Yanlış hatırlamıyorsam bundan önceki “meslek birliklerinin yasalarının değişmesi gerekir” gündemi Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) “savaş bir halk sağlığı sorunudur” açıklamasını takiben yaşanmıştı, 2018 Ocak-Şubat aylarında.
İktidarın meslek örgütlerine saldırı atağına bu kez vesile barolar oldu. Ankara Barosu ve Diyarbakır Barosu’nun ayrı ayrı, yaklaşık bir ay kadar önce, 26 Nisan’da yapmış olduğu açıklamalar sonrası konu hızla -tahmin edileceği gibi yine- en ve tek yetkili tarafından baroların, mühendis ve mimarların… meslek birliklerinin seçim sistemlerine, dolayısıyla yasalarına getirildi:
"Sadece bu örnek dahi meslek kuruluşlarının seçim yöntemiyle ilgili düzenlemenin aciliyetini ve ehemmiyetini göstermiştir. Daha önceki yıllarda bu konuda bir hazırlık yapmış ve belirli bir seviyeye getirmiştik. Bu çalışmayı derhal yeniden ele almalı, varsa eksiklerini tamamlayıp en kısa sürede Meclisin takdirine sunmalıyız.” (Geçerken söyleyelim, “daha önceki yıllarda bu konuda bir hazırlık yapmıştık” denilen hazırlıklar ‘FETÖ projesi’ olarak başlatılmış)
Yaşanan durum özetle şöyle: İktidar iki baronun 26 Nisan tarihli açıklamasını uygun görmüyor, zararlı buluyor. Zaten -genel olarak, sıklıkla- baro, mühendis ve mimarlar, tabipler, …’in meslek örgütleri iktidarın “zararlı bulduğu, istemediği” tutumlar alıyor. Bunların olmaması lazım. Bu nasıl olur? Yönetimlerinde bulunanları “bizimkilerle” değiştirerek. Yolu nedir? Halen “meşru” seçenek, seçim. Ama “bizimkiler” merkezi idarenin, hükümetin onlarca yıldır bütün desteğine rağmen bir türlü seçilemiyor. O zaman? Bizimkilerin seçileceği, seçildikten sonra bizim dediklerimizin yankılanacağı ya da en azından istemediğimiz hiçbir sesin çıkmayacağı bir tasarım (boşluk?, kaos?) oluşturmalıyız.
Bu anlayışın -ne yazık ki- yeni olmadığını, hatta AKP’nin karakterine uygun, daha radikal yöntem tercihi içeren ifadeleri sağlık alanından, 10 yıl önceki bir örnekle hatırlatalım:
Dönemin Sağlık Bakanı Recep Akdağ 7 Mart 2010 tarihinde bir toplantıda "Sağlık meslek birlikleri birlik olmaktan çıkmış idari yargıyla da ortak hareket eden baskıcı gruplar haline gelmiştir. Bu gidişe asla razı olamayız. Gerekirse bu birliklerin kanununu değiştiririz. Bakın iki maddelik kanundur arkadaşlar, üç maddelik kanundur, bir kanun yaparız. Deriz ki Eczacılar Birliği, Tabipler Birliği, Diş Hekimleri Birliği‘nin kanunları iptal edilmiştir. Hadi bakayım Danıştay karar alsın da görelim!" demiştir.
Ne gariptir ki Recep Akdağ bu sözleri sarf etmesinden yaklaşık 4 yıl önce, bir başka ifadeyle 20 Kasım 2002’de ilk AKP Hükümeti’nin Sağlık Bakanı olduktan 3.5 yıl sonra, kendi bakanlığı döneminde, 23 Mart 2006 tarihinde TTB yasasında başta seçimlerle, delegelikle ilgili maddeleri olmak üzere kısmi bir değişiklik zaten yapılmıştı!
Kısa “arka plan” ya da meslek örgütleri “sorununun” ekonomi politiği
Hükümetlerin, özel olarak da Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) yukarıda bir iki örneğini andığımız “profesyonel meslekler”in Birlik/Odalarıyla bir sıkıntı yaşadığı bilinmektedir.
TTB’nin Toplum ve Hekim Dergisi’nin 2019 ilk çeyreğinde çıkan cilt 34 sayı 1’den özetleyerek aktaralım:
Bu mesleklerin yapısı ve örgütlenmesi klasik meslekler sosyolojisinin boyutlarını aşan; politik-ekonomi, siyaset bilimi, hukuk disiplinlerine doğru taşan bir içeriğe sahip olabilmektedir. Zira profesyonel bir mesleğin örgütlenmesi, aynı zamanda siyasal toplumun örgütlenişine dair de bir meseledir. Siyasal toplumun örgütlenişinde, en genel haliyle söylersek kuvvetler ayrılığının benimsenmesi, yerinden yönetimlerin kuvvetlendirilmesi, yerel ve yerinden yönetimlere yetki aktarımı, basının bir kuvvet olarak özgürlüğünün korunması ve nihayetinde kamu kurumu niteliğindeki meslek örgütlerine kamu gücü kullanma konusunda yetki verilerek kamu yararının korunması ve demokratik işleyişin güçlendirilmesi bir “tasarımdır”. Refah devletleri dönemine ait bu bütünlüklü tasarım fark edileceği gibi iktidarın keyfiyetini bir ölçüde de olsa sınırlandıran bir dağılıma sahiptir.
1970’leri izleyerek kapitalizmin krizine çare olarak “gelen” neoliberal politikalar düzenleyici, minimal vb. devlet modelini de mütemmim cüzü olarak tanımladı. Dolayısıyla 1980’ler devletin küçülmesi, 1990’lar finansallaşma, 2000’li yıllar mülkiyet haklarında serbestleşme ve devletin müdahaleci yapısındaki artışlarla yaşandı, çalışanları örgütsüzleştirme/sendikasızlaştırma, güvencesizleştirme adımlarıyla güvenlikçi otoriter rejimler yükseldi.
1980’lerle birlikte dayatılan dönüşüm profesyonel mesleklere piyasa ve kamu otoritesi (hükümet/devlet) kaynaklı olmak üzere 2 temel başlıkta tehdit oluşturdu. Sağlık alanında somutlarsak kısaca şöyle söyleyebiliriz:
Sağlık hizmetlerinin piyasa kuralları esas alınarak sunulması, kar maksimizasyonuna göre örgütlenme, hizmet sunanların emek süreci içerisindeki konumlarının proleterleşme olarak yaşanmasını tetikledi. Proleterleşme profesyonel mesleklerin temel özelliği olan bağımsızlık ve özerkliği yok eden etkisiyle mesleki dayanışma ve kamu yararının yerini ana motivasyonu piyasada kar amaçlı iş görmek olan meslek mensupları arasındaki rekabet almasına katkı sundu. Diğer tehdit kaynağı olan Hükümet/ler (kapitalizm zemininde, her ülkenin sınıf mücadelesi düzeyine bağlı kazanılmış, neyse o olan) kamusal fayda yerine piyasa çıkarına düzenlemeler yaparak mesleği aşındırdı, ve yine Hükümet/ler sermaye çıkarına otoriterleşen irade olarak karşısında duran odakları hedeflerine aldılar.
Parantez açıp sağlık alanında reformlara eleştirel yaklaşanları saf dışı bırakmanın yol yöntemlerini göstermenin şahikası olarak belgeleşen ve deyim yerindeyse teorisini yazan kitabı da anmazsak olmaz. Sağlık Reformu’nun Doğru Yapılması adlı kitabın Türkçe çevirisinin sunuşu, baş editör Sağlık Bakanı Recep Akdağ tarafından yazıldı ve baş ucu kitabı oldu. Kitap, TTB gibi sağlık reformlarına muhalif odakların nasıl bertaraf edileceğini “düşmanları zayıflatmak, düşmanların cesaretini kırmak” konumlandırmalarıyla “etik olmayabileceğini” söylediği taktik ve inceliklerle anlatıyor.
Bu örnekten de anlaşılacağı gibi piyasalaşma, proleterleşme, rekabet ve devlet müdahaleciliğiyle karakterize neoliberal dönüşüm ortamında profesyonel meslekler, profesyonel mesleklerin örgütlülükleri ve özerklikleri otoriterleşmenin doğrudan muhatabıdırlar, çünkü yukarıdaki kitaba göre düşmandırlar. Hekime yönelik şiddetten savunma hakkı temelinde cezaevinde tutulan avukatlara kadar yaşananaları bu açıdan da değerlendirmek yerinde olacaktır.
Bir genelleme yaparsak Türkiye’de meslek örgütleri 1980’lerle sermayenin sınırsız tahakkümü olarak kurgulanan neoliberal dönüşüme, toplum yararına olmayan düzenlemelere ve bunlarla eş zamanlı yaşanan insan hakkı, doğa, ekosisteme saldırılara, neyse o olan demokratik işleyişi yok eden müdahalelere… nihayetinde bu akışa karşı duran ve toplumcu bir bakışla muhalefet eden bir tutum almaya çalıştılar, aldılar.
Türkiye’de profesyonel meslek örgütlerinin bugünkü anlamda 1953’le başlayan yasal dayanağı 1961’de Anayasa düzeyinde güvenceye kavuşarak madde 122 olarak somutlanmıştı. 1953’teki yasal çerçevenin 1982 Anayasası’na (fiilen 1980’e) kadar korunduğunu söylemek mümkündür. İktidarlarca 1953-1980, yaklaşık 30 yıl boyunca meslek birliklerine rağmen “daraltıcı” bir yasal müdahale olmamıştır. Bu dönemi Türkiye tarihinde ilerici, halkçı, toplumcu dinamiklerin nitelik ve nicelik olarak yaygınlığı ile karakterize olduğunu bilerek değerlendirmek gerekir.
1982 Anayasası ile 1961 Anayasası’nda ilgili maddede (122 nolu madde 135 nolu olmuştur) yer alan “Meslek kuruluşlarının tüzükleri, yönetim ve işleyişleri demokratik esaslara aykırı olamaz” ifadesi çıkartılmış, birlikleri/Odaları güçsüzleştirecek kapsamda bir düzenleme yapılmıştır.
Bugüne gelirsek…
12 Eylül 1980 ve Anayasası’yla tırpanlanan meslek birliklerine yapılacak müdahalenin “teorisi” 2010’larda formüle edilip argümanları yazılıp çizilmişti: meslek birliklerinin kamu kurumu nitelikleri nedeniyle vesayetçi yapıları, zorunlu üyelik vb. nedenlerle bağımsız/gerçek sivil toplum örgütü olmadıkları, tek olmalarının doğurduğu tekel pozisyonlarıyla özgürlükçü, demokratik, serbest ticaret ve rekabete karşı oldukları, çözüm için her mesleğe ait birden fazla meslek örgütü kurulması ya da nispi temsile uygun seçim sistemine geçilmesi… Bugün Hükümet’ten ikbal bekleyen meslek mensuplarının ve Hükümet medyasının bunları tekrarladığını görüyoruz.
Kestirmeden, bir kez daha, söyleyebiliriz. 1980’den bu yana meslek birlikleri/Odalar yapılan bütün saldırılara, güçsüzleştirme düzenlemelerine, Türkiye’nin demokratik muhtevadan bütünüyle yoksunlaştırılan hak, hukuk ve siyasal özgürlükler iklimine rağmen hala toplumcu bir bakışla yürüttükleri mesleki çabalar, laik, demokratik, eşitlikçi, özgürlükçü, hukuk devleti, adaletten yana tutumları nedeniyle Hükümetçe zararlı bulunuyor. Mevcut meslek birliklerini “gerçek” işlevlerine kavuşması, siyasete “bulaşmaması”, amaçları dışında faaliyetlerde bulunmaması vb. söylemleriyle yıpratmaya çalışıyorlar.
Yine sağlık alanından somutlarsak “şehir hastaneleri modeli ile” hastane yapmak hiç gerekmediği halde her birimizin, çocuklarımızın borç altına sokulduğu soygun düzenine kamu yararı adına TTB’nin ısrarla karşı durması, dava açması ve öneriler sunması dönemin Başbakanı tarafından öfkeyle “kuvvetler ayrılığı denilen olay var ya o geliyor sizin önünüze bir engel olarak dikiliyor” cümleleriyle karşılanmıştı.
TBMM’de Komisyon’da yapılan görüşmelerde dönemin TTB Genel Sekreteri Bayazıt İlhan’ın haklı ve yerinde söylemleri “ihaleden sana ne?” vb. sataşmalarla sürekli kesilmeye çalışılmıştı. Bu anlayış 2011 yılında 663 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile de TTB yasasının 1. maddesinde yer alan “tabipliğin kamu ve kişi yararına uygulanıp geliştirilmesini sağlamak” sözcüklerini kaldırmıştı. Kuvvetler ayrılığının artık neredeyse hemen tamamen kalmadığı bir ortamda iktidarın meslek birliklerine nispi temsile dayalı seçim sistemini demokratikleşme amaçlı getireceğini düşünmek akla ziyan.
Hal böyleyken meslek birlikleri ne yapıyor?
Birlik resmi sayfalarına hızla göz atınca Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği’nin (TMMOB) konuyla ilgili çok sayıda açıklama ve olağan-olağanüstü toplantılar yaptığını görüyoruz.
TTB’nin 6 Mayıs ve 15 Mayıs’ta (TDB, TMMOB, TÜRMOB ile ortak), Türk Diş Hekimleri Birliği’nin (TDB) 7 Mayıs’ta, Türk Eczacıları Birliği’nin (TEB) 22 Mayıs’ta yaptıkları açıklamalara ulaşılabiliyoruz.
Türkiye Barolar Birliği (TBB), Türkiye Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler ve Yeminli Mali Müşavirler Odaları Birliği (TÜRMOB), Türkiye Noterler Birliği (TNB), Türk Veteriner Hekimler Birliği (TVHB) sayfalarında bir açıklamaya rastlamamakla birlikte TÜRMOB’un 15 Mayıs’ta TMMOB, TTB, TDB ile ortak açıklama yaptığını, baroların ise önce 11 Mayıs’ta 50’sinin daha sonra da tamamının, 80 baro olarak 19 Mayıs’ta ortak açıklama yaptığını biliyoruz.
Açıklamalara bakılınca 6 Birliğin birbirine yakın sayılabilecek gerekçelerle (TTB, TMMOB, TDB, TÜRMOB, TEB ve TBB) bu değişikliğe karşı olduklarını anlıyoruz. TNB ve TVHB’nin ise bir açıklamaları olmadığı için görüşlerini öğrenemiyoruz.
Çok muhtemel düşünülmüş hatta yer yer yapılmış olsa da önümüzdeki günlere yönelik birkaç “işi” öneri olarak paylaşmakta zarar yok. Barolar ve TMMOB’nin hemen her ildeki örgütlenmeleriyle birlikte yukarıda adı geçen Oda’ların katılanları bir araya gelerek ortak açıklamalar yapmalılar, tercihen bu açıklamalara illerinin milletvekillerini de çağırarak. Milletvekilleri çağrıya uyup gelseler de gelmeseler de yerel meslek örgütleri görüşlerini olabilecek her yolla kendilerine ayrı ayrı iletmeliler ve tutumlarını (cevap vermemeleri dahil) kamuoyuyla paylaşmalılar. TBMM’de bulunan her parti başkanı ayrı ayrı, yasa gündeme gelse de gelmese de, Haziran’ın ilk haftası/yarısı içerisinde yukarıda adlarını saydığımız meslek birliği başkanlarını düzenleyecekleri bir toplantıya (video konferans vb) davet ederek görüşlerini dinlemelidirler. Meslek birliklerinin gecikmeden bir webinar ya da e-miting düzenlemek için hazırlıklara başlamaları da uygun olacaktır.
Umarız başta siyasi partiler olmak üzere konunun basit bir yasal düzenleme olmanın çok ötesinde olduğu görülür; iktidarın 2018 Haziran’ından bu yana (ve son etap olarak korona günlerinde yerel yönetimlere yönelik kayyımından “devlet içinde devlet olmaz” vb.) izlediği stratejiyle, epey yol almış bir devlet biçimi değişikliği kapasitesine oynayan adımları kavranır ve buna uygun genişlik ve derinlikte bir zemin için gereken sorumluluk gösterilir. Düşünceli örgütsüzlük nasıl ki hareketsizliğe teslim olmuş bir gevezelenmeyle sürüyorsa örgütlü düşüncesizliğin de hepimizi ufuksuz, yerinde sayan bir hareketlilikle oyaladığı ayan beyan ortada.
Madem ki, pandemi yaşıyoruz, pandemiye yanıt verme kapasitesi başlığında dile getirilen 3 temel ilkeyi, sürecin yürütülmesinde rehber edinmekte yarar var diye yazarak bitirelim:
İhtiyatlılık: En kötüsüne hazırlanmak.
Orantılılık: Gerçek riske yanıt verebilecek bir yanıt gerçekleştirmek.
Esneklik: Çeşitli seçeneklere ve yanıt düzeylerine sahip olmak. (EB/EKN)