Bangladeş polisi ile çatışan üniversite öğrencilerinin ölüm yıl dönümlerinden ortaya çıkan ve 1999’dan beri Dünya Anadili Günü olarak kutlanan 21 Şubat, Kürt gençliği için hiçbir zaman bir kutlama günü olmadı.
Cumhuriyetin ilanından bugüne uygulanan inkâr ve asimilasyon politikalarını tartışmayacağım bu yazıda. Araştırma, veri, istatistik ile de boğmayacağım yazıyı.
Fakat bu politikaların yarattığı sonuçlar var. Onlardan birinden bahsedeceğim. Benim ve birçok Kürt gencin yaşamını doğrudan etkileyen bir sonuçtan. Anadilden yoksun yaşamaktan, insanın kendine yabancılaşmasından.
Asimilasyon kuşaklar öncesine dayanıyor
Vartolu bir babanın tek çocuğu olarak başlayan yaşamımda bana anadilimi öğretmeyen koşullar bir önceki kuşağa dayanıyor.
Erciş Köy Enstitüsü mezunu dedemin mesleği gereği babam ve halamlar batıda büyüdüler. Erzurumlu babaannem dedem için Zazaca öğrense de bu dili yalnızca çocuklarının duymamasını istedikleri meselelerde ve akraba ziyaretlerinde konuşmuşlar.
Halamlara kıyasla köklerine daha bağlı kalmaya çalışan, dönem dönem İstanbul’dan kaçıp Varto’ya giden babam da bir türlü kendi dilini öğrenememiş.
Köyde geçirdiği zamanlar, ben doğduktan sonra Dersim, Elâzığ, Van ve Muş’ta geçen cezaevi yıllarının getirdiği arkadaşlıklar konuşulanı anlayabilen bir düzeye gelmesini sağlamış belki de. Ancak bunu çocuğuna öğretebilmek için iş işten geçmişti.
Anadilinden yoksun bırakılmak sadece bir dili bilmemek de değil Kürt gençliği için. Kendi kimliğinden, tarihinden, kültüründen uzaklaşmak; seni sen yapan değerlerin bilincinde olmadan yaşamak demek aynı zamanda. Benim yaşamım da bu gerçekliğin bir yansımasıdır.
Anadil ile tanışmak sorgulatıyor
Aldığı eğitimin bir sonucu olarak Kemalist düşünceyi benimseyen dedem çocuklarını da bu düşünceler etrafında yetiştiriyor. Dönemin koşulları onları klasik Kemalist düşüncenin dışına çıkartsa da günün sonunda Kürt ulusalcılığından etkilendikleri de söylenemez. Ancak bana aktarılan asgari demokratik değerler, ilerleyen yıllarda kendi kimliğimi bulmakta etkili olmuştur.
Kimliğime dair giriştiğim ilk sorgulamalar lise yıllarıma denk geliyor. Beni bir karmaşa içerisinde bırakan sorular mezun olana kadar da netlik kazanmamıştı.
Düşünün, günlük yaşamınızda karşılaştığınız bütün aile fertleriniz Türkçe konuşuyor. Olur da kendi memleketinde mahpus olan babanızı görmeye giderseniz, köyünüzü ziyaret ettiğinizde farklı bir dili konuşan birçok akrabanızla tanışıyorsunuz.
Bu durum ister istemez bir sorgulamaya yol açıyor. Ailenize sorduğunuzda aldığınız cevaplar ise sorgulamayı karmaşıklaştıran şeylerin başında geliyor.
Sosyal demokrat halanızdan ilkokul mezunu annenize herkes size başka bir şeyler söylüyor. Bazıları biz Kürt değil Aleviyiz, bazılarıysa biz Zaza’yız diyorlar. Ama Alevilik bir ırk değil ki. İnancın dili neden farklı olsun?
Zaza olmak daha mantıklı geliyor ama emin olamıyorsun. Ne teknoloji bugünkü kadar gelişkin ne de araştırma hevesi şimdiki kadar fazla. Lisedeki tarih hocalarına, İstanbul’daki akrabalarına sormak geliyor aklına. Hocalardan umduğunu bulamıyorsun.
Elazığlı hocan bile kafanı karıştırıyor. Zazaların Horasan’da yaşayan Türkler olduğunu falan söylüyor sana. Öğrencilerin arasında Kürtler üzerindeki ırkçılığı ve düşmanlaştırmayı görüyorsun. Hocanın anlattıkları konforlu geliyor, “biz Zazayız, Zazalar da Türk” diyip geçiştiriyorsun ‘arkadaşlarını’.
Politik aydınlanma gerçekleri getirdi
Sonra babanın kuzenlerini ziyarete gidiyorsun. Onlara soruyorsun konusu açılınca. Amcan Kürt olduğunu, Zazaca’nın da Kürtçenin bir lehçesi olduğunu söylüyor. Sonra amcan sürgüne gitmek durumunda kalıyor. Kuzeninle görüşmeye devam ediyorsun.
Benzer tezleri dinlemeye devam ediyorsun. Saygı duyduğun için benimsiyorsun da düşüncelerini. Anadilde eğitim talep eden bir dilekçe imzaladığı için okuldan atılmış, af ile geri dönüp iyi bir mühendis olmuş. Kendi ayakları üzerinde durabilen, ailesine bile kol kanat geren bir insan. Annen, baban herkes onu iyi anlatıyor. Görüşlerini benimsemeseler bile.
Gençlik mücadelesinin içerisinde buluyorsun sonra kendini. Sana benzeyen onlarca insanla tanışıyorsun, her birinden yeni bir şeyler öğreniyorsun. Atölyelere katılıyorsun, online dersler izliyorsun. Anadilinde yazılmış şarkıları dinliyorsun, konserlere gidiyorsun.
Açıyorsun, sözlerin anlamına bakıyorsun. Dil öğrenmekten de çok duyguları keşfetmek ağır basıyor bazen. Dil kursuna yazılıyorsun, senin köyünde konuşulandan bulamayınca Kurmanci öğreniyorsun biraz.
Az buçuk anlayabiliyorsun artık konuşulanı. Kendi derdini de çok basit cümleler ile anlatabiliyorsun belki. Birçok da eleştiri alıyorsun ama. Bazı tanıdıkların sana anadilini öğrenmen için baskı bile yapıyor bazen.
Zaza’ca Kürtçenin bir koludur diyorsun olmuyor. Ayrı bir dildir diyorsun olmuyor. Araştırıyorsun, ben kendi kimliğimi öğrendim demekle bitmiyor. Sana öğretilmeyen tarihini, dilini öğrenmen gerekiyor. Yoksa nasıl yaşatacaksın?
Dili yaşatmak politik mücadeleden geçiyor
Nitekim, kendi dilini ve tarihini öğrenmek onu yaşatmanın önemli bir parçası ama yeterli değil. Senin yaşadıklarını yaşayan binlerce genç var etrafta.
Bir gün nasıl biri sana gerçekleri anlattıysa, senin de başkalarına anlatman lazım. Onlar senin gibi ilgili olmayabilir de bu konulara. Anlatmak için yollar bulman, onları ikna etmen lazım. Bir dil böyle yaşatılır çünkü.
Ezcümle, 21 Şubat bir günden çok daha fazlasıdır senin için artık. Bundan sonra da böyle olacaktır. Kendi dilini kutlayabilmen için onun toplumsal ve kamusal hayatta var olması gerekir, bunun için de bu sorunu var edenler karşısında her gün mücadele edersin.
Kendin gibi yüzlerce asimile edilmiş gence bu gerçekleri anlatmaktan öğrenmeye zaman bile kalmaz çoğu zaman. Çın çın öter içinde anadilsiz yaşamanın çaresizliği. Çünkü ağaç kendi kökünde, insan kendi dilinde yeşerir.
Min Dît Hakkında
Yazının görselini Min Dît (Ben Gördüm) filminden aldık. 2009 yapımı, senaryosunu Evrim Alataş ve Miraz Bezar’ın yazdığı, yönetmenliğini ise Miraz Bezar’ın üstlendiği Kürtçe bir sinema filmidir.
Türkiye’de 2 Nisan 2010 tarihinde vizyona giren film, Diyarbakır’da çekilmiştir ve çatışmalı dönemde anne ve babalarını kaybeden iki çocuğun hayatta kalma mücadelesini anlatmaktadır.
Min Dît, tamamı Kürtçe çekilen ve Türkçe altyazı ile gösterilen ilk film olma özelliğini taşır. Filmin prodüksiyonu Bezar Film & Corazón International tarafından gerçekleştirilmiş ve ulusal ve uluslararası birçok festivalde gösterilerek pek çok ödül kazanmıştır. Ayrıca, Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde ödül için yarışan ilk Kürtçe film olmuştur.
Film, Türkiye’de çekilmiş ilk Kürtçe politik film olarak da sinema tarihinde önemli bir yere sahiptir. Gösterimi sırasında senaryosu üzerine tartışmalar yaşanmış, ancak buna rağmen Kürt sinemasının önemli yapımlarından biri olarak kabul edilmiştir.
(AV/EMK)