Devletlerin bengi suyu savaşı yaratan ve sürdüren duygulardır. Stefan Zweig, Yarının Tarihi'nde "Savaşlar, serinkanlılıkla sürdürülemez" der. "Nefret, öfke gibi içgüdülerin bütün devletlerde sürekli körüklenmesi gerekiyordu; çünkü tutku, Goethe'nin deyişiyle 'yıllar boyunca tuza yatırılıp saklanabilecek ringa balığı değildir.' (...) Nefret, öfke, savaşma isteği, yapıları gereği kısa süreli coşkulardır; bu kısa süreli durumu yapay biçimde uzatabilmek için adına propaganda denen o korkunç bilimin bulunması gerekliydi." (1)
"Öteki"ne olan öfkenin, nefretin nedeni çoğu zaman resmi tarihin öğrettikleriyle gerekçelendirilir. Resmi tarihin sokulamadığı yerlerde de faşizmin arkaik temellerinin izlerine rastlarız. Başka kimlikleri kendi varlığına tehdit gören kimliksel var oluş, şovenizm, muhafazakarlıkla korutulduğu düşünülen kapalı yaşayışlar, kandaş topluluklar, totolojik din önermeleri gibi...
Propaganda denilen o korkunç 'bilim' ise tüm bu sıraladıklarımı birbirine mezceder. Hem de çok kolay bir aletle: Medya mikseriyle. Ortaya çıkan sonuç o kadar başarılıdır ki ne petrol, ne rant kavgaları, ne holding çıkarları, ne kodamanların cüzdanları... Varsa yoksa "taş" gibi gerekçeler. Malum, medya mikseri memleketimizde durmaksızın çalışır. Öleni, öldüreni, suçluyu suçsuzu birbirine karıştırır. Hemen her ülkede olduğu gibi, bizim medyanın da Allah'ı iktidardır. Bakmayın halk ne anlar laflarına. Anlar anlamasına ama kafalar hep karışık.
Bartolomêo de las Casas'ın "Yerlilerin Gözyaşları"nda anlattığı bir hikâye vardır. Hatuey adlı bir yerli, İspanyolların katliamlarını Küba Adası'ndaki halkına anlatmaya çalışır. "Bize o kadar insafsız davranmalarının tek nedeni işkence etmekten hoşlanıyor olmaları değildir. Onların çok inandıkları bir Tanrıları var. Bizim de o Tanrı'ya inanmamızı istiyorlar. Bizimle savaşmalarının nedeni, boyun eğdirip bizi öldürmelerinin nedeni işte bu." Hatuey, elindeki altın ve değerli taşlarla dolu sepeti havaya kaldırarak şöyle der: "İşte onların Tanrıları, Hıristiyanların Tanrısı bu işte! Eğer kabul ederseniz bu Tanrı için dans edelim. Belki de Hıristiyanların Tanrısı hoşnut kalır da İspanyollar bize zarar vermezler." Yerliler altın dolu sepetin etrafında yoruluncaya kadar dans ederler. "Şimdi bakın, bu sepet yanımızda kalırsa, onu ele geçirmek için hepimizi öldürecekler. Bundan dolayı sepeti ırmağa atalım." (1)
Bugün mecliste yeni dönem milletvekillerinin yemin töreni var. Pek anlamam o işlerden. Ayırmaksızın bütün milletvekillerine bir önerim var. Bırakın yemin törenini. Alın elinize sepetlerinizi. İçine "gerekçe gördüklerinizi" yazıverin. Yoruluncaya kadar dans edin. Sonra çıkın dışarı. Sepetlerinizi meclisin bahçesine koyun. Uyuya kalın sonra da. Kürdü, Türkü, Lazı, Çerkesi, Süryanisi, Çingenesi gelip bakalım o sepetlere. Kim aslında ne istiyor anlayalım. Ondan sonra inanalım "Ciğerim Yanıyor" vicdan seslerine. Hangi Tanrı'ya inanacağımızı şaşırmayalım. (FG/HK)
1- Stefan Zweıg, Yarının Tarihi, Ahmet Cemal (çev.), İstanbul: Can Yayınları, 2008, 3. Basım, s. 37
2- Bartolomêo de las Casas, Yerlilerin Gözyaşları: "Yerlilerin Yok Edilişinin Kısa Tarihi", Oktay Etiman (çev.), İstanbul: İmge Kitabevi Yayınları, 2011, 2. Baskı, s. 5