Milan Kundera Ölümsüzlük romanında “Gazeteciler soru sormayı bırakıp yanıt verme telaşına düştüğünde her şey çürümeye başladı” der.
Soru sormaktan vazgeçmeyen gazetecilerden Çiğdem Toker, geçen sene şimdinin “moda” mevzusu McKinsey meselesini yazmış ve sormuş: “Sayıştay denetimi dışındaki Türkiye Varlık Fonu’nun (TVF) çokuluslu danışmanlık firması McKinsey ile anlaşma yapmak üzere görüştüğünü öğrendik.
McKinsey’nin, ülkemizde finans piyasaları tarafından bilinirliği epeyi gerilere gidiyor. Şirket 2001 krizi sonrasında da sorunlu bankaların satışı, kamu bankalarının özelleştirme planlarının hazırlanmasında, devletimize bedeli mukabilinde hizmet vermişti.
Şirketlere uygulanacak dönüşüm programları BEŞ yıllık olacaksa, danışman şirketlere, kamu kaynaklarından iyi ödemeler yapılacağı anlaşılıyor... TVF, McKinsey ile anlaşma imzalarsa şeffaflık gereği kamuoyuna açıklanır mı sizce? Yapılacak ödeme oranları vb?”
Geçen iki hafta içinde ise mesele hem açıklığa kavuştu hem de tartışma alevlendi. Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak McKinsey’le anlaşma yapıldığını açıkladı.
Uzmanlar yazdı, anlattı, eleştirdi. Eleştirenlere “cahil”, “hain”, “düşük zekalı”, “kriz sevici” diyenler cumartesi akşamından bu yana mazilerini silmeye çabalıyorlar. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan “bitirin bu sözleşmeyi” deyiverince kim kime ne diyeceğini şaşırdı.
McKinsey’in bu zamana kadar Türkiye’de ve başka ülkelerde ne işler yaptığına dair epey haber de yapıldı; şirket, sağlık alanında epeydir top koşturuyormuş meğer. Şirketin sayfasında “sağlık hizmetleri” başlıklı bölümü tarayınca, “güçlendirilmiş birinci basamak”, “entegre sağlık hizmeti”, “sağlık bilgi sistemi tabanlı hizmet sunumu”, “altyapının güçlendirilmesi” başlıklarını görüyorsunuz.
Türkiye’de sağlık projelerine danışmanlık da yapmışlar. Hasılı bizim Dünya Bankası projesi diye bildiğimiz Sağlıkta Dönüşüm Programı bildiğin “McKinsey kafası” çıktı iyi mi!
Malum McKinsey’in kurucusu “bizim oğlanlar” diye anılan Şikago Ekolü’nden. Hayallerindeki dünya “devlet büzüşsün, müşteriyle şirketler arasında tellallık yapsın” diye özetlenebilir.
Ekibin hukukçuları var, iktisatçıları var, reklamcıları var, pazarlamacıları var. İşletme bölümünü yoktan türetenler de ABD’de 1980 sonrası bir hezeyana dönüşen “işletme mastırı-MBA” yapma furyasının da müsebbibi bunlarmış.
Malum Chicago Üniversitesi’nde ileride el atılacak ülkelerin kafası çalışan çocuklarını güzelce eğitip, ülkesinde yükselmesini sağlayıp zamanı geldiğinde ülkeyi kıvama getirmeleri için formatlamak da bunların “icadı”.
Türkiye’de işler McKinsey’den danışmanlık hizmeti alınmasını gereksiz kılacak düzeyde kıvama gelmiş olabilir mi? Sayıştay’ın 2017 denetim raporlarına bakıldığında özellikle şehir hastanelerine dair bölümün kalın bir makasla, incelikle, özenle budandığını görünce akla gelen bu.
Sayıştay’ın ön denetim raporunda, Sağlık Bakanlığı yetkililerinin açıkça yasaya aykırı işlemle, şirketlerin kusuru nedeniyle bile olsa sözleşme feshi halinde borçları üstlendikleri, temizlik hizmetlerinde malzeme bedelinin bile döviz üzerinden güncellendiği, hastanelerin kira bedellerinin yanlış formüllerle olması gerekenin de üzerinde belirlendiği, yüzde 70 doluluk oranı garantisinin de kendi içinde alt birim hesaplamalarında yanlış işlendiği, Sayıştay denetçilerinden sözleşmelerin saklandığı, Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu ile yereldeki sözleşmelerin birbirini tutmadığı, il sağlık müdürlerinin sözleşmeleri görmediği, hastanelerin ihale ve sözleşmede belirlenen malzemeler temin edilmemesine karşın kabul komisyonlarınca teslim alındığı yazıyordu.
Tüm bunlar rapordan çıkmış!
McKinsey ile anlaşma iptal edilmişse ne olmuş? Devlet zaten devalüe olmuş. (ÖE/EKN)