün kendisi ve işleri hakkında ayrıntılı bilgi için tıklayınız.
* Fotoğraf: Bawer Çakır