Özür dilemek kuşkusuz insani bir erdem. Fakat kimileri özür dileme noktasına kendi iradesiyle gelmez, oraya sürüklenir. Vicdanının sesinden veya ahlaki kaygılardan ziyade, özür gerektiren eylemin öngöremediği sonuçları, tepkilerin artık savuşturulamaz hale gelmesi vs. kendisini buna mecbur eder.
Başka bir deyişle, topluluk içinde yellenince bozuntuya vermemek için iskemlesini gıcırdatan adama Nasrettin Hoca’nın dönüp “Hadi sesi benzettin, peki kokuyu ne yapacaksın?” diye laf soktuğu meşhur fıkradaki gibi, yaptığını hasıraltı etme çabalarınız işe yaramadığı vakit özür mekanizması son sığınağınız olur. Eh, böylesine gönülsüz dilenmiş veya geç kalınmış bir özür de kabul görmeyebilir, haliyle.
Türkiye gerektiği zaman samimi şekilde özür dileyenlerin değil, karşısındakine özür diletmek için yırtınanların ülkesi çünkü. Böyle bir özür, iki taraf (dileyen ve dilenen) arasında insani bir zeminde buluşmak amacıyla değil, tersine psikolojik bir savaşta mevzi kazanmak, karşıdakini küçük düşürüp üstüne basarak bir adım yükselmek için kullanılır genelde. Özür dilet, gururunu kır, zafer ilan et...
Şimdilerde bu ‘özür diletme’ yarışının şampiyonları, daha 1.5 yıl önce Noam Chomsky ile hayali röportaj yayınlayıp asparagasın zirvesine bayrak diken Yeni Şafak gazetesi başta olmak üzere ‘havuz’ medyasından başkası değil.
Hatırlayalım: Y. Şafak, Chomsky söyleşisi skandalında bir süre herkesi aptal yerine koyduktan ve işi yüzüne gözüne bulaştırdıktan sonra bekledikleri gibi ortalık ‘milk port’ olmayınca, “bazı bölümlerinde hatalar tespit edildi” gerekçeli kısa bir özür notu yayınlayıp sözkonusu ‘röportajı’ sayfasından kaldırmak zorunda kalmıştı. Ama bu geri adım, aynı gazetenin bir yazarının bu sahteliği eleştirenler için tek bir yazı içinde şu zarif küfürleri sıralamasına engel olmamıştı: Zelil rüsva, puşt, bayağı, hafifmeşrep, usaresiz ve idraksiz modern ahmaklar sürüsü, cehalet sarhoşu, küstah, cavalacozlar kastının önde gideni, zıpçıktı taifesi, sefil hazların müptelası, ipten kazıktan kurtulmuş darbesevici firariler... (*)
Gazeteciler, meslek ahlakı ve özür dileme dersini bu nadide kurumdan almayacak da kimden alacaktı ya? Yeni Şafak, Çağlayan Adliyesi’ndeki rehin alma olayında Berkin’in adını anan gazetecileri terör destekçisi ilan edip hedef gösterince, tetiklediği linç kampanyası “Bu eylem nasıl biterse bitsin, çıkrılacak tek ders var: çocukları öldürmeyin, annelerini yuhalatmayın” diye tweet atan Mirgün Cabas’ı özür dilemek zorunda bıraktı.
Havuz medyasına bakılırsa, Mirgün Cabas’ın bu tweeti “kamuoyunda infiale” sebep olmuştu! Charlie Hebdo’nun ofisine otomatik silahlarla dalarak gözünü kırpmadan (üstelik herhangi bir insanın ölümünden sorumlu olmayan, sadece aralarından birileri münasebetsiz karikatür çizdi diye) 12 çizeri topluca katleden maskeli islamcılar için binbir mazeret arayan, kılıf üstüne kılıf uyduran muhafazakâr medyamız, “cinayet cinayeti tetikler” demeye getirdiği için Cabas’ı hedef gösterip ‘vurun abalıya’ diyor ve onu özür dilemeye mecbur bırakıyor. Aynı şekilde ‘terörist saldırı’ tamlamasını cümle içinde kullanmakta tereddüt ettiği için Nevşin Mengü için cadı kazanları kaynatıyor.
Bu kampanyalar işe de yarıyor, kendilerine ufak tefek mevziler kazandırıyor. Bedenini satmak zorunda kalan Afrikalı göçmen kadınları teşhir etmekte beis görmeyen, bu konuda özür dilememekte ısrar eden Hürriyet’in bağlı olduğu Doğan Grubu bu salvolar karşısında gardını alıp bir özür metni yayınlıyor; Çağlayan’la ilgili haberlerde yayın ilkelerine aykırılıklar tesbit ediyor. Roboski’ye bir gün boyu sağır kesilerek bedenleri paramparça edilen çocukların yakınlarını, vicdan sahibi herkesin duygularını incitmekte yayın ilkeleri açısından bir sorun görmeyen aynı medya grubu (Hürriyet’in tarihe geçmiş nadide manşetlerini hiç anmayalım), burada kimden özür diliyor, okurundan mı? Hayır, karşısında boynu kıldan ince hissettiği statükodan özür diliyor; gazetecilik adına da değil, havuz medyasının ve linççilerin incinen duygularını teskin etmek adına.
İsmet Berkan’dan da 1.5 yıl sonra bir özür geldi geçenlerde. Bunca eleştiriyi kulak arkası etmeler, konuya ilişkin sorulara kaçamak cevaplar, ‘bu önemsediğim bir konu değil, ben orayı geçtim’ler, ‘bu kadar büyütecek ne var, altı üstü iki tweet attım’ diye lafı evirip çevirmeler fayda etmeyince, yani onca iskemle gıcırtısına rağmen koku baki kalınca, sonunda kendi gazetesinin okur temsilcisinden “Şu özürü dile ve kurtul” paparası yedi de özür dileme aşamasına ancak öyle gelebildi ünlü gazeteci. Bu arada hayatımızın 18 ayını yemiş oldu. Kimden özür dilediğini de anlayamadık ya, orası ayrı mesele; zaten onca tepkiyi verenlerin talebi özür falan değil makul bir açıklamaydı, iktidarın hâlâ sömürmeye devam ettiği bir yalana neden alet olduğunu izah etmesiydi.
Yine de, yıllardır mühim mevkilerde bulunmuş, ekranda kürsüler gazetelerde köşeler işgal etmiş bir medya mensubunun, en azından meslekteki bir ‘hatasını’ (‘yalan’ karşılığı kullanmayı tercih ettiği sözcük bu) sesli olarak dillendirmeye karar vermesi az şey değil. Özellikle ‘özür dileme’ pratiğinin bu kadar kötüye kullanıldığı bir ülkede...
Böylesine istismar edilen bir ‘özür’ kültüründen ne topluma ne de medyasına hayır gelebilir. Zaten bu yüzden Kabataş korosunun, yalan haber uzmanlarının, medyadaki linççilerin, Roboski’de üç maymunu oynayanların tekmili birden alınlarının ‘akıyla’ gazetecilik yapmaya devam edebiliyor. Bunlar normal bir ülkede bırakın gazetecilik mesleğini sürdürmeyi, bu sicilleriyle herhangi bir kurumda iş görüşmesine bile çağrılmazlardı.
Peki ne yaparlar? ABD veya Avrupa’da Kabataş yalanına benzer bir vaka yaşanmış olsaydı, bir gazetecinin başına ne işler açılabileceğine dair fikir verebilecek, çok yakın bir örneği hatırlayalım.
NBC spikerinin yalanı
Berkan’ın özüründen sadece bir buçuk ay önce –kimbilir, belki de kendisine ilham veren- bir başka ‘gazeteci özrü’ vakası yaşandı. ABD’nin en büyük kanallarından NBC’nin haber spikeri Brian Williams, Ocak ayı sonlarında Nightly News adlı programında, ABD’nin 2003’teki Irak işgaline dair bir anısını bir miktar aksiyon katarak nakledince baltayı taşa vurdu. Programında, ABD ordu birlikleri ile birlikte bindiği helikopterin bir RPG saldırısına maruz kalıp isabet aldığından ve zorunlu iniş yapan pilotun kahramanlığı sayesinde canlarını kurtulduğundan bahsediyordu.
Programın kaydı NBC’nin Facebook sayfasına konunca, Irak’ta görev yaptığını belirten bir kullanıcı altına şu yorumu yazdı: “Üzgünüm ahbap, helikopterimde seni hatırlamıyorum. Ama şunu hatırlıyorum; biz yere indikten bir saat sonra yanımıza gelip neler olup bittiğini sormuş, sonra ‘savaş hikâyenizi’ yayına hazırlamak üzere başka bir araçla Kuveyt’e doğru havalanmıştınız.” Bu yorumu okuyan bir başka muhabir olayın izini sürünce ünlü spikerin yalanı ortaya çıktı. Bir helikopterin isabet alıp zorunlu iniş yaptığı doğruydu, fakat şimdinin ünlü sunucucu TV muhabiri o helikopterde değildi. Williams bir aksiyon sahnesinden rol çalmış, senaryoya kendini ekleyivermişti. Dahası bu ‘anısını’ o kadar sevmiş ki daha önce defalarca anlatmış, kaç sene önce bloguna da yazmıştı.
Brian Williams-Irak vakası ile İsmet Berkan-Kabataş vakasının benzerliği, bir an kendilerini zeki sanıp okurunu/seyircisini enayi yerine koyması. Ama benzerlik burada bitiyor. Williams, Facebook’a yazılan yorumdan sadece bir kaç gün sonra sözkonusu yorumun altuna şunu yazdı: “Kesinlikle haklısınız, bir hata yaptım.” Hem sosyal medyadan hem de TV ekranından, doğru söylemediğini itiraf edip herkesten özür diledi. Üstüne, NBC’den de kurumsal özür geldi.
Dahası kanaldan altı ay ekrana çıkmama, maaş kesilmesi vb cezalar aldı. Altı ay sonra ekrana dönebileceği bile şüheli. Sosyal medyada alay konusu olup Vietnam savaşını kendisinin başlattığından aya ilk ayak basan kişi olduğuna kadar bir dizi espriye malzeme olması da cabası.
Durumum özeti bu: Kimsenin hayatını tehlikeye atmayan küçük bir yalan ABD’de bir spikerin kariyerinin zirvesinden tepetaklak aşağı yuvarlanmasına yetiyorken, Türkiye’de medya ortamı her gaz çıkarttığında yüzsüzlüğe vurup iskemle gıcırdatan gazetecilerden geçilmiyor hâlâ. (NS/HK)
* Necati Sönmez, İTÜ Uçak Mühendisliği bölümü mezun. Uzun yıllar dergi ve gazetelerde editörlük yaptı. Sinema eleştirmeni ve belgesel sinemacı. Documentarist - İstanbul Belgesel Günleri etkinliğini hayata geçirdi.
(*) Bu tahammül ötesi yazıyı okumak isterseniz: http://bit.ly/1arTXy8
Gerçi biraz merak edip kurcalayınca yazarın, eserlerini kopyala/yapıştır usulüyle yazdığını, mesela “usaresiz ve idraksiz” veya “cavalacozlar kastının önde gideni” ifadelerini google’ladığınızda, aynı ifadeleri bir iki yıl arayla farklı yazılarında aynen kullandığını görürsünüz.