Barınma, eğitim, güvenlik sorunlarıyla boğuşacaksam, kaldığım otelin yangın merdivenini, bindiğim trenin raylarını, oturduğum binanın deprem yönetmeliğini ben denetleyeceksem, niye vergi veriyorum?
Yeni dünyada var olmak
Geçtiğimiz hafta yaşanan tüm gelişmeler, yeni bir yol haritasına ihtiyacımız olduğunu yüzümüze çarptı. Eski düzenin yasını tuttuysak, yeni dünyada var olmak için donanımımızı geliştirmeliyiz. Kapitalizmin "böl, parçala, yönet" tuzağına düşmeden birleşmeliyiz.
Bağımsız sendikaları bir çatı altında güçlendirmeli ve genç nesil için alternatif bir hava sahası yaratabilmeliyiz.
Üç senedir kanser teşhisiyle ölen eşimin yasını tutuyorum. Onun gidişini kabullenmeye ve bir yandan da yaşadığımı sandığım o eski ülkenin artık var olmadığı gerçeğini anlamaya uğraşıyorum.
Eşimi kaybedince nükseden ölüm korkum, beni bir "yurttaş" olarak daha fazla sorumluluk almaya itti. STK'larda aktif çalışmaya, alana inmeye ve hak mücadelesine katılmaya başladım.
Yine de yas tutmanın inkâr, öfke, pazarlık, depresyon aşamalarından sonra gelen kabullenme aşamasına geçişe direniyorum. Zira memleketin nobran ve açgözlü ruhuyla yüzleşmek demekti bu. Uzun süredir kafamı başka yöne çevirmeyi seçmenin suçluluğu ile baş başayım.
Yasın beşinci evresi olan kabullenme, büyümeyi ve şifalanmayı beraberinde getiriyor. Kendi yaranla başkalarını şifalandırma isteğini barındırıyor. Bu da kişilerden ve olaylardan ziyade fikirleri ve sistemi sorgulamayı gerektiriyor.
Senede sadece 3 ay iş bulup (oyunculuk, çeviri ve metin yazarlığı), kalan 9 ayı aile büyüklerinin desteği ile geçiren, 4,5 yaşındaki kızıyla yalnız yaşayan bir kadınım. Hem arkadaşlarımın hem ailemin bir bölümü son on senede başka ülkelere yerleştiler. Onların yaşam şartlarıyla benim içinde yaşadığım koşulları mukayese ediyorum.
Berlin'de yaşayan kız kardeşim, oğlunun eğitimi için cebinden tek kuruş çıkmıyor. Ayrıca spor ve sanat faaliyetleri için ek ödeme de yapmıyor.
Bense devlet okuluna giden kızımın okuluna hem bağış (okul oturduğum sitenin girişinde) hem de aylık 7 bin TL aidat veriyorum. Ek masraflarla bu oran 10 bin TL'yi buluyor. Çocuğumu sanat ve spor alanında geliştirmek için AKM etkinliklerine katılsam, bir çocuk merkezi etkinliğinin saati 150 TL. En ucuz oyun bileti 90 TL. Mutfak masraflarını ve son iki ayda artan zamlarla elektrik, su, doğalgaz, iletişim faturalarını biliyorsunuz. Her sene %60 zam isteyen ev sahibimin baskısını da unutmayayım.
En son 2017'de yurt dışına bir kongreye gidebildim. Yurt dışında bir festivale katılmak benim için bir süredir uzak bir geçmiş hayali gibi...
Gittikçe seviyesizleşen bir ortamda akıl sağlığımı korumak için avukatlarla, muhasebecilerle, arabulucularla çalışıyorum. Elbette bu ekibe de bir ödeme yapıyorum. Sonuç itibarıyla ruhsal sağlığımı korumak ve mesleğimdeki görüşümü geliştirmek için kitap alacak param kalmıyor. Belediyenin kütüphanelerinden ve arkadaş hediyelerinden faydalanıyorum. Maalesef bütçem sürekli açık veriyor.
Londra'da yaşayan, benim gibi bekar bir anne olan Umay Korgül, "Ev kiram 1.750 pound, Richmond bölgesindeyiz. Burada daha büyük evler 3.500. Devlet okullarına hiç para vermiyoruz. Okulda akşam kulüpleri var, ücretsiz aktiviteler. Ücretli kulüplerin saati 10 pound. Kızım 4 senedir müzikal kulübüne gidiyor, sadece 13 pound ödüyoruz."
New York’ta sinema eğitimi alırken tanıştığım okul arkadaşlarımla iletişimimi sürdürüyorum. Yeni Delhi, Pekin, Bilbao ve São Paulo şehirlerine dağılmış okul arkadaşlarıma çocuklarının eğitimlerine ve kendi güvenliklerine ne kadar para ayırdıklarını soruyorum. Aldığım yanıt beni üzüyor. Bütçem, çocuğumun ilkokul masraflarına yetmeyecek gibi görünüyor.
Edebiyata sığınmak
İnternette viral olan videodaki haykırış sürekli kafamda dönüyor. "Güvenlik, iş, hukuk yok, yaşamak kutsal, öyle mi?" diye soruyordu videodaki adam. Hipnozda mıyım? Niye aklıma mukayyet olmaktan başka bir şey yapamıyorum?
Yine edebiyata sığınıyorum. Oğuz Atay’ın “Türkiye’nin Ruhu”na dair söylediklerini şimdi anlıyorum. Yazarın 1987’de İletişim Yayınları tarafından yayımlanan Günlük kitabında dediği gibi:
"Korkunun sonucu yabancılaşmadır. Yeni yazarların kelimeler icat ederek azınlık olma telaşıdır; toplumsal sorunlara eğilerek kendini tanıma korkusudur. Kavram kargaşası yaratarak temel kavramlardan uzaklaşma çabasıdır. Temel kavramların onu bir hiçe indireceği korkusudur. Korku ortadan kalkınca postunu kaybedeceğinden korkan tekke şeyhinin korkusudur. Bunun için müeyyideler gevşektir; herkes korkmalıdır, ama ceza da uygulanmamalıdır. Müeyyideler hayatı zehir edecek kadar korkutmalıdır; ama isyan ettirecek kadar kesin olmamalıdır. Neyin ne olduğu, hangi suçun cezası ne kadar olduğu bilinmemelidir. Fakat herkes her an suç işlediğini hissetmelidir ki başkaldıramasın. Her zaman, suç işlediği halde kendisine taviz verildiğini hissettiği için başı önünde dolaşır insanımız. Bizim ‘ilk günah’ımız budur: cezalandırılmayan küçük günahların toplamı. Hoşgörümüz de budur. Ayrıca devlet de aynı suçluluk duygusu içinde müeyyideleri uygulamaz. Bu bakımdan bağışlayıcıdır. Karşılıklı bir oyundur bu. Bağışlanmayan tek suç, bu oyunu fark etmek, bu oyuna karşı çıkmaktır. Gerçeği aramaktır."
(FÇ/EMK)