"Bunu yaptık çünkü bıktırdılar bizi. Yorulduk! Tükendik! Ümidimizi yitirdik! Çünkü günümüzde tiyatro ve sanat gerçekten kokuşmuş bir halde! Leş kokan genel kurul odaları, devlet memurları, ticaret, reklamcılık, tekdüzelik, rahatına düşkünlük, boş zaman, can sıkıntısı, bürokrasi ve yalan dolan..."
"Noviembre" filmini izleyenler bu cümleleri hatırlar. Sisteme olan eleştirilerini sokak tiyatrosuna taşıyan bir avuç gencin hikâyesini anlatan filmin, militan ruhların ilham alacağı ana konusu gene bu gençleri birleştiren "Kasım Manifestolarıydı".
Bu manifestodan aklımda kalan kararlardan bir kaçı şunlardı: Asla para için sanat yapılamaz. Seyirci sayısının sınırlı olduğu mekânlara, kapalı ortamlara sanat taşınamaz. Geçmişte TV-Sinema'da çalışmış kimseler bu gruba dahil olamaz.
Yazılı hiçbir kaynaktan yararlanılamaz ve seyirci değil onlar seyircilerin ayağına gideceklerdir. Sanat deyince ilk akla gelen algının istikameti camekân ardında öyle çok da hemencecik anlayamayacağınız derin derin manalar taşıyan eserler, çalışmalar ve tabiî ki zekâ dolayısıyla yaratıcılık pırtlayan "projeler" gelir.
"Bir entelektüel faaliyet alanı olarak sanat" diye başlayan cümleleri kısık gözlerle, gereken duruşta dinleseniz dahi "soyut" düşünme kabiliyetinizin kalibresi çapsızsa ebleh görünmemeniz çok zor.
Kendimce tıkandığım suallerdeki savunmam kapalı devre hayal gücünün eseri ile sınırsız hayal gücümün mukayese bile edilemeyeceği gibi sunturlu bir edaya başvurup derhal "ortamdan" geri çekilmek ya da Peter Bürger'in Avangard Kuramı'ndan çalıntı "Sorun gerçek dünyaya müdahale edilmesi... Hayatın devrimcileştirilmesidir; yoksa estetik haz nesneleri olmaya mahkûm formlar yaratmak değil" (1) gibi akça pakça cümlelere başvurup konuyu yabani bir tavırla kapamak.
Başladığım yere tekrar dönecek olursam eğer her şeyi mevzuattan beklemeye şartlanmış birçok insan için bu tip pirüpak niyetli manifestolar ihtiyaca karşılık gelebilir. Hele şu günler böyle bir oydaşmanın sağlanması için nedenleri bir bir sıralamaya başlamışken.
Mesele birçok kişi için "At izi, it izine karıştı" minvalinin cenderesinde "tasnifli savunma hattı" oluşturuyor. Bu yüzden tutuklanan, dava açılan yazar, gazeteci, yayıncı menüsünden seçip zikredeceğiniz isimler de ideoloji, paradigma, doktrin ve tarafların çitlediği alanlara olan yakınlığınızla örtüşmek zorunda.
"El elin eşeğini türkü çağırarak ararmış" ya da "Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın" gibi ata yadigârı deyişlerin tehlikesi bu gibi durumlarda mevzuatı oluşturan devlet eşrafının ve yasalarla ilintili iktidar mekanizmalarının işine yarıyor. -Öyle ki birbirlerini harcama konusunda otoriteye hizmet eden goşist ve aşırı sağ tutumları aynı kefeye koymada hiçbir beis görmem- Yoksa çok da yeni olduğu söylenemez bu gibi haberlerin.
Zira Kürt asıllı ya da yaygın yayınlara oranla daha düşük tiraja sahip dergi, gazete gibi basın yayın organlarında çalışan birçok gazeteci, yayıncı, yazar yıllardır sürüm sürüm süründürülmekte. Yakın dönem de Suzan Zengin, Vedat Kurşun, Bedri Adanır, Şiar Rişvanoğlu, Erdal Güler ve daha onlarca isim ilk aklıma gelenler. (Bu isimlerden Ş. Rişvanoğlu Roj TV'deki konuşmasından dolayı yargılanmıştı.)
Bu konuda o kadar çok yazıldı çizildi ki eksiğiyle gediğiyle en azından tartışılmaya çalışıldığını düşünüyorum ama işin gelip dayandığı nokta kötü bir alışkanlıktan olsa gerek mevzuat yoksunluğu! Böylece kim kimin kortejine takılmış, kim hangi fotoğrafın dibine düşmüşte utanıvermiş gibi trajikomik ama haklı da denilebilecek kaygılar son bulmuş olacak.
İstisnai durumları olmakla birlikte Walter Benjamin'in "Yağ makine için neyse, fikirler de toplumsal hayatın devasa donanımı için budur, insan makine yağını bir türbinin üzerine boca etmez; önceden bilinmesi gereken, gözden ırak dişli ve eklemlere birkaç damla damlatır" beyanı açıklayıcı bir benzetmeyle vurgusunu yapar.
Fikirlerin dolaşımına olan bu müdahalelere karşı bir manifesto yayınlanma ihtiyacı var gibi. Şimdilik bu manifestonun içeriğine dair birkaç önerim var: Kadınlar, eşcinseller, Kürtler, azınlıklar, inançlar, kayıplar, faili meçhuller ve doğa katliamına ses etmeyen kalemler bu gruba dahil olamaz.
Kitaplara oranla daha gösterişsiz olan fanzin, broşür, afiş gibi yayınlarda yazmamış yazarçizer takımı, manifestonun içeriğini oluşturmada söz hakkına sahip değildir. Geri kalan öneriler bu yazıyı okuyan sizden gelsin.
Taraflılığınızdaki ısrarınız, fikri bütünlük sağlamanız gereken yerlerde sizi sabitliyorsa en azından bundan sonra "devrimci" olma iddialarınızdan kendi isteğinizle feragat etmeniz gerekir. Gereksiz bir gösteriş detayı olarak yazı sonları genellikle nasihatle sonlanır. Gene başa dönelim o zaman. Ezcümle asıl sorun kendi suretinden bir dünya yaratma derdindeyken "Hayatın devrimcileştirilmesinin" ihmale terk edilmesidir. (FG/EÖ)
1- Peter Bürger, Avangard Kuramı (ç. Erol Özbek), 4. Basım, İstanbul: İletişim Yayınları, 2007.s. 21
2- Walter Benjamin, Son Bakışta Aşk (Haz. Nurdan Gürbilek), 4. Basım, İstanbul: Metis Yayınları, 2006, s. 51