"Hıristiyanlık kapitalizme ruh verdi." Bir kurum olarak din, içinde zaten emperyalist nüveleri barındırıyordu. Örneğin Hıristiyan inanışını yaymak için düzenlenen Haçlı Seferleri'nin, doğuyu sömürmek için Hindistan'a açılan İngiliz sömürgeciliğinden ya da Kuzey Afrika'ya yönelen Fransız sömürgeciliğinden farkı neydi?
Din, tıpkı kültür gibi, bir üstyapı unsurudur. Yayılmacı devletler için, üst yapıyı, yani dini ya da kültürü değiştirmek, dönüştürmek, ekonomik koşullar için hazırlanacak kapitalist-modernist altyapı koşullarının da ön şartıydı. Avrupa bunu yaptı. Hıristiyanlık tek başat güç olmak adına ve kendi yaşam alanı için krallarla, imparatorlarla mücadeleye girişmişti.
Ancak devlet dediğimiz yapılanmanın güç kazanması ve daha geç dönemde endüstriyel koşullar, kilise ve din adamlarının verilen emperyalist mücadelede devletin yanında yer almalarını zorunlu kıldı. Kısaca, Hıristiyanlık kapitalizme ruhunu ya verdi ya da sattı. Önemli olan bu ruhu satın alan ya da bedenine hapseden kurumun 'devlet' oluşuydu.
Peki, bu doğuda nasıl oldu? Bu durum doğu toplumlarında pek de batıdaki gibi gelişmedi. Din, bir kurum olarak her zaman kendi çıkarlarını gözetti; dinin zamanla güçlenen devletlerin yanında yer almaması, onlarla bir uzlaşı, ittifak içine girmemesi kapitalist-modernist koşullar karşısında güçsüz düşmesine yol açtı. Hemen karşısında mücadeleye giriştiği Hıristiyan ve kapitalist batıya karşı bir yenilgi ise zorunlu sonu oldu.
Demokrasi Ruhu ve Din
Bugün Türkiye nezdinde bu durumun değiştiğini söyleyebiliriz. Doğudaki Müslüman ülkelerde despot liderlerin, yayılmacı batı ile ilişkilerinin gene kapitalist çıkarlar doğrultusunda var olduğunu görüyoruz.
Ama bu ilişkinin tümden bir toplumsal uzlaşı ile yapılmayışı, ilişkinin despot lider ve kapitalist batı ülkeleri ile sınırlı oluşu, din-kapitalist devlet ilişkisi noktasında doğuyu batıyla ayıran şey oldu.
Bugün Ortadoğu ve Afrika'nın kuzeyindeki ülkelerde Arap Baharı ya da Ortadoğu Ayaklanmaları denilen hareketlilik ile tek tek devrilmeye başlayan diktatör ya da haydut liderlerin, kendi bencil kapitalist çıkarlarının toplumlara devredileceği daha modernist bir yapıya doğru evirilişi görmekteyiz.
Yani Müslümanlık sistemle işbirliği yapmak için toplumun onayını almış gözükmekte. Fakat gene bugün, despotik olmayan, demokratik koşullarla, Türkiye'de yüzde elli gibi bir oranla halkı temsil hakkını elde eden Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) durumunun diğer Müslüman doğu ülkelerinden farklı olduğunu görüyoruz.
Türkiye'deki her iki kişiden birinin oy verdiği bu parti, diğer doğu ülkelerinden farklı olarak, sadece lideriyle değil, toplumun büyük bir kesimiyle batının din ile kurduğu 'kapitalist ittifak' ilişkisini kurmuş durumda.
AKP'nin kendine yaptığı "muhafazakar demokrat" adlandırması, İslamiyet'i özgürlüklerle, demokrasiyle, insan haklarıyla ve modernist bir yapıyla bağdaştırma uğraşı da bu kapitalist-modernist uğraşa hizmet eder.
Gene çokkültürlülük, katılımcılık, laiklik, pazar ilişkileri, siyasi uzlaşı ve modern devletin tüm diğer temel şartlarına atfedilen değerin de din ve inanç temelli olduğunu görüyoruz.
Ortaçağ'da ve daha geç dönemlerde Avrupa ve insanlık tarihine kök söktüren Hıristiyanlık, 19.yüzyıldan itibaren bir 'demokrasi ruhu' kazanarak yoluna devam etmişti. Bu, Hıristiyanlık için elbette bir zorunluluk değildi. Fakat modern devletle işbirliği yapabilmesinin ilk ve tek koşuluydu.
Bugün AKP öncülüğünde yapılan da budur: Din faktörünün, modern devletle ilişkisinin sağlanması. Din ya bu güçlü devlet yapılanmasının yanında yer alacak ve yayılmacı politikasını onunla güdümlü götürecek ya da o olmadan sinik bir pozisyonda varlığını sürdürecektir. Yine devlet de ya bu güçlü üstyapı kurumunu yanına alarak gücüne güç katacak ya da daha az güçlü bir şekilde yoluna devam edecektir.
AKP'nin Rolü
Amin Maalouf'un "Bir yanda her zaman için modernizmi, özgürlüğü, hoşgörü ve demokrasiyi taşımaya yazgılı bir din -Hıristiyanlık-, öbür yanda ise, en başından beri despotizme ve karanlıkçılığa adanmış bir din -Müslümanlık-" diye karşı çıktığı durumu, dönüştürmeye girişmiş bir kurum olarak AKP'yi görüyoruz.
Müslümanlığı modern devletle bütünleştirmek de bu dönüşüm çabasının ilk şartı olduğundan, değişim ve dönüşümün bu alanda yapıldığını görmekteyiz.
Türkiye'nin yayılma alanı olarak seçeceği yer ise ilginçtir. Batılı güçler tarafından yüzyıllardır sömürülen ve tüketilen doğuyu yaşam alanı olarak seçmesi ise olağandır. Buralarda batıdan kalma kırıntılarla yetineceği de aşikârdır.
2011 seçimlerinin sonuçlarının hemen ardından yapılan balkon konuşmasında Recep Tayyip Erdoğan'ın Balkanlar'ın yanı sıra, Kuzey Afrika Ve Ortadoğu ülkelerinin isimlerini tek tek sayması da buna işaret eder aslında.
Tüm buraları 'sarmalama, kucaklama' söylemi de bunun işaretidir. Denilebilir ki, artık Müslümanlık da kapitalizme ruhunu vermek için bir adım atmıştır. Modern batıyla Müslüman doğu arasında köprü olma arzusu, temel cumhuriyet öğretisi olan "muasır medeniyetler seviyesine erişme" düsturundan daha farklıdır.
Artık sadece batı değildir baz alınan. Doğuda da en iyi medeniyet olmak, temel hedeftir.
Örneğin Türkiye'nin Libya'daki iç karışıklıklara tepki vermekle birlikte, herhangi bir doğrudan müdahaleye sıcak bakmaması ilginç bir örnektir. Hemen yanı başındaki komşu ülke Suriye'ye gösterilen tavrın tam zıddıdır.
Bakıldığında Türkiye'nin Libya'da birçok ticari yatırımının olması bu siyasi manevranın da nedenini az çok gösterir. Söz konusu Müslümanlık değil, Müslümanlık kisvesiyle ruh bulmuş bir kapitalist mücadeledir.
Doğu'nun Doğu'yla Mücadelesi
Bu bağlamda Doğu'nun doğuyla mücadelesi olasıdır. Kapitalist koşullarla bir uzlaşı içine giren Müslümanlık, 21.yüzyılda daha farklı bir sürece evirilecek gibi görünüyor. Ruhunu kapitalist koşullara devredecek bir Müslümanlık Türkiye'de AKP öncülüğünde yoluna devem edecekken, gene doğuda doğuya karşı verilecek bir mücadeleyle yaşam alanı yaratabilecektir.
Bugün Batı toplumu nasıl ihtiyacı olan Kilise'yi ve dini yarattıysa, doğu da aynısını yapıyor. Ve bunu Türkiye'nin, AKP öncülüğünde yaptığını görüyoruz. Müslümanlığın evrimine sunulan bu katkı, kapitalist sisteme bahşedilen bir katkıdan başka bir şey değildir. (BA/ŞA)