Testi geçmek zorunda olanlar, 57 İslam ülkesi uyruklu olanlar. Bunun dışında -testin uygulanması istisnai de olsa- istisnayı oluşturanlar, bu ülkeler dışında başka bir ülke uyruğundan olduğu halde, Müslüman olduğunu beyan edenler ve de Almanya'nın demokratik özgür düzenine bağlılığı şüphe oluşturanlar.
Almanya'da 3,5 milyon Müslüman var; bu nüfusun 2,5 milyonunu Türkiyeliler oluşturuyor. Baden-Württemberg Eyaleti'nde ise, 2004 verilerine göre, eyalet nüfusunun yüzde 60'ı Müslüman. Bu nüfusun çoğunluğunun Almanya vatandaşlığına geçme eğilimi olduğunu düşünürsek, bu uygulamanın hem bu kişiler, hem de bu kişileri topluma entegre etme çabası olan Almanya resmi politikası için ne kadar büyük sorunları beraberinde getireceği ortada.
Uygulamaya konulan test, Almanya politikasındaki çelişkileri ortaya koymakla birlikte, vatandaşlık kavramı ile ilgili çok önemli sosyolojik analizlere de kapı açıyor.
"Erkekseniz kadın doktor tarafından, kadınsanız erkek doktor tarafından muayene edilmeyi kabul eder misiniz? Bir erkeğin eşini ya da kızını toplum içinde 'şerefsizlik yapmasını' önlemek için eve kapatması kabul edilir mi? Almanya'da spor ve yüzme dersleri okul eğitiminin bir parçasıdır. Kızınızın bu derslere katılmasını onaylıyor musunuz? Reşit oğlunuz size eşcinsel olduğunu ve bir erkek ile yaşamak istediğini söyler ise, buna tepkiniz ne olur? 11 Eylül 2001 New York ve 11 Mart 2004 Madrid saldırılarını duydunuz. Sizce bunu gerçekleştirenler terörist mi yoksa özgürlük savaşçıları mı?"
Soruların tamamına baktığınızda, garip bir İslam anlayışı ile karşılaşıyorsunuz. Burada çarpıcı bir şekilde "zorba İslam" kurgusu yapılıyor. Diğer yandan da "bütün Müslümanlar böyledir" deniyor. İslam'da kadının yeri üzerinden yapılan doğrudan bir yorum, böyle bir testi ortaya çıkarıyor. İslam'ı bir din olarak eleştirdiğimizde bütün dinlerin de aynı platformda eleştirilebileceğini unutmamak gerekir.
Eyalet İçişleri Bakanlığı Sözcüsü Gunter Loos öyle destursuzca konuşuyor ki, "İslamiyet inancıyla bizim değerlerimizin ve ilkelerimizin uyuşmadığını gösteren birçok araştırma var. Mesela, kan davası, zorla evlilik... Bu uygulama bu kişilerin temel prensiplerimizi ve değerlerimizi paylaşıp paylaşmadıkları konusunda şüpheleri ortaya çıkaracak" diyor. Burada görüleceği gibi, değer ve prensiplere uyuşmazlığın kaynağı din olarak gösteriliyor. Bunu böyle gösteren ise Hıristiyan Demokratik Birlikçi bir hükümettir.
Essen'deki Türk Çalışmaları Merkezi Başkanı Faruk Şen, bu uygulamanın doğrudan ayrımcı ve ırkçı olduğunu söylüyor.
"Her ülke yabancıların ülkenin değer ve sosyal düzenine bağlılığını sınama hakkına sahiptir. Ama 30 soru sadece Müslümanlara uygulanıyorsa, bu dinsel dışlama (ostracism) ya da ırkçılığa girer. Almanya'daki 3,5 milyon Müslüman arasında vatandaşlığa geçmeye büyük meyil var. Bu uygulama başvuru isteğini yok edecek ve entegrasyon düşüncesi kaybolacak."
Yeşiller'den Volker Beck ise "Benzer bir testi Almanlara yapalım, eşcinsellere eşit davranılmasına karşı tutumu sorgulayalım, büyük bir ihtimalle İçişleri Bakanı'nın kendisi sınavdan çakacaktır" yorumunu yapıyor.
Bu uygulama çıkmadan önceki yıllarda, başvuranların yapması gereken, Almanya'daki özgür ve demokratik düzene bağlılığını beyan eden bir belge imzalamaktı. Şimdi ise imza atmanın yanı sıra bir zihniyet testini geçmesi gerekiyor ve ne kadar hazır cevap verebileceği sınanıyor.
Ama sorulara baktığımızda ne kadar saf, basit bir tarz kullanıldığını görüyoruz. Almanya'da bir zamanlar (belki hâlâ öyledir) askerlik hizmetini yerine getirmesi gerekenlere şöyle bir soru soruluyormuş: Savaştasın ve düşman askeriyle karşı karşıya geliyorsun, ne yaparsın? Askere gitmek istemeyenlerin daha önceden duymuş ve ezberlemiş oldukları cevap: Dizlerimin üstüne çöker ve tanrıya dua ederim. Tamam sen askerlik yapamazsın,! Oh be yırttık... Aynı şekilde, cevapların zaten tilki gibi kurnaz yabancılarca ezberleneceğini tahmin etmenin ötesinde, 11 Eylül ile ilgili bir soruya bir radikal İslamcının böyle bir test esnasında 'onlar özgürlük savaşçısıydı' demesini beklemek kadar ahmak bir düşünce olabilir mi!
Olayın hukuksal boyutuna gelirsek, yasal olarak yürürlüğe konmuş bir uygulamanın Almanya Anayasası'na zaten aykırı olduğunu görüyoruz. İnanç/din özgürlüğü anayasada açıkça ifade edilmektedir. İkincisi, eğer bu insanlara vatandaşlık verilir ve sonradan bu insanların söylediklerinin gerçek olmadığı anlaşılırsa, vatandaşlığın geri alınacağı belirtiliyor.
Bu da biraz sıkar; verilen vatandaşlığın geri alınması gibi bir durum da yasalara aykırı. Diğer yandan tarihlerinde ırkçı bir rejimi yaşamış Almanların, ayrımcılığa karşı yasalarının olduğu da şüphesiz. Eşitlik ilkesine aykırı olması ile bu zinciri uzatabiliriz. Ama burada en çelişik nokta, hem hukuka bağlılığa dair imza attırılması hem de imza attırdığı o yüce hukuka ters iş yapılması ve yaptırılmasıdır.
İşin bir başka çarpıcı yanı, bu testin bir Türkiye kökenli Almanya vatandaşı olan Necla Kelek'in yardımlarıyla hazırlanmış olması. Meslektaşım sosyolog-yazar Necla Hanım, herhalde kariyerine nasıl devam edeceğini tekrar düşünmek zorunda kalacak. Diğer sosyologlardan basın üzerinden yeterince eleştiri aldı zaten. Necla Hanım -dine inanıp inanmadığını bilmesek bile-Müslüman bir aileden ya da en azından bir toplumdan gelmektedir. Bu soruları hazırlarken kendi bireysel yaşantısı ve tecrübelerini kaynak almış olabilir. Bunun sosyolojide yeri var elbette. Feminist metodolojiyi kullanarak, bir kadın olarak kendini de olaya dahil etmesi uygundur. Yalnız soruların bütünsel içeriğine baktığımızda, kadının yerini İslam içerisine sübjektif olarak kendisi koymakta. Bir başka deyişle, cevabını kendi verdiği soruları kendisi yöneltmekte. Yani, 'araştırma yapmaya gerek yok, biz zaten böyle düşünüyoruz' demekte.
Almanya'da karşımıza çıkan bu durumu, vatandaşlık kavramının Avrupa'da çözülmeye yüz tutmuş olmasının başka bir göstergesi olarak alabiliriz. Bir yandan Avrupa Birliği içerisinde kozmopolit vatandaşlık söylemi yaygınlaştırılmaya çalışılıyor, diğer yandan demokratik vatandaşlık ilkeleri erozyona uğruyor. Ücretli emek gücünün kullanımının düşmesi ve işçi sınıfının gücünün azalmasıyla sosyal vatandaşlık düşüncesinin erimesi, bu süreci tamamlıyor.
Daha birkaç ay önce Fransa'da çıkan ayaklanmalar esnasında da bu durum başka bir suretle karşımıza çıkmıştı. Fransız vatandaşı olan Kuzey Afrika kökenli, Müslüman, göçmen kişiler, Fransız vatandaşlığından önce, bu kimlikleriyle muamele gördüler. Analizimizi bu test olayından sürdürürsek, burada da "din" üzerinden yapılan bir vatandaşlık tanımıyla karşı karşıya kalıyoruz. Oryantalist bakışın İslam ülkelerini şeriat düzeni üzerinden tanımlamasının bir başka biçimidir bu aslında. Karşılaştırmalı bir yöntem kullanırsak, Almanya vatandaşlığı da bu örnekte yine din üzerinden, ama "değil"i şeklinde tanımlanıyor. Bir zamanlar "Yahudi"nin "değil"i olduğu gibi.
Bu durum kafalarda çok ciddi bir soru doğuruyor. Acaba Almanya vatandaşlığı "Hıristiyan" kimliği ile mi tanımlanmaya çalışılıyor? Bu analizin geri kalanını bilinç altı analizi yapan uzmanlara bırakmak gerekir.
Vatandaşlık sorunsalını, test sorularının içeriğiyle devam ettirmek istiyorum. Soruların üçte ikisi "kadın" ve "aile" üzerinden formüle edilmiştir. Bu İslam'ın kadın ve aileye bakışını ortaya koymak amacını taşıyor olsa da, vatandaşlık anlamında da kargaşa yaratıyor. Kadın ve aile üzerinden yapılan bir vatandaşlık tanımı var mı? Diğer yandan gerçekten kadın-erkek eşitliğinin temel bir ilke olmasının dışında, Avrupa'da, Almanya'da vatandaşlık ilkelerinde kadın ve aileye bu kadar yer verilmiş midir? Eğer din sorunsalı ile bağlarsak, peki Hıristiyan dininde kadın hangi konumdadır? Tüm bunların dışında, eşcinselliğe karşı tutumu içeren sorular da devletin bireysel alana müdahalesinin açık bir biçimidir. Bireysel hakların gelişmiş olduğu Avrupa toplumlarında bu bakış da ciddi çelişki yaratmaktadır.
Analizimin son noktasını, terör söylemi oluşturuyor. Aslında bugüne kadar pek değinilmemiş bir konu, Almanya'nın savunma/güvenlik politikasıdır. Almanya da ABD gibi anavatanı koruma politikasını resmen yürütmektedir. ABD ve Britanya ile terörle mücadelede işbirliği yapmanın ötesinde, Almanya'nın kalkınma anlayışının en önemli bileşeni güvenliktir. Özellikle Afganistan müdahalesinde Almanya'nın tutumu, askeri güvenlik olmadan bu ülkede kalkınmanın mümkün olmadığı yönündedir. Almanya'nın Afrika ülkelerinde yürüttüğü kalkınma programlarına bakıldığında kalkınma ve güvenlik hep bir arada işlenmektedir. Bunun getirisi, aslında anavatanın güvenliği ve korunmasıdır. Savaşlar çözümlenip kalkınma ilerledikçe, bu ülkelerden anavatana göç ve beraberinde terörist unsurlar engellenmiş olacaktır. Burada göçmen ve terörist kavramlarının birbirine yaklaştırıldığını görüyoruz. Radikal İslamcılara bakış da bununla örtüşüyor: "Müslüman ve göçmendir; dolayısıyla potansiyel teröristtir." Ama ne çelişkidir ki, bugün terörist dediklerini yıllarca kendileri beslemişlerdir.
Almanya, bugün ABD'nin yolundan gitmekte. 'Hapishane toplumu' haline gelen ABD'nin fişleme politikasına, böylece Almanya da yönelmiş durumda. Bu uygulamaya karşı Müslümanları temsil eden kurumlarca davalar açılmak için hazırlıklar başlamış bile. Baden Württemberg Eyaleti'nde yapılan bu uygulamayı tüm Almanya'ya mal etmek belki de doğru değil. Üç ay sonra yapılacak olan Eyalet Seçimleri kampanyalarının başlaması, bu uygulamanın ucuz bir politika aracı olmasını sağlamış olabilir. Federal Hükümetin ve yargının bu uygulamayı yapanlara karşı sergileyeceği tavır, umarım ayrımcılığın önünü kesmekte önemli bir adım olur. (EÇ/TK)