Seçimler yaklaştıkça HDP de dahil parti ve milletvekili adaylığı kampanyalarında bir durağanlaşma olduğu göze çarpıyor. Coşku, heyecan, motivasyon düşüyor, bir duyarsızlaşma hali belirginlik kazanıyor. Başlarda TAMAM ve SIKILDIK’la saray cephesinin „baskın seçim“ avantajını kıran sosyal medya aktivizmi bile son günlerde rutin top çevirmelere dönüşmüş durumda… Bu genel durağanlaşmanın başlıca nedeninin, 7 Haziran 2015 seçimlerinden bu yana gerçekleşen "kader seçimleri“ silsilesinin halkta yarattığı yüksek dozda siyasette maruz kalmaktan kaynaklı bir yorgunluk/bıkkınlık olduğu söylenebilir. Her seferinde Erdoğan’a, partisine ve tek adam rejimine "tamam mı, devam mı“ niteliğinde bir referanduma dönüşen seçimlere ilave olarak, Gezi isyanından beri yaşanan büyük çaplı siyasal olaylar ve acıların sersemletici etkisi de bu yorgunluğu besliyor. Erdoğan’ın bu süreçten hile-hurda, savaş, katliam, darbe vs türlü fesatlarla muzaffer çıkabilmiş olmasının yarattığı karamsarlığı da bunlara eklediğimizde karşımıza bugünkü inişli çıkışlı seçim süreci çıkıyor.
Aşırı dozda siyasete ve seçim, referandum kampanyalarına maruz kalmış, arka arkaya sıralamanın bile yürek yaktığı olayları tecrübe ederek alt-üst olmuş Türkiye halklarını önümüzdeki seçimin; ülkenin iyiye ya da kötüye gidişini belirleyecek bir "kader seçimi“ olduğuna inandırmak Erdoğan için olduğu kadar, muhalefet partileri için de zor gözüküyor.
CHP’nin hamleleri, İnce’nin rüzgarı ve Demirtaş‘ın yüksek performansı
Bu süreçte halk ve aktivistlerin geneline hakim olan yorgunluğun/bıkkınlığın etkisini kıran faktörlerden biri, CHP’nin ve adayı Muharrem İnce’nin dinamizmi. Partisinin, İYİ Parti’ye 15 milletvekili gönderme, sıfır baraj gibi hamleleri, İnce’nin yarışa moralli başlamasını getirmişti. İyi bir hatip, polemikçi olduğu bilinen İnce, hazır cevap, atak ve dirayetli üslubuyla partisinin tabanını aşan bir rüzgar yakalayarak meydanları en fazla hareketlendiren aday oldu.
2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden beri yükselen ivmesiyle partisini yüzde 10 barajının ötesine taşıma başarısını göstermiş Selahattin Demirtaş‘sa sosyal medyayı avukatları ve parti çevresi aracılığıyla yaratıcı biçimlerde kullanarak ciddi bir moral üstünlük yakalamış durumda. Kürt coğrafyasında, Afrin operasyonu sırasında bile sokağa çıkmayacak kadar, “Parti”ye, siyasete küskün/tepkili önemli bir kesimin 24 Haziran’da sandığa Demirtaş’ın hatırına gideceğini söylemesi de altı çizilesi bir gerçek... HDP’nin bir diğer önemli artısı, Ahmet Şık, Veli Saçılık, Barış Atay, Oya Ersoy, Erkan Baş gibi 2 yıllık OHAL sürecinde direnişleriyle öne çıkmış devrimci-sosyalist kişi ve örgüt temsilcilerini seçilebilecekleri yerlerden aday göstermiş olmasıdır. Diğer HDP bileşenlerinden aday gösterilen isimlerle birlikte Türkiye kökenli sosyalistlerin seçilebilir konumda 10’dan fazla adayı vardır.
Toplum yüksek anksiyeteli hasta misali savruluyor
Mayısın son haftasında yaşanan döviz fiyatlarındaki hızlı artışın çağırdığı ekonomik kriz faiz oranlarının yükseltilmesiyle ötelendikten sonra, muhalefetin yükseliş trendi bir psikolojik eşikte takılmış gibi gözüküyor. 30 yıllık İslamcı hegemonyanın ve son beş yıldır yaşanan ve toplumu ve devleti kökünden sarsan şiddet dolu sürecin nasıl aşılacağı, hatta aşılıp aşılmayacağına dair büyük çaplı yapısal belirsizlik de Türkiye halkları açısından aşılması çok da kolay olmayan bir eşikteymiş gibi mütereddit ve ürkek bir tavır sergilemesine neden oluyor. Bu süreçte, İngiliz ve ABD emperyalizmiyle döviz fiyatlarındaki hararetin düşmesi, YPG’nin Menbiç’ten çıkarılması anlaşması gibi gelişmelerle dışa vuran görece iyi ilişkiler, Tayyip’in yenileceğine dair iyimserlik havasını dağıtırken, siyaset yorgunluğu yeniden galebe çalıyor. Bu da sandıktan ne çıkarsa çıksın hilelerle, muhalefeti birbirine düşürerek, savaş çıkararak gitmeyeceğine dair kötümserliğin geri gelmesine yol açıyor. Dolayısıyla, toplum yüksek anksiyeteli bir hasta gibi iyimserlik-kötümserlik sarkacında hızlıca bir uçtan diğerine savruluyor. Bu durum da seçim sonuçlarına dair öngörüde bulunmayı oldukça güçleştiriyor.
Sonucu belirleyecek bir faktör, Cumhur ve Millet ittifaklarının yüksek bürokrasi ve kontrgerilla içindeki gücüyle şekillenecek sandık hilelerinin düzeyi ise, bir diğeri partilerin/adayların ve sokak muhalefetinin son iki haftada eşiğe takılan kararsız ve ürkek kitleleri saray ittifakının devrilmesiyle ülkenin daha müreffeh ve huzurlu hale geleceğine dair iyimser bir algı yaratmalarından geçiyor.
Erdoğan‘ın inisiyatif kazanma çabaları
İngiltere ve ABD’yle arayı göreceli olarak düzeltmiş ve muhalefetin bu emperyalist merkezlerden rıza almasının yolunu kesmiş görünen Erdoğan ve çevresi, son iki haftada muhalefetin ivmesinin yukarıda anlattığımız nedenlerle yavaşlamasını da fırsat bilerek, iki taktikli bir manevra geliştiriyor. Birincisi seçime yakın bir süreçte Kandil eksenli biçimde PKK’ye karşı zafer olarak lanse edebileceği bir başarı yakalayarak, HDP’yle diğer muhalefet partileri arasına kama sokmak, hedef haline getirerek yalıtacağı HDP’yi büyük çaplı usulsüzlüklerle yüzde 10 barajının altına itmek. Muhalefeti başkomutan aday Erdoğan’ın karşısında hizaya sokmasa da onların HDP’yle daha fazla mesafelenmesi hedefleyen bu hamleye karşı İnce’nin ön alıcı açıklamasına karşın, Akşener ve Karamollaoğlu’nun sessizliği anlamlıdır. İkinci taktik, tek partili dönemde 75 kişilik okullarda okuduğu, ‘komünist CHP’ köprüyü satmaya çalışırken, Özal’ın “sattırmam” dediği gibi kolayca yalanlanabilecek iddialarla izlediği, “post-truth” diye adlandırılan söyleme abanmasıdır. Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak’ın, “Cumhurbaşkanımız uzaya dört şeritli yol yapacağım dese inanırım diyen seçmenimiz var” sözlerinden sonra gemi azıya alan, post-truth söylemlerin ikili bir etkisi var. Bu söylemler bir yandan Erdoğan’ın kendisini en avantajlı gördüğü anti-CHP zemininde gündem belirleyen konuma getirirken, bir yandan da taraftarlarına ve gitmesi için dua edenlere iktidarda kalma iradesini koruduğunu göstermesidir.
Son iki hafta için saray karşıtlarına iki pratik öneri
Son günlerdeki seçim yorgunluğu emareleriyle Erdoğan’ın hamleleriyle gelişebilecek ters dalgayı durdurmanın yolu, sosyal muhalefet güçlerinin seçim sürecinde açığa çıkarabildikleri güçleri OHAL ve KHK karşıtı eylemler ve Flormar gibi simgeleşmiş direnişlerle birleştiren güçlü sivil itaatsizlik eylemleri geliştirmelerden geçiyor. Bunlar saray rejimine karşı saflardaki TAMAM, SIKILDIK iradesini yeni bir enerjiyle ortaya koyacak yeni bir hareketlenme yaratabilir.
İkinci öneri, her ne koşulda olursa olsun HDP’nin baraj altına itilmesine karşı iki belki üç düzlemde pro-aktif inisiyatifler geliştirmektir. Birincisi tüm millet ittifakı partilerin çevrelerindeki yüzlerce avukatı en fazla usulsüzlük yaşanması beklenen Güneydoğu illerine, köy ve kasabalarına müşahit olarak göndermesidir. Bu gerçekleşirse HDP‘nin binlerce müşahidi de CHP ve SP’nin müşahit kartlarını daha rahat takıp, onlarla biçimde etkili bir denetim mekanizması oluşturabilir. İkincisi, HDP’nin barajı aşmasının gerekli olduğuna dönük mesajlar vermelidirler. Halkın bunu anlayacak feraseti olduğunu 7 Haziran’da gördük, 3 yıllık kanlı sürece ve ırkçı provokasyonlara rağmen bunun çok da değişmediğini görmek gerekir. HDP’nin de bu tutumu besleyecek bir zımni ittifak anlayışıyla hareket etmesi, Cumhurbaşkanlığı seçimleri ikinci tura kaldığı durumda saray karşıtı muhalefetin adayını destekleyeceğini ortaya koyması beklenmelidir. Bu sayede, ülkede demokrasi ve özgürlükleri savunan en samimi ve tutarlı güç olduğunu daha geniş kesimlere anlatmış olacaktır.
24 Haziran’da ne çıkarsa çıksın ülkeyi başka bir cumhuriyete çağırmalıyız
Bu noktada, muhalefetin saray iktidarının manevralarının “başarılı” olabileceğini gören bir yerden, bunları boşa çıkaran manevralar geliştirmeye çalışırken, bir yandan da bu seçimin Türkiye’nin kaderini belirleyecek son seçim olmadığı mesajını vererek, yeni bir hayal kırıklığının önünü almaları önemlidir. Yanı sıra, muhalefetin sarayın-YSK’nın yeni sandık hilelerine ve usulsüzlüklerine karşı gelişebilecek kitlesel eylemlere hazırlıklı olmaları gerekiyor. Bekir Ağırdır’ın da işaret ettiği gibi; 24 Haziran’da bir şekilde seçimleri kazanmış gözükecek olsa bile Erdoğan ve AKP’nin siyasi ömrünü tamamladığının yakın vadede görüleceğini hatırlatmak önemlidir.
HDP’nin ve sosyalistlerin ısrarla gözler önüne sermeye çalıştığı iki yapısal değişim dinamiğiyle sözlerimizi bağlayalım. Kürt halkının ulusal demokratik taleplerine karşı 90 yıllık inkarcı siyasetin sürdürülebilir yanı kalmamıştır. Aynı süreçte, neoliberalizm- İslamcılık ikilisinin 1990’lardan beri hüküm süren hegemonyası çökmüştür. Neoliberal İslamcı hegemonya projesinin iki temel aktörü olan The Cemaat ve AKP’nin Türkiye halklarına verecek bir şeyi kalmadığı da son beş yıllık süreçte kendini şiddetli biçimlerde dışa vurmuştur.
Her ne kadar bireyler açısından büyük acılara, topluca anksiyete bozukluğuna yol açsa da yaşananların, Türkiye halklarını eşitlikçi, barışçı, demokratik bir toplum ve ülke olmanın eşiğinden atlamaya davet ettiğini görmek gerekiyor. Dolayısıyla, bu seçimlerin sonuçları ne olursa olsun, bugün HDP listelerinde bir araya gelmiş ezilen halklar, kadınlar ve emekçiler ittifakının siyasi-sosyal güçleri, öncelikle yaşanan yapısal kriz ve çatışmaların sona ermeyeceğinin bilinciyle, seçim sonrasında yaşanacak ekonomik ve siyasal çöküşlere hazırlıklı olmalıdır. Bu güçler bununla da yetinmeli bütün Türkiye’yi kendi saflarına çekecek yeni bir hegemonya projesinin özgürlükçü sosyal cumhuriyet manifestosunu tüm ülkeye ve dünyaya gür, renkli ve çok sesli bir dille haykırmalıdır. (AED/HK)