Siyasal mücadeleler tarihindeki önemli figürlerin aşk gibi duygulardan “azade” olduğu düşünülür. Çoğu devrimci yaşadığı aşklar ile anılmaz bu yüzden. Çünkü sonrasında süren anlatı, tüm yaşamlarının devrime adanması üzerinedir. Çoğu zaman da indirgemeci yorumlar yapılır komünistlerin aşk anlayışı için. Ne ilginçtir ki Ekim Devrimi'nin önderleri bu algıları altüst edecek hikâyeler bırakmış arkalarında. Lenin ve Krupskaya’dan tutalım Felix ve Sofia Dzerjinskiy’e çoğu Bolşevik devrimci oldukça politik, bir o kadar da romantik ilişkiler kurmuşlar.
Sverdlov çiftininki de böyle bir ilişki işte. Çarlık gericiliği altında başlayan bu ilişkinin ne savaşlar verdiğini Klavdiya Sverdlova, 33 yaşında hastalıklara yenik düşen eşi için yazdığı biyografide anlatıyor. İbrahim Okçuoğlu ve Halil İçöz’ün çevirisiyle Ceylan Yayınları’nın 1999’da Türkçeye kazandırdığı 500 sayfalık hikâyeyi baştan sona anlatmak mümkün olmasa da bu ilişki kendisinden bahsedilmeyi hak ediyor.
1905 devrimi ve ilk zamanlar
Klavdiya ve Yakov’un yolu ilk kez 1905 devrimi sırasında kesişir. Yekaterinburg’daki illegal matbaalardan birinin açığa çıkması üzerine kısa süre cezaevine giren Klavdiya, serbest kaldıktan sonra partisiyle yeniden temas kurar. Yoldaşları onu bölgedeki yeni sevk ve idare sorumlusu Yakov ile buluşturur. Yakov’un yönlendirmesiyle kentte kalmaya karar veren Klavdiya, ona ilk görüşte ilgi duyar.
1905 Devrimi’nin sağladığı kısa özgürlük dönemi, onların birlikte çalışmasını mümkün kılar. Yoldaşlarıyla bir ev kiralayıp küçük bir “komün” oluştururlar. Zamanla birbirlerini daha yakından tanıyan ikili, insani bir bağ geliştirir.
Ancak baskıyı artıran Çarlık rejimi, polis ve istihbarat birimlerini devrimcilerin peşine düşürür. Yakalanma tehlikesi artınca, Yakov ve Klavdiya’nın Yekaterinburg’dan Perm’e taşınmasına karar verilir. Yeni bir şehirde dağılmış bir örgütü toparlamaya çalışırken, ilişkileri de farklı bir boyut kazanır. Klavdiya bu süreci şöyle anlatır:
“Daha önce de Yekaterinburg’da beraber oturduğumuz gibi, Yakov Mihayloviç ve ben aynı yere taşındık. Nikâh kıydırmamıştık. Çarlık Rusyası’nda bir devrimci için yasal evlilik pek kolay değildi. Kiliseyi ve dini nikâhı tabii ki reddediyorduk. Bütün bunlar bir yana, sahte kimlikle yaşayan birinin dini nikâhta kendisini gerçek adıyla tanıtması, aynı anda tutuklanması anlamına geliyordu. Ancak bizim bağımız Çarlık döneminin bütün yasalarına göre tanınmış binlerce evlilikten daha sağlamdı. Jandarmalar bizi ayırdığı zaman birbirimize yardımcı olmak hakkından yoksun kalmamız kendini acı bir şekilde hissettirdi. Ama bu, profesyonel devrimcilerin kaderiydi.”
Zorlukları aşmak
Yakov, birçok kez tutuklanmaktan kurtulsa da 1906’da Çarlık polisinin tuzağına düşerek hapse girer. 1917’ye kadar sık sık tutuklanır veya sürgüne gönderilir. Kaçmayı başardığında devrimci mücadeleye döner, hapisteyken ise Marksizmi öğrenir ve diğer mahkûmlarla eğitim grupları kurar.
Klavdiya’nın yolu da farklı değildir, hatta daha zorludur. Yakov’un ardından o da tutuklanır ve bir yıl hapis yatar. 1910’da serbest kalınca St. Petersburg’a gider, ancak tekrar tutuklanır. Hamile olduğu için Yekaterinburg’a gönderilir ve kısa süre sonra Andrei adında bir çocuğu olur.
1912’de sahte kimlikle St. Petersburg’a döner ancak tekrar yakalanır ve çocuğuyla birlikte hücrede tutulur. Ardından Sibirya’ya sürülür. Maddi sıkıntılarla boğuşan çift, birbirine destek olmaya çalışır. Yakov, işçilerin yardımlarını Klavdiya’ya yönlendirirken, Klavdiya da geçici işlerde çalışarak hasta olan Yakov’a para gönderir. Ancak çözemeyecekleri tek şey vardır: Birbirlerine duydukları özlem. Sürekli sınandıkları bu hasret, onları her seferinde yeniden yollara düşmeye zorlar.
Aile
Klavdia 1915'te sürgündeki eşinin yanına gider ve Monastyrskoe kasabasında bir süre birlikte yaşarlar. Bu sırada Vera dünyaya gelir. Yakov eşi ve çocuklarıyla geçirdiği bu kısa sürede Bolşevik bir erkekte olması gereken aile anlayaşını doğru şekilde ortaya koyar. Çocuklarıyla ilgilenmek için sabah erken saatlerde uyanır, kahvaltıyı hazırlar, çocukları yıkar ve giydirir, onlarla oyunlar oynar, çamaşırları yıkar ve ardından parti faaliyetiyle ilgilenir. Yakov ev içerisinde yapılan birçok işi Klavdiya’ya bırakmaz. Örnek bir ev yaşamları vardır. Çünkü Yakov’a göre, “gerçek Bolşevikler sadece lafta değil, tersine aile içindeki gerçek yaşamda, kadının kişisel yaşamda eşitliği ve ev işlerinden özgürleştirilmesi için de mücadele ederler”. Günlük yaşamını muazzam bir şekilde planlayan Sverdlov çifti, örgütsel faaliyetlerine zaman ayırmakta sorun da yaşamaz.
Ancak bu süreç uzun sürmez. Birinci Dünya Savaşı’nın halk üzerindeki etkisi, yeni bir devrimin koşullarını olgunlaştırmaktadır. Savaşa karşı net bir tutum alan Bolşeviklerin merkez yöneticilerinin büyük bölümü yurt dışındadır. Bu durumda, Rusya’daki yöneticilerin merkezi kentlerde bulunması gerekir. Kaçmak neredeyse imkânsız olsa da Yakov, Klavdiya ve diğer yoldaşlarının yardımıyla Monastyrskoe kasabasından ayrılır. Donarak ölmenin eşiğine gelen Yakov, Çarlık polisini atlatsa da yolculuğu son derece zorlu geçer. Ancak onu bu ölümcül sınavdan kurtaran da aşkı olur. İstemese de 1917 Şubat’ına kadar ailesinden ayrılmak zorunda kalır.
Şubat Devrimi’nin ardından Klavdiya, çocuklarını dedelerine bırakarak Yakov’un yanına gider. Devrim, yeni bir yenilgiyle karşı karşıya olsa da Bolşevikler bu kez hazırlıklıdır. Lenin’in Nisan Tezleri’ni kaleme aldığı bu dönemde, mücadeleye en ileri saflardan katılırlar. Pek çok devrimci çift gibi Sverdlovlar da tüm fedakârlıklarını Ekim Devrimi ile taçlandırır.
Hikâye yaşıyor
Devrimden sonra devlet başkanlığı dahil birçok görevi üstlenen Yakov ve Klavdiya, çocuklarıyla ilgilenmeyi ihmal etmez. Daha da önemlisi, güç zehirlenmesi yaşamazlar; birbilerine duydukları sadakat kalıcı, aşkları günümüz toplumsal ilişkilerinin tüm geri özelliklerinden azadedir. Aşkları ilk günkü gibi tazedir. Birbirlerine besledikleri sevgi ve saygı hiç eksilmemiştir.
Yakov 1919 yılının 7 Mart'ında ağır bir hastalık geçirir, 14 Mart’ta bilincini yitirir. İki gün sonra hayatını kaybeder. Ölümünden sonra, uzun süre mücadele ettiği Yekaterinburg kentine Sverdlovsk adı verilir. Sverdlovsk, Leningrad ve Stalingrad gibi kentlerin aksine bugün de bu adı taşımaya devam eder.
Bu devrimci çiftin hikâyesi, işçi sınıfının mücadelesinde yaşamaya devam ediyor. En önemlisi ise şu: Belki kitapta anlatmaya gerek bile duymadıkları bir dünya sıkıntı ve sorunu kimsenin gündemi yapmadan, kimseyi kendileriyle meşgul etmeden birlikte aşan bu çift, yaşadıkları sorunların nedeninin kendileri olmadığını biliyorlardı. İçinde yaşadıkları sistemin sorunlarına karşı hayata sarıldılar. Örgütlü şekilde yeni bir dünya kurma mücadelesine katılmak, sorunsuz bir ilişkiyi beraberinde getirdi.
Ezcümle, bugün birçok devrimci için bile demode görülen Sverdlov çiftinin hikâyesi aslında hep ileriye, geleceğe bakıyor. (AV/TY)