“Yedi senedir bu sokaktan gayri İstanbul şehrinde bir yere gitmedim. Ürküyorum. Sanki döveceklermiş, linç edeceklermiş, paramı çalacaklarmış -ne bileyim, bir şeyler işte- gibime geliyor da şaşırıyorum. Başka yelerde bana bir gariplik basıyor. Her insandan korkuyorum. Kimdir bu sokakları dolduran adamlar? Bu koca şehir, ne kadar birbirine yabancı adamlarla dolu. Sevişemeyecek olduktan sonra neden insanlar böyle birbiri içine giren şehirler yapmışlar? Aklım ermiyor. Birbirini küçük görmeye, boğazlaşmaya, kandırmaya mı? Nasıl birbirinden bu kadar ayrı, birbirini bu kadar tanımayan insanlar bir şehirde yaşıyor?”
Sait Faik’in seneler önce yazıya döktüğü Lüzumsuz Adam öyküsünde ürkütücü olarak nitelendirdiği İstanbul sokakları, eminim ki şu yaşadığımız döneme kıyasla birçok insanın huzurlu bir şekilde yaşayabileceği, özlediği sokakları anımsatıyor. Ne yazık ki son yıllarda toplum olarak yaşadığımız büyük korkularımız, büyük yaralarımız ve zihnimizi tırmalayan büyük heceli keşkelerimiz var. Herkes artık evlerinden korkarak dışarı çıkıyor ve bu durum giderek hastalıklı bir hal almaya başladı. Toplu taşıma kullanırken, alışveriş yaparken, sevdiğimiz bir konseri dinlerken ya da sevgilimizin elinden tutmuş kalabalık bir caddede yürürken birçoğumuzun kafasında aynı korkutucu sorular, yüzlerimizde benzer endişeli bakışlar var. Geleceğimizden endişe etmeye başladığımız, planlarımızı azalttığımız, belirsiz, uzun, yorucu bir dönemden geçiyoruz.
İçinden geçtiğimiz yolda son 1,5 yılda, 32 bombalı saldırı yaşadık. Ülkenin farklı yerlerindeki saldırılarda 363’ü sivil 460 kişi can verirken, 2 binden fazla insan da yaralandı. Ortadoğu’da yaşanan karışıklığın ve izlenen yanlış politikaların süregeldiği bu topraklarda yaşananların son bulacağına dair hiçbir gösterge yok elimizde.
Gösterge olmadığı gibi, ülkede yaşanan bu güvensiz ortamda ne korkularımızı dile getirebiliyoruz, ne fikirlerimizi beyan edebiliyoruz ne de olayları tüm gerçekliğiyle değerlendirebiliyoruz. Bu durumun ne kadar farkındayız bilmiyorum ama dışarıya çizdiğimiz tablo pek iç açıcı gözükmüyor. The Guardian’ın yazarı Liz Cookman’ın dün yazdığı ‘”Eğer Amerika’nın geleceğini görmek istiyorsanız Türkiye’ye bakın” [1] başlıklı yazısında bir ülkenin basını düşman ilan etmesinin o ülkedeki insanların otorite tarafından kolaylıkla manipüle edilebileceğini belirtirken, Türkiye’deki gazetecilerin baskı altında olduğunu, tutuklanmamak için gerçek haberleri yazamadıklarını dile getiriyor. Cookman yazısının devamında Amerikan halkını “Erdoğan bütün bu korkulanları çoktan yaptı.” sözleriyle uyarırken; uğradığımız haksızlığı, korkularımızı, endişelerimizi, acılarımız, öfkemizi her bir duyguyu tekrar tekrar yaşatıyor ve sorgulatıyor.
İfade özgürlüğünün yok sayıldığı, her yanında bombalar patlayan bir ülkede basın özgürlüğünün rafa kaldırılması; yazıya döküldüğünde demokratik olarak tanımlanan fakat zerre ilgisi olmayan bizim gibi toplumlarda, her geçen yıl basamakları geri sayarak, ilerlemesine neden olan bir durum aslında. Türkiye gibi demokratik bir ülke, bu yıl Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) 2016 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksinde, 180 ülkenin aralarında bulunduğu listede, iki sıra daha gerileyerek 151. sırada yer alıyor. Freedom House Dünyada Özgürlükler - 2017 raporunda ise Türkiye, 2016 yılında özgürlüklerin en çok gerilediği ülke olarak karşımıza çıkıyor. Tüm yaşanılan rağmen hala demokrasiden bahsedilmesi ülke olarak ezberlerin bozulduğu, zihinlerin bulanıklaştığı, hastalıklı bir dönemin başlangıcına tekabül ediyor. Hal böyle olunca şu an yayın yapan, sayısı bir elin parmağını geçmeyen gazetelerin ömürlerinin giderek kısaldığını görebiliyoruz.
Bugün bu ülkede demokrasiden bahsetmenin ne kadar anlamsız olduğunu ülke sıralamasından, kaybettiklerimizden ve dış basından elde edilen, utanç verici görüntülerden anlayabiliyoruz. Her gün bir yenisi eklenen tutuklamalar, sorgulayamadığımız, geçip bir köşeden izlediğimiz davalar, sonu gelmeyen gözaltı kararları ve aramızdan birçok hayatı çekip alan patlamalar karşısında sessizliğe bürünüp, seyir halinde kalmaktan başka bir şey yapamıyoruz. Temel hak ve özgürlüklerin hiçe sayıldığı en karanlık dönemlerden birini yaşıyoruz ne yazık ki... Ses çıkarmak için çok nedenimiz varken Cookman‘ın bahsettiği bu otorite, çoğalarak artan sesi ile her birimizi yok sayıyor, susturuyor ve biz savrulmaya devam ediyoruz.
Tüm bu karamsarlığın arasında okuduğum tozlu sayfalardan bana kalan, umutlarımın yok olmamasına sebep olan, birçok cümle var aklımda. Bir gün kaybetmeye yüz tutmuş özgürlüğümüz geri gelecek ve herkes yaşamak istediği bu topraklarda kendi fikir ve düşüncelerini korkusuzca dile getirebilecek. Basın önemlidir, özgürlük nefestir. (ZH/EA)
***
[1] “If you want to see America’s future, look at Turkey” – Liz Cookman, the Guardian