Liberal ve Cizvit bir papadan sonra

Jorge Mario Bergoglio (d. 17 Aralık 1936), 76 yaşında papa seçildiğinde, pek çokları onun geçici ve çok fazla şeye karışmadan silik bir papa olacağını iddia etmişlerdi. Ama ertesi günü (14 Mart 2013), conclave (papalık seçim toplantısı) için geldiği Roma’da kaldığı otelin ücretini ödemesi, onun ne kadar halktan birisi olduğunu göstermeye yetmişti. Hatta şimdiye kadar papaların yerleştiği Papalık Sarayı’nı (Apostolic Palace) değil de, kardinallerin Roma’ya geldiklerinde kaldıkları Casa Santa Marta misafirhanesini tercih etmişti.
Katolik Kilisesi’nin dini gruplarından birisi olan Cizvitlerden ve Latin Amerikalı (Arjantin) olması, onu “kurtuluş teolojisi”[1] ve dolayısıyla da özellikle sosyal ve ekonomik alanlarda sol görüşlere yakınlaştırmıştır. Papalığı döneminde, kadınlara ve Kilise dışında kalanlara daha fazla yer verme ya da LGBTİ+ bireylere karşı daha az önyargılı olarak onları da Kilise’ye dahil etmeye çalışması hep eleştirilmiştir. ABD’deki Kilise mensupları tarihsel olarak hep muhafazakâr bir grup olmuştur. Onların göçmenlik, idam cezası, sosyal adalet ve çevre gibi konularda tutucu bir tavır sergilemesi, Papa Francis’i hep eleştirmelerine ve ona muhalefet etmelerine sebep olmuştur. Yeni papanın seçiminde de, eğer ABD kendi siyasi görüşüne yakın bir ismin seçilmesine müdahale ederse, Başkan Donald Trump kendisinin dini açıdan da desteklenmesini bir fırsata çevirecektir. Dini geleneğin giderek kaybolmasıyla, siyasi bir ideolojinin Kilise’ye hâkim olması, sosyal adalet ümitlerini de yok edecektir.
Demiryolu işçiliği yapan İtalyan göçmeni bir baba ile ev kadını bir anneden doğan Jorge Mario Bergoglio için Buenos Aires sokakları, fakirliğin derinden hissedilebileceği mekanlardı. Zaten okula giderken, boş zamanlarında fabrikalarda çalışmak zorunda olması, hatta geceleri kulüplerde bodyguardlık yapması, ona farklı tecrübeler kazandırmıştır. Her Arjantinli gibi onun da tangoya ve futbola ilgisi vardı; ama düztaban olması ve sağ akciğerinin bir kısmının alınması, onu hep yaşıtlarından ayırmıştı. Henüz 12 yaşında bir çocukken sınıfından bir kıza yazdığı aşk notunda, “Benimle evlenirsen ileride sana bu ev gibi bir ev alacağım, ama eğer evlenmezsen rahip olacağım,” demesi, din adamlığı ihtimalinin hep kuvvetli olduğunu gösterir. Gerçi daha sonra başka kız arkadaşları olduğu da söylenir ama rahiplik sanki onun kaçamayacağı bir kaderdir. Belki de fakirlik ve sağlık sebeplerinden dolayı Cizvit okuluna gitmesiyle, hayatının yönü belirlenmişti.
1950 ve 60’larda Arjantin’de yaşayan herkes gibi onun da siyasetten uzak durması düşünülemezdi. Zaten papalık döneminde de, Papa II. Jean Paul’ün Polonyalı olması ve Sovyetler Birliği’nin sona ermesi sürecinde aktif bir siyaset göstermişti. Ama çocukluğu ve gençliği, Juan Domingo Perón gibi bir siyasi figürün iktidara gelmesi, sık sık hapsedilmesi ve işçi sınıfının bilinçlenmesi için oluşan siyasi kaosta geçen birisi olarak, elbette bir dini lider olarak başta Gazze olmak üzere dünyadaki savaşlarda hayatını kaybedenlerden yana tavır koyması beklenirdi. Kendisi her ne kadar hiçbir zaman komünist olmadığını söylese de, büyüme çağındaki okumaları onu hep o tarafa itmiştir. Hayatına genel olarak baktığımızda, onun en azından “entelektüel bir Marksist” olduğunu söylemek mümkündür. Bir Cizvit olarak, o dönem Arjantin’de diktatörlüğe karşı bir duruş sergilemiş olması gayet normaldir.
Kendisinden önce hiç kimsenin yapmadığı bir şekilde, fakirlerin azizi sayılan Aziz Francis’in adını kendisine papalık adı olarak seçmesi, onu diğer papalardan ayırmıştır. Her ne kadar kendisi bu kelimeleri kullanmasa da, Batı dünyasının bugün geldiği noktada “burjuva Katolikliği” eleştirilmesi gereken bir durumdur. Her ne kadar dinin temel prensiplerinde en küçük bir değişikliğe gitmediyse de, duruşu, hareketleri, tavırları ve kendisini takip edenlere verdiği işaretler hep liberal bir tondadır. Onun döneminde kara para aklayan mafyanın kontrolündeki Vatikan Bank pek gündeme gelmemiş, kürtaj konusunu pek açmamış olması tartışmaları bir nebze de azaltmıştır. Ama Kilise içindeki cinsel tacizler konusunda da radikal tedbirler alamamıştır.
Fakat sığınmacılar, mülteciler ve göçmenler için gelişmiş ülkeleri “küresel duyarsızlık” ile suçlamış ve sağcı, milliyetçi devlet başkanları tarafından hoş karşılanmamıştır. 2015 yılında Bolivya’da yaptığı konuşma, hem çevrecilik karşıtlarına hem de kapitalist düzene karşı bir manifesto niteliğindedir: “Sermaye insanların idolü olursa ve onların kararlarını etkilerse, para hırsı sosyo-ekonomik sistemin tamamen önüne geçerse, toplumu enkaza çevirir, insanları birbirine düşürür, hatta hepimizin ortak evi tabiat anayı yok olma riskine maruz bırakır.”[2] Meksika’yı ziyaretinde de sınırdaki duvara karşı dua etmiş ve Roma’ya döndükten sonra, o dönem başkan adayı olan Donald Trump için “Köprüler yerine sadece duvarlar yapmayı amaç edinen birisi Hıristiyan olamaz,”[3] diyerek göçmenlerin yanında olduğunu vurgulamıştır. Geleneksel ve liberal muhalifleri ortak olarak, onu Ukrayna Savaşı’nda Rusya’yı saldırgan olarak nitelemesini eleştirebilmişlerdir. Ama son zamanlarda Vatikan, Rusya’yı bu savaşta tek suçlu olarak gördüğünü defalarca dile getirmiştir.
Papa Francis’in ölümünden sonra, muhtemelen diğer papalarda olduğu gibi altı günlük bir yas ve cenaze hazırlığından sonra, kendisinin seyahatlerinden önce dua için gittiği Santa Maria Maggiore Bazilikası’na defnedilecektir. Burada da Papa Francis diğerlerinden ayrılmaktadır: Önceki papalar hep San Pietro Bazilikası’na defnedilmiştir. Bu arada Sistine Şapeli bir toplantı odasına çevrilecek ve 135 papayı seçme yetkisine sahip kardinal, yeni papa seçilinceye kadar dışarı çıkmadan oylarını kullanacaklardır. Bu seçim sürecine conclave denilmektedir ve yönetmen Edward Berger’in aynı isimli yapıtında[4] olduğu gibi, sanılanın aksine içeride propaganda veya siyasi kamplaşma ve pazarlıklarla yeni papa seçilecektir. Bacadan çıkacak siyah duman veya beyaz duman gibi popüler ögeler yerine, yeni papanın giderek dünyaya hâkim olmaya başlayan Doğu’dan birisi mi olacağı, yoksa iki bin yıllık tarihinde ilk defa Afrika’dan bir kardinalin (mesela Robert Sarah) Kilise’nin başına geçmesi mi daha önemlidir? “Habemus papam” (papa seçildi) cümlesi bu sefer belirsizliklere gebedir. Hele ABD, kendi politikalarına dini destek sağlamak amacıyla muhafazakâr bir papanın seçilmesini zorlarsa, küresel olarak yeni bir döneme girildiğini gösterecektir.
Dipnotlar:
[1] Yel, Ali Murat. “Geleneğin bozulması: Kurtuluş Teolojisi ve Cizvitler”. Divan: Disiplinlerarası Çalışmalar Dergisi, sy. 5 (Aralık 1998): 33-55.
[2] https://time.com/3952885/pope-francis-bolivia-poverty-speech-transcript/
[3] https://www.ncregister.com/news/pope-on-trump-person-who-thinks-only-about-building-walls-not-building-bridges-is-not-christian
[4] https://www.imdb.com/title/tt20215234/
(AMY/VC)