Şimdi size bir müjdem var. Erkekler için ayrı bir üniversite kuruluyor: Erkek üniversiteleri! Neden müjde olduğunu da anlatayım.
Haziran 2019’da Japonya'daki Mukogawa Kadın Üniversitesi, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a Fahri Doktora Unvanı verdi.
Erdoğan buradaki konuşmasında, Japonya'da 800 üniversitenin 80 tanesinin erkek üniversitesi olduğunu söyledi, örnek aldı. Türkiye’ye döner dönmez de YÖK'e erkek üniversitesi konusunda çalışma yapması talimatı verdi.
Müjdeler olsun ki nihayet talimatın sonucu alındı ve geçen hafta Resmi Gazete’de yayınlandı: Bundan sonra Türkiye’de erkekler için ayrı üniversiteler olacakmış.
Toplumsal cinsiyet rolleri pekişecek
Böylece, kadınlardan kendilerini korudukları gibi erkeklik rollerini de hiç unutmayacaklar. Erkeklik pratikleri gelişecek, sadece kendi cinsleri ile diyalog halinde olacaklarından derslerine odaklanacaklar, mezun olduklarında diplomalı olan ancak illa da çalışmaları gerekmeyen şekilde hayatlarını sürdürebilirler.
Hem bu ayrışma kadınlara da erkeklere de toplumsal hayattaki kendi rollerini hatırlama ve pekiştirme imkânı da sunuyor.
Ayrımcılık ve eşitsizlik derinleşir
Tekrar vurgulamak isterim ki erkekleri kadınların şiddetinden, baskısından koruyacak en önemli kalkan bu üniversite olacak.
Aslında durum şu, 2021 Yıllık Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı Resmi Gazete'de 28 Ekim 2020 Çarşamba günü yayımlandı. Programda, 2021 yılında, "Erkek Üniversiteleri" değil elbette "Kadın Üniversiteleri" kurulacağı bilgisi yer aldı.
"Erkek Üniversiteye" dair yazdıklarım ne kadar saçma değil mi? Erkek üniversitesi kurmak ne kadar mantıksız ve ayrımcılık içeren eşitsizliği pekiştiren bir yaklaşımsa kadın üniversiteleri de öyle.
Erkekleri “şiddetsizliğe” yöneltmek şart!
Kadınları erkek şiddetinden korumak için erkekleri eğitmek, erkeklere “erilliklerini bıraktırmaya çalışmak” gibi çalışmalar yapmak yerine, kadınları sadece kendi alanlarına hapsetmek, sosyalleşebilecekleri, kendilerini ve başka cinsiyetleri tanıyabilecekleri ortamdan alıkoyuyoruz.
Şiddete karşı kalıcı bir çözüm bulmak yerine, kadınları erkek şiddetine karşı korurken de aslında yine kadınları cezalandırmış oluyoruz.
Kadınları sosyal yaşamdan uzaklaştırıyoruz, bir kere eğitimdeki kadın- erkek eşitliği ilkesine de aykırı davranıyoruz. Kadınları ayrıştırıyoruz.
Tarihi geri sarmaktan öteye geçemez
“Yeni bir cinsiyetçi-ayrımcı model olarak Japonya’da görülen 'Kadın Üniversitesi'ni" Türkiye’de uygulatmak adeta tarihi geriye sarmaktan öteye geçemez.
Hem Japonya’nın depreme karşı önemli tecrübesi, bilimdeki çalışmaları yani dünya çapında öncü oldukları alanlar varken neden toplumsal cinsiyet eşitliği gibi geri kaldıkları yönlerini örnek alalım?
Japonya, kadınların siyasete katılımında Türkiye’nin gerisinde. Evet, şaka gibi ama değil, geri bir ülkeyi örnek alıyoruz.
Birleşmiş Milletler ve IPU'nun hazırladığı “Siyasette Kadın 2020” haritasına göre, dünyada parlamentolarda kadın oranı yüzde 24.9. Türkiye kadın milletvekili sıralamasında 193 ülke arasında 122. sırada bulunurken, aynı listede Japonya 165. sırada yer alıyor.
Yani, Japonya’daki kadınlar, Türkiye’dekiler gibi kendilerini ilgilendiren yasaları çıkarmada ve yerel yönetimlerde söz sahibi değil hatta çok daha gerideler.
Kadın üniversiteleri, “kadın mesleği, erkek mesleği” kabullerini de güçlendirir, kadınların pek çok alana girmesinin önünü kesebilir. Biraz düşününce bir hevesle örnek aldığımız “Kadın Üniversiteleri”nin kadın haklarını çok daha geriye götüreceğini, kadını erkeğin karşısında daha da eşitsiz kılacağı çok net görülüyor.
Üstelik temel sorunlardan biri olan erkek şiddetine dair de tek bir çözüm içermiyor.
O zaman en başta söylediğimi yineliyorum. Tutun ki bu ülkede erkek üniversiteleri kurulmak istendi, bu durum ne kadar akla ziyansa, aynı durum kadın üniversiteleri de geçerli.
Kadınları geriye götürecek, bu uygulamadan derhal vazgeçilmeli!
Özcesi, illa Japonya’dan bir örnek alacaksak, ormanlarına, ekolojik bakışlarına, bilimsel çalışmalarına evet, kadınların haklarını daha da geriye götürecek olan kadın üniversitelerine hayır!
Yazının fotoğrafı
Bu kez, Cezayir- Fransa ortak yapımı bir film olan “Papicha”dan bir görsel kullanmak istedim. Söz konusu kadın üniversitesi ve kadınların kendilerine biçilen rollerin dışına çıkma çabaları olunca, bu filmdeki Nedjma’nın ödemek zorunda bırakıldığı bedeller akla geliyor.
Film kendisi için ayağa kalkan bir kadının aslında tüm kadınlar için de ayağa kalktığının en güzel örneklerinden. Filmin anlatım dili de o şiddet ve hak gasplarını naifçe görmemizi sağlıyor. Güle oynaya mücadeleye tanık oluyoruz.
18 yaşındaki bir üniversite öğrencisi ve yetenekli bir tasarımcı olan Nedjma'yı canlandıran Lyna Khoudri oyunculuğu ile ödüller de aldı.
Filmin konusuna gelince özetle şöyle:
1990'larda Cezayir’de geçen filmde, ülke İslami bir devlet kurmaya çalışan radikal dinci gruplarının elindedir. Erkek egemen bir düzen kurmaya çalışan bu grupların baskılarından en çok etkilenenlerin başında ise kadınlar gelir.
Kadınların yaşamları, bedenleri erkekler tarafından kontrol altında tutulur. Bu koşullarda yaşamak zorunda kalan moda tasarım öğrencisi olan Nedjma, kampüsteki arkadaşları ile birlikte kadınlara uygulanan yasaklara karşı bir defile düzenlemeye karar verir. (EMK)