* Fotoğraf: Fransa / Dursun Aydemir / AA
Dünyanın farklı yerlerinde süren protestoların en önemli ortak noktası kamu hizmetlerinin niteliğindeki düşüş ve bu hizmetlere erişmenin giderek zorlaşması ki bu hizmetlerin tamamına yakını özelleştirilmiş.
Yine dünyanın farklı yerlerinde kamudan kaçırılan zenginliklerin yeniden kazanılması tartışmaları yapılıyor. Umut veren başarı hikayeleri geçen hafta Amsterdam’da paylaşıldı.
Dünyanın farklı yerlerinden yerel yönetim temsilcileri, akademisyenler ve sendikacılar özelleştirmelere karşı verdikleri mücadeleleri birbirlerine aktardılar. Anlatılanlardan anlayabildiğimiz kadarıyla başarıya giden yol zihinsel güç, bilgi, çalışma ve sebattan geçiyor. Bir süredir kapitalizmle kapışan güçler yapıp ettiklerine “kanıta dayalı muhalefet” demeyi tercih ediyor.
Dünyadan yeniden kamusallaştırılmış hizmetlerin, hangi şirketin elinden kurtarıldığının ve hangi yöntemle sorunun çözüldüğünün ayrıntılı bir dökümü de çıkarılmış. Bizdeki şehir hastanelerine benzer uygulamanın Japonya’da da çıkması ve sözleşmelerin feshedilmesinin sağlandığını da bu sayede öğrenmiş olduk.
Her ne kadar eğitim ve sağlık gündelik hayatımızda en çok konuştuğumuz alanlar olsa da enerji, su, atık, telekomünikasyon hizmetleri şirketlerin en sevdiği alanların başında geliyor.
Sunumlardan birinin başlığı şöyle: “The empire strikes back: Corporate responses to remunicipalisation” (İmparatorluğun saldırısı: Yeniden kamusallaşmaya şirket cevapları).
Paris su sisteminin özel şirketlerin elinden kurtarılması için verilen mücadelede anlatılanlara bakılırsa “şirket” hep aynı yöntemi kullanıyor. Kamulaştırma talep edenleri öncelikle “ideolojik” ve “marjinaller” olarak damgalayarak kamuoyunun gözünde lekeliyor. Ardından anaakım medyayı sahiplik yapısını veya parasal gücünü kullanarak kişi ve konu bazında bu taleplerin dile getirilmesine kapatıyor.
Talepleri ve kişileri lekelemeyi başardığı ölçüde merkez siyasetçilerin bu konuyu gündeme getirme olasılığı kayboluyor, çünkü lekelenmekten korkuyorlar. Sahibi oldukları yapılarla veya fonladıkları kurumlar eliyle, sonucu “eser sözleşmesi” ile belirlenen araştırmalar ürettirerek kamuoyunu yanıltıyorlar. Bu araştırmaları eleştiren çalışmaların duyulmasını önlüyorlar.
Şirketin kuvvetli tanıtım bütçeleri var. Halktan çalınanların küçük bölümüyle “sosyal sorumluluk” projeleri üretiyorlar. Örneğin anne babası şirket nedeniyle işsiz kalmış çocuklara güzel okul çantaları hediye edip mutlu çocuk yüzleriyle fotoğraf çektiriyorlar. Ama tabii çocuğun o çantayı niye almak zorunda kaldığı asla konuşulmuyor.
Şirket, yerel yöneticilerle farklı adlar altında sürekli yemekli toplantılar yapıyor. Bununla da kalmıyor. Fransa’nın komünist gazetesi L’Humanité’nin düzenlediği festivale sponsor olan, gazeteye ilanlar veren şirket Paris’in bir beldesinin komünist belediye başkanının yapacağı işe talip olan şirket çıkıyor.
Buraya kadar olan bölümde henüz şirket asıl yüzünü göstermedi. Eğer kaybedeceklerini hissetmeye başlarlarsa şahısları, yöneticileri ve hatta ülkeleri tahkime gitmekle tehdit ediyorlar. Çok yüklü tazminatlar kazanacaklarını açıklayarak korku yaratmaya çabalıyorlar. Yerel ve merkezi yönetimlerdeki “adamları” eliyle işleri düzeltmeye çabalıyorlar.
Kamulaştırma isteyen kurumlara ve kişilere saldırılmasını sağlıyorlar. Buraya kadar olanlar bilindik aşamalar. Ama şirketlerin tehditlerinden korkmayıp üzerlerine gidenlerin tahkimi kazandığı, tazminat ödemekten kurtulduğu, kamuya kazanmanın halkın da desteğiyle sağlandığı ve gelinen aşamada hizmet bedelinin ucuzladığı ve hizmetin niteliğinin arttığı ortaya çıkınca geriye kamu zararının bedelini sormak kalıyor.
Olay Paris’te geçiyor. (ÖE/TP)