Bugünden geriye doğru bakınca 2020 Mart’ında başlayan Türkiye’nin Covid-19 mücadelesinde çok sayıda kötü "uygulama" örneği var. Bunlar içerisinde maske en önde geleni. Anadolu Ajansı’nın “Türkiye’nin ‘maske başarısı’ adım adım geldi” başlığıyla verdiği haberin altında şöyle yazıyordu: “Birçok ülke tıbbi malzeme ve cihaz sıkıntısı çekerken Türkiye üretim kapasitesini artıran adımları hızla atarak vatandaşlara ücretsiz maske dağıtmaya başladı.”
Haberin dayanağı Cumhurbaşkanı’nın açıklamalarıydı. Cumhurbaşkanı, maske satışının yasaklandığını duyurduğu “Ulusa Sesleniş” konuşmasında “Kesinlikle parayla maske satışı yasaktır. Marketlerde verilen maskeler de ücretsizdir. Salgın bitene kadar vatandaşlarımızın tamamına yetecek maske stokumuz ve üretim planlamamız vardır. Devlet olarak tüm vatandaşlarımıza ücretsiz şekilde maske ulaştırmakta kararlıyız” demişti.
2020 Aralık ayındayız ve henüz salgının bitmediği, hatta seyrinin giderek sertleştiği malum. Devlet yerli yerinde (sarayları, vatandaşa yüklenen vergisi, polisi, askeri, hukuksuz yargısıyla), vatandaş da her gün resmen iki yüz iki yüz (gerçekte en az iki katı) azalarak da olsa “yerinde” duruyor. Nisan başında Cumhurbaşkanı’nın ağzından çıkan sözlerden hemen 1 ay sonra yapılan açıklamalar ve uygulamadan biliyoruz ki maske ücretsiz değil. Hükümet kararlı mı? Kararlı ama ücretsiz maske dağıtımında değil ücretli maske satışında!
Şimdi yaklaşık 10 ay sonra aşı(lama) sınavı önümüze gelmiş durumda.
Bilindiği gibi Covid-19’la mücadelede nitelikli ve doğru maske kullanımı kadar hatta daha önemli bir enstrüman aşı. Aşılamanın Türkiye seyri nasıl olacak? Bugün itibariyle çabalarımızı hangi noktada birleştirmeliyiz? Aşılama, önümüzdeki günlerin sözcüğün gerçek anlamıyla (tıpkı asgari ücret gibi) yaşamsal mücadele başlıklarından birisi.
Toplumsal dayanışma: Aşı
İki soru ışığında yazıya devam etmeden önce bir parantez açalım. Aşı konusunda çok farklı kaygıların kafalarda dolaştığını, dile getirilip konuşulduğunu biliyoruz. Kuşkuculuk bilimsel yöntem ve düşünüş sistematiğinde çok önemli. Ancak kuşkuculuğu ideolojik bir sis bombası atarak komplo teorileri sosuyla servis etmek aşılama konusunda ciddi bir handikap yaratıyor. Ne demek istiyorum? Kapitalizmin para için yapmayacağı şey yoktur cümlesiyle başlayıp aşıların çok hızlı “bulunması”, erken kullanım izinleriyle “piyasaya sürülmesi”ni ekleyerek “aşı olmam, olunmamalı” sonucuna varılıyor ve bu yayılıyor. Nihayetinde tartışmalar bu düzene güven sorununa kilitleniyor.
Düzene güvenmemede ortaklaşırız fakat bu ortaklaşmanın gündelik yaşamdaki karşılığında netleşmeliyiz. Aşıyı üretenlerin bunu kar için yaptıklarını ve bunun değiştirilmesinin mücadelesinin de verilmesi gerektiğini söylemeliyiz, mücadelesini vermeliyiz. Ama biliyoruz ki bugün bindiğimiz otomobil, otobüs, metro, tren, uçaktan yediğimiz et, süt, fındık, fıstık vb her türlü ürünün üretimi de bu düzende var oluyor ve bu haliyle havasından suyuna haberlere kadar “kirlenmiş” bir gerçekle iç içe yaşıyoruz. Yaşamımızı sürdürmek için gösterdiğimiz duyarlılık ve eylemimiz bunlar için ne ise aşı da -bir yönüyle- o. Hatta bugün için “diğerleriyle” kıyaslanmayacak daha şeffaf bir seyrin geçerli olduğunu da söyleyebiliriz.
Dolayısıyla toplum sağlığını önceleyen, çıkar ilişkisi olmayan odakların değerlendirmelerini veri alarak kişisel tutumlarımızı netleştirmek yerinde olacaktır. Aşı insanlığın kazanımı olan, bilimin toplum yararına geliştirdiği en önemli araçlardan birisi. Daha ötesi aşı olma iradesi gösteren her bireyin tanımadığı bir başkası/insanlar için yapacağı yaşamsal bir toplumsal dayanışma eylemi. Sağlıkçılar başta olmak üzere bunun sahiplenilmesi çok önemli.
Şimdi parantezi kapatarak devam edelim.
Aşılamada plan ne?
Yukarıdaki iki sorudan ilkiyle başlayalım. Aşılamanın Türkiye seyri nasıl olacak? Bu soruyla kastım planlama, depolama vb değil. Bunlar da çok önemli, hükümetin maskede çok “beceriksizce” (ki miad, soğuk zincir gibi ek sıkıntılar söz konusu değildi) davrandığını ve bu sorumluluktan çekildiğini biliyoruz, özlü ifadesiyle 5 maskeyi dağıt(a)madılar. Aşıda olmayacağını umuyoruz, olmasın diye uyarıyoruz.
Aşılamada plan ne? 15 Aralık tarihli şu açıklamayı paylaşabiliriz:
“… Sağlık Bakanlığı Toplum Bilimleri Kurulu üyesi Prof. Dr. Mustafa Necmi İlhan, günde yaklaşık 1,5 milyon kişinin aşılanmasının planlandığını, … üç kişiden oluşan aşılama ekiplerinin günde yaklaşık 200 kişiye aşı yapabileceğini öngördüklerini … hedeflerinin haziran ayına kadar 60-65 milyon vatandaşın aşılanması olduğunu ifade etti.”
Maske tecrübesi üzerinden bakarsak 60-65 milyonun haziran ayına kadar ücretsiz aşılamasının bitirilmesi, inandırıcı mı? Hükümetin hesabı şöyle görünüyor: İnaktive aşıyı, zamana yayarak, Çin'den 50 milyon doz getirtmek. Haziran'a kadar da 25 milyonun aşılamasını bitirmiş olmak. Eş zamanlı olarak diğer aşıların da ülkeye girişine izin vererek, kişilerin kendi ceplerinden aşı olmalarını “teşvik etmek”. Bu yolla 2021 içinde, tercihen sonbahara kadar 50 milyonluk bir nüfusun aşılanmasını hedeflemek ya da beklemek (“gizli”, kaba hesap bu mudur bilinmez ama buysa da ne kadar gerçekçi tartışılır). Toplum bağışıklığını sağlamak ve sağlık sistemi üzerindeki hasta baskısını azaltmak, zaman kazanmak için en az yüzde 50, tercihen yüzde 70 korunma gerektiği biliniyor. Hükümetin 25 milyon kişinin aşılanması dışında somut bir hazırlığı görünmüyor. 25 milyonun aşılanmasıyla da toplum bağışıklığının oluşmayacağı açık.
Ücretsiz aşılama eylemi
Oysa Türkiye her akşam yeni yine bir uçağın düştüğü, bir uçak dolusu insanın öldüğü “olağan” haberiyle günü kapatıyor. Bunun durdurulması, azaltılmasının yolunun vatandaşa her türlü güvencenin verilerek hastalığın 2 kuluçka süresi kadar kapanma, orta ve uzun vadede de toplum bağışıklığı olduğunu biliyoruz.
Bu nedenle güvenilir ve etkin olduğu saptanmış aşı/lardan hükümetin getirtmesi, bütün kaynakların bunun için seferber edilmesi ve aşılamanın da ücretsiz ve planlı bir şekilde yapılması gerçekleştirilmelidir. Eczanelerde ücretli aşı satışı gibi “seçenekler” sunularak “aşı seçme özgürlüğü” yerine hedef kitleyi tanımlanmış bir programla aşılama eşitliği üzerinden toplumu koruma sağlanmalıdır.
Bugünden tezi yok, daha fazla gecikmeksizin en etkin bir biçimde ücretsiz aşılama için herkesin katkı ve katılımına açık bir buluşmanın cümlesini ve eylemini kurmalıyız. Bu tıbbi bir konu değil, yazının başından buraya kadar yazdığımız gibi herkes için yaşamsal bir konu, yani siyasetin konusu. Her türlü eylemin meşru, daha ötesi zorunlu olduğu bir aciliyetle karşı karşıyayız. Bu aciliyet muhalefete malzeme yapılacak bir argüman olarak “değerlendirilmeyi” değil, her bir ölümü yüreğinde hisseden bir içtenlik ve kararlılıkla iktidarı gereğini yapmaya mahkum edecek bir sürekli eylemlilik iradesini gerektiriyor. Deyim yerindeyse başka her türlü gündemin ötelendiği, TBMM’den başlayarak iktidara nefes aldırmayan bir “harekatı” dayatıyor.
Sağlıkçılar bu sürecin ilk adımını atabilirler. Hem aşılama konusundaki güvensizlikleri kıracak bilimsel kuşkuculuk süzgecinden geçmiş şeffaf paylaşımın sorumluluğunun taşıyıcısı olarak bireyleri aşı olmaya çağırmanın hem de toplumun ücretsiz aşıya ulaşımının sağlanmasının itici gücü olabilirler. 1 milyonluk gövdesiyle sağlıkçı imzasıyla başlatılabilecek süreç siyasi partilerin dahli ve sahiplenmesi ve yeni eylem biçimleriyle zenginleşerek Ankara’da yankısını bulacaktır.
(NÖ)