Hafızam beni yanıltmıyorsa Mark Twain’den anımsıyor olmalıyım; “Savaşları asla mazlumlar çıkarmaz” diyordu.
Doğrudur. Mazlum, mağdur; konumu gereği ancak hak talebinde bulunur. Hak talepkârlığının yol ve yöntemleri, aidiyet bağıyla bağlı olduğu ülkenin demokrasisiyle ilintilidir.
Muktedir, “Ben uygun gördüğüm zaman, uygun gördüğüm kadarını veririm. Tebaa da bununla yetinmek zorundadır” dediği durumlarda mazlumun hâk talepkârlığı her şekilde “başkaldırı, isyan” ve sonuç itibariyle “savaş” gerekçesidir.
Özgür bir vatandaş iken, köleleştirilip arenaya sürülen ama zihninde kölelik değil özgür yurttaş bilinci hep var olan Spartaküs önderliğinde Spartakistlerin başkaldırısı tarih boyunca böyle bir hak talepkârlığının belki de “ilk” dalaletidir.
“Muktedir” her hâl ve şart altında mazlumun hâk talepkârlığını savaş gerekçesi olarak sayar. Bu tarih boyunca mazlumla muktedirin çatışmasının ana tema’sıdır.
Hadi vazgeçtik cumhuriyet öncesi Osmanlı’nın son yüz yılının Kürde değen yüzünden!
Geçtiğimiz yüzyıldan bu yana Cumhuriyetle yaşıt son yüzyılın Kürt halkıyla artık özdeşleşen hak talepkârlıklarına bakın bütün çıplaklığıyla okursunuz bu yalın gerçeği.
Kürt, ne zaman “Ya hu! Ya Kürt!” demişse, otur oturduğun yerde “Ne Kürdü! Öz be öz Türksün” deyip en ağır darbelerle Kürdün hak talepkârlığına karşı; “İsyan edersin ha!” denilerek idamlar, sürgünler, talanlar, yakıp yıkmalar reva görülmüş / görüldü…
Son yüzyılla YÜZLEŞİLEREK bir çetele ortaya dökmenin pek bir manası maalesef artık anlamını yitirdi.
İsterseniz bir örnek “olay haber”le en kaba haliyle son bir aydır yaşadığımıza bakalım.
Fetullah Hoca takımının 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrasında geçtiğimiz günlerde basına düşen haberlere bakılırsa meğer “üç general ve 55 üst rütbeli subay Silopi üzerinden Kandil’e sığınmış”.
Silopi’ye kadar gidip de sınırın öte yakasına geçmeyi becerip sonra da Kandil’e “sığındıklarına” göre bu rütbelilerin savaştıkları ve onca “kan döktükleri” hatta “yakıp, yıktıkları” coğrafyayı çok iyi bildikleri anlaşılıyor.
Bir bilge kişiden okumuştum! Ki gazeteciliğin de temel ölçüsü budur. Diyordu ki bilge kişi; “Altı sadık hizmetkârım var: Ne, Niçin, Ne zaman, Nasıl, Nerede ve Kim? Bütün bildiklerimi bunlar öğretti bana”…
Savaş, çatışmalı hâl ortamlarında genellikle bir “algı oluşturma” ve onun üzerinden “gündem yaratma” senaryoları oluşturulur.
İşin doğrusunu başta ya da sonda değil metnin tam orta yerine koyayım da yerini bulsun. Elbette darbe girişiminde bulunmak da darbe yapmak kadar ağır bir suçtur özgür yaşamak isteyen toplumlara karşı.
Darbe planlamasına ve darbe girişiminde bulunmaya karşı tavır almak, kamuoyunu duyarlı kılmak iktidar(lar) açısından anlaşılır bir durumdur. Ayrıca böylesi durumlara karşı tavır geliştirmek de her bireyin özgürlüğüne düşkün olması ile alakalı bir tavır alıştır sonuçta.
Şimdi! İşin aslı bu noktasında sahici bir kirlilik üzerinden okuma yapmamız gerektiği kanısındayım.
İkili bir “gerekçe” yaratma kirliliği çabası var.
İlki 7 Haziran seçimleri gerekçesi! Deniyor ki; Cemaat seçimlerde HDP’yi destekledi. Fetullahçı Cemaati yakından izleyenler de çok iyi biliyor ki devasa bir pragmatist yapı ile toplum karşı karşıya(ydı). Bizzat şu anki hükümetin bakanlarından birinin ifadesine göre 2012’den bu yana cemaatin 15 kat büyüdüğü dile getirildi. Ki bu ifadeyi doğrulayan gösterge başarısız darbe girişimi sonrası cemaatçilere yönelik operasyonun sonuçlarıyla ortaya çıkıyor.
Fetullah Cemaati 7 Haziran seçimlerinde aslında dört parti hatta kimi yerlerde de bağımsız adaylar üzerinden seçim çalışması yürüttü. AKP’de kendine yakın adayların seçilme ihtimalinin yüksek olduğu yerlerde AKP’ye destek verdi. Bugün AKP’de kazan kaynamasının ve sıra “içeriye de gelecek” denmesinin nedeni budur. Diğer yerleşkelerde de CHP, MHP ve HDP’yi işaret etti. En azından bölge üzerinden izlenimlerimi ifade edersem 7 Haziran 2015 seçimlerinde HDP’yi işareti öyle çok anlamlı ve sonucu etkileyen bir duruma işaret etmedi. HDP zaten 7 Haziran’da arkasına güçlü bir rüzgâr almış gidiyordu. Hatta diyebilirim ki, satır aralarında Cemaatçi takımın bu pragmatist tavrı “aman dillendirilmesin” mealinde “bunların Kürtleri sevmediğini çok yakından biliyoruz. Bütün dertleri AKP karşıtlığı” anlamında konuşuluyordu da…
Yani bu açıdan baktığımızda AKP iktidarının Yenikapı’da ortak miting yaptığı müttefikleri CHP ve MHP’yi cemaat desteği saikıyla daha cepheden sorgulaması gerek.
Dolayısıyla iktidar dışındaki diğer üç partinin dışarıdan destek “gerekçesi” ile bugün itham edilmesi en sıradan tabiriyle iktidarın son 13 yıllık iktidarının cemaatle ilişkisi üzerinden bir okuma yapıldığında kelimenin tam anlamıyla “solda sıfır” kabilindedir. Hele ki HDP’nin…
İkinci tartışılması gereken nokta da Kandil’e “sığındı” denilen subay ve generaller meselesi! Kirlilik öylesine kötü bir gerekçelendirmeye dayandırılıyor ki, tıpkı 2015 sonbaharında başlayıp 2016 yaz başına kadar süren “Hendek ve Barikat”li hâli gerekçe gösterip kentlerde sokağa çıkma yasağı ve akabinde büyük ölçekli “orantısız güç” kullanarak fiili bir savaş hâli ile hayatı bitiren gerekçelendirme…
Zaten Nisan 2015 itibariyle bitirilmiş “Çözüm Süreci”nin muktedir mantığı açısından sürdürülürlüğü üzerinden bir gerekçelendirmeye dayanıyor mantık: İşte gördüğünüz gibi darbeci generaller de Kandil’e sığınmış. Cemaat, Örgüt ilişkisi ortada! O halde Kürt siyasetiyle “Barış” yerine “Savaş” gerekli bir hâl…
Bu halle yönetmenin, bu hâlde ısrarın ülkeye hayrı yok. Madem uçağı düşürülüp düşman addedilen Rusya ile barışıldı –ki doğru olan barıştı-, madem “wan minute” denilerek düşman addedilen hatta “terörist devlet” olarak varsayılan İsrail ile barışıldı –ki doğru olan buydu, neden “İÇERDE” de barış olmasın…
Eğer illa ki bir GEREKÇE aranıyorsa “bin yıllık birlikte yaşam” denilip dillere pelesenk edilen “BARIŞ” kavramı en büyük gerekçe değil mi?
Üstelik bütün kötülükleri, Kürt şehirlerindeki o yıkım, felaket, katletme ve sürgünleri de şu an tutuklanmış “terörist darbeciler” yapmışken ve eliniz de bu baptan hayli güçlü iken… (ŞD/AS)