Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) Mersin'de oylarını 2007'ye göre yüzde 1,65 ve 2009'a göre yüzde 6,5 oranında yükseltip birinci parti konumuna erişmesinin başlıca sebebi Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ve baraj sorunu yaşayan diğer milliyetçi-muhafazakar (sağ) partilerin seçmenlerini kendisine çeken bir seçim taktiği izlemesi.
Bu durumun Türkiye genelinde de üç aşağı beş yukarı söz konusu olduğunu düşündüğümüzde, AKP oylarındaki yükselişin gerek Mersin özelinde, gerekse de ülke genelinde belediyelerden kaynaklı bir yönü yoktur.
AKP'nin yüzde 50'ye vuran oylarında belediyelerle alakalı olan en önemli unsur, kentsel alanları sermayenin aktığı başlıca alan haline getiren neoliberal globalleşme politikalarına sadakati olabilir.
"Kentsel dönüşüm projeleri", Toplu Konut İdaresi Başkanlığı'nın (TOKİ) son altı yılda 20 milyar doları aşan yatırımları, duble yollarla günümüz kapitalizmine uygun inşaat faaliyetleri, hem seçmenlere ciddi bir icraat performansı içinde olduğu izlenimi verdi, hem de dünya çapında yaşanan iktisadi krizin etkilerini öteleyen bir canlılık yarattı.
Kentsel alanda gerçekleşen bu gözle görülür yatırımları her büyük şehir için sunduğu "çılgın projeler"le ileri boyutlara taşıyacağı vaadi, istikrarın sürmesi vurgusuyla birleştiren AKP'nin sosyo-mekansal politikaları Adnan Menderes'ten Süleyman Demirel'e, oradan Turgut Özal'a uzanan bir tarihsel arka planla da desteklenerek bu oy oranına ulaşmasını getirdi.
Dolayısıyla, Mersin'de AKP'nin oylarının artmasının belediyenin çalışmalarının beğenilip-beğenilmemesinden ziyade, böylesi bir kentleşme politikası izlemesiyle ilintilidir.
Belediyeler çalışmasa da CHP oyları arttı
Bu seçimlerde belediyelerin oy oranlarına etkileri de tartışılıyor. Mersin'deki Cumhuriyet Halk Partili (CHP) belediyeler seçim çalışmalarına düşük bir profille dahil oldu. Hatta gündelik hayatı zorlaştıran altyapı işlerini yoğunlaştırmasından, şehir merkezinde uygulamaya koyduğu parkmetre uygulamasına kadar bir takım icraatlarından ötürü seçim sürecinde değilmiş gibi davrandığı bile söylenebilir.
Yine de Mersin'de oyunu en fazla arttıran partinin CHP olduğu ortadadır. CHP oylarındaki bu ciddi artışın Kılıçdaroğlu'nun kimliğiyle ilişkili bir yanı var, sandığa gitmeyen bir kesimi sandığa çektiği, önceki seçimde Demokrat Parti'ye oy verenlerden ve Mersin'de Türkiye genelindekinden farklı olarak MHP seçmeninden oy aldığı gözleniyor.
CHP'nin Tarsus, Silifke ve Anamur, Erdemli gibi ilin bütün büyük ilçelerinde gösterdiği yükseliş ve Erdemli hariç hepsinde birinci parti konumuna gelmesi, bu seçimin en dikkat çekici sonuçlarından birisidir.
Kaymalar ve gizli-açık ittifaklar
AKP, sağ siyasetin kendisi olma noktasında yeni bir merhale kat etti. Fakat, MHP'yi baraj altında bırakamadığı için bu hamlenin tamamına ermediği söylenebilir. Bunun yanında, MHP'nin etki alanını oy oranlarındaki yüzde 1,5'luk gerilemenin ötesinde daraltmış oldu.
İktidar partisine MHP'nin muhafazakar seçmenlerinden ciddi bir oy kayması yaşandığı anlaşılmaktadır. Başlangıç noktası 12 Eylül 2010 referandumu olan bu kaymanın en güzel göstergelerinden birisi, AKP'nin Mersin'de oylarını en fazla MHP'nin birinci ve ikinci parti olduğu ilçelerde arttırmasıdır.
AKP ayrıca sağın irili-ufaklı partilerine oy verenleri de büyük ölçüde etrafında toplamış gözüküyor. Bu bağlamda Demokrat Parti/Doğru Yol Partisi'nin (DP/DYP) özgün bir durumu söz konusu oldu.
Bu partilerin kadro ve seçmenleri üzerinde manevi bir ağırlığı bulunan eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'le yarı gizli seçim ittifakına giren Kılıçdaroğlu CHP'sinin, özellikle Ege, Akdeniz ve Batı Karadeniz bölgelerinde DP/DYP çizgisinin yerel unsurlarından önemli miktarda oy ve destek aldığını söylemek mümkündür.
Örneğin Mehmet Haberal'ın aday gösterildiği Zonguldak'ta CHP'nin oyları DP'nin önceki seçimde aldığı kadar artmıştır. Merkez sağın bu unsurları siyaset sahnesine CHP üzerinden tutunmaya çalışırken, AKP Saadet Partisi'nde yaşanan ayrışmanın meyvesini de almış gibi gözüküyor.
'Yeni CHP' söylemi kaybettirdiğinden fazla kazandırdı
Yerellerde çok canlı bir seçim kampanyası yapamayan MHP'nin barajı rahatça geçmesini sağlayan faktörlerden biri CHP'nin ulusalcı kanadından bir kesimin kendilerine yönelmesidir. Tabi bu kayışta, "Yeni CHP"nin Kürt meselesi ve demokratikleşme noktasındaki söylemleri de etkili olmuştur.
CHP merkezinin bu oy kaymasını hesaba katmadan veya görmeden hareket ettiğini düşünmek saflık olur kanaatindeyim. Onlar MHP'ye gidecek yüzde 2-3'lük bir kaybı göze alarak, kendisini egemen sermaye çevreleri, uluslararası güçler, aydınlar ve ezilen-sömürülen halk kesimleri nezdinde yeniden seçenek haline getiren daha sosyal ve (siyasi) liberal bir çizgiye yöneldiğini kolaylıkla söyleyebiliriz.
Yeni söylemler CHP'ye kaybettirdiğinden fazla oy ve prestij kazandırdı. Dolayısıyla, 'Yeni CHP' vurgusu CHP oylarını yüzde 26'ya taşırken, partinin kendisini yeniden kurma faaliyeti de yeni bir virajın eşiğine geldi. Baykal ekibinin kurultay talebi görünür gelecekte CHP'nin mevcut çizgisinin güç kazanmasına hizmet edecektir.
Kürkçü, sol içerikli barış rüzgarı estirdi
Mersin'den Emek, Demokrasi, Özgürlük Bloku'nun desteklediği bağımsız adayın çıkmasında belirleyici faktör Kürt hareketinin 2009 yerel seçimlerinden beri yükselişte olmasıdır. Ufak bir oransal düşüş olsa da bir partiden ve bir sürü adayla yarışa girilen, baraj sorununun olmadığı yerel seçimlere göre daha zor bir şey olan bağımsız aday çalışmasının başarısı büyük ölçüde Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) kadrolarının performansıyla mümkün oldu.
Ertuğrul Kürkçü'nün adayın simge bir kişilik olmasından da kaynaklı olarak merkez medyanın yoğun ilgisine mazhar olan seçim kampanyası çok başarılıydı.
Yüksek Seçim Kurulu'nun (YSK) sonradan geri çekmek durumunda kaldığı karar sayesinde çekirdek seçmenleriyle (BDP seçmeni ve sosyalist hareket içinde bulunanlar) kısa sürede sokakta bütünleşen Kürkçü, Mersin'de sol içerikli bir barış rüzgarı estirdi.
Daha önce hiçbir kampanyada görülmeyen bir sosyal-kültürel çoğulluk aynı dilekte birleşti. Kürt'ünden Arap'ına, Türk'ünden Roman'ına, Alevisinden Sünnisine, Katoliğinden Süryanisine, işçisinden patronuna, aydınından en alttaki proleterine, sosyalistinden liberaline çok farklı kesimler (kurumsal olarak da bireysel veya toplu biçimlerde de) Kürkçü'ye desteklerini açıkladı.
Bunların ne kadarı realize oldu? İşte bu tartışılır. Açık olan bir şey, Kürkçü'nün oylarının yüzde 80'i yine BDP seçmenleri olsa gerektir. Bunun dışında, soldan, sosyalist hareketin içindeki ya da zamanında sosyalist hareketle bir şekilde ilişkilenmiş insanların çoğu da Kürkçü'ye oy verdi.
Önceki genel seçimlerle (2007) karşılaştırırsak, BDP destekli bağımsız adayın oy oranında ciddi bir yükseliş olmakla birlikte, 2009 yerel seçimlerine göre ufak da olsa bir düşüş yaşandığının altını çizmekte yarar var. Önemli ölçüde yerel ve genel seçimlerin yukarıda bahsedilen farklarından kaynaklı olan bu durum yine de ayrıntılı bir değerlendirmeye muhtaçtır.
Örneğin BDP'nin öncesindeki Demokratik Toplum Partisi (DTP) 2009'da Akdeniz İlçesi'nde birinci partiyken, Kürkçü'ye verilen oy yüzde 5'e yakın oranda azalmış, BDP üçüncü parti konumuna gerilemiştir. Bu sonuçlar, BDP seçmeninin bir kısmının oy kullanmadığı ya da bu ilçede oylarını yüzde 11 arttırıp birinci parti olan AKP'ye yöneldiğini göstermektedir.
Ben Mezitli ve Yenişehir'de dört okuldaki sonuçları gözlemleme fırsatı buldum. İnsanların sandık başında ikircikli bir durumda kaldıkları, son anda karar değiştirdiklerinin ipuçları vardı.
Geçersiz oylar arasında, CHP'ye veya AKP'ye oy verenlerin bir kısmı evet mührünü Ertuğrul Kürkçü'nün altına da basmıştı. Bir sandıkta tam dokuz tane böylesi oy vardı. Ama her sandıkta iki ile dört arasında vardı.
Bunun dışında, "Kürkçü ne de olsa seçilir", "oyumuz boşa gitmesin", "biz iktidara gelme ihtimali olan ikinci partimize oy verelim" diyerek AKP'ye oy veren Kürtler, CHP'ye oy veren Aleviler olduğu biliniyor.
Blok oyları sınıfsal çıkarlarla sınırlandı
Oy dağılımlarına bakıldığında, AKP'nin genelde tutturduğu milliyetçi söylem nedeniyle mahalle çalışması yapamadığı Akdeniz'de ve diğer yerlerdeki Kürt seçmenlere bir şekilde ulaştığı da görülüyor. Bu konuda öne sürülen en kuvvetli tez, Kürt işadamlarının yakın markaja alındığı ve oyların bunlar üzerinden AKP'ye kanalize edilmeye çalışıldığıdır.
Bu kişilere aba altından sopa gösterildiği, kendilerini desteklemezlerse ticari hayatlarının zora gireceği telkinlerinin yapıldığı söyleniyor. Bunun sadece tehditle kotarılan bir şey olmayabileceğini de düşünüyorum. Öyle ya da böyle, BDP'nin temsil ettiği Kürt siyasal hareketi AKP'yi tecrit etme noktasında sınıfsal çıkarlar ve beklentilerin yarattığı engelleri aşamadı.
Bu salt Mersin'de değil, Diyarbakır'da, Urfa'da, pek çok Doğu-Güneydoğu kentinde söz konusu olan bir gerçektir. Bu bakımdan Emek, Demokrasi, Özgürlük Blok'uyla AKP arasındaki mücadele aynı zamanda Kürt kitlesi içinde sosyal sınıf mücadelesi niteliğini de kazanmış bulunuyor.
AKP'nin Kürt açılımından, eski söylemlerinden uzaklaştığı, çatışma atmosferinin sıcaklaştığı, eskisi gibi kitlesel-coşkulu mitingler yapamadığı böylesi bir seçim sürecinde dahi yüzde 30'u geçtiği her yerde, burjuva-küçük burjuva kesimlerin sosyal gücünün, ilişki ağlarının büyük ölçüde hükümet partisi lehine işlediği anlaşılmaktadır. Bu mücadelenin ilginç bir sonucu, çatışan bu iki gücün listeleri dışında kalan Bucaklar, İzoller gibi aşiretlerin siyasal güçlerinin kırılmasıdır.
Mersin'in Kürkçü'den beklentileri
Mersin sosyalist adayı meclise taşıyan bir şehir olarak toplumsal hafızaya yeni bir özelliğini nakşetmiş oldu. Bu da Mersin'in sol kimlikli ve çok kültürlü bir şehir olduğu gerçeğidir. Bu seçimin ne gibi sonuçları olacağını önümüzdeki süreçte göreceğiz ama kentte şu anda Kürkçü'nün seçilmesinden dolayı genel bir memnuniyet havası var.
Kürkçü'nün Mersin özelinde yapabileceği dört şey var:
* Farklı etnik-kültürel kimlikler arasındaki mevcut iletişimsizliğin aşılmasına katkı sunmak;
* Nükleer santral projesine karşı muhalefete yeni bir ivme katmak,
* Kentsel dönüşüm projelerinin yerinden ediciliğine, sermaye çıkarlarına göre şekillenmesine karşı durmak,
* Akdeniz Oyunları için şehre gelecek kaynakların 20 müteahhit ve Yenişehir-Menteş bölgesindeki arsa sahiplerinin daha da zenginleşmesi için değil de yoksul mahallelerinin imar eksikliklerinin giderilmesi, işsizlik sorununu hafifletme yönünde kullanmasına vesile olması için baskı yaratmak. (AED/ŞA)
* Bu yazı Mersin İmece Gazetesi'nde 15 Haziran 2011 tarihinde yayımlanan röportajın yazıya dönüştürülmüş halidir.
* Dr. Ali Ekber Doğan, Mersin Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü'nde öğretim üyesi