Yüz yılı aşkın bir süredir ağırlaşarak devam eden Kürt ulusal sorunu bir türlü çözülemiyor. Türk devleti bu bölgenin en eğitimsiz, asi ve naif halkını bastırdığını, sesini-soluğunu kestiğini düşünüyor, Kürt probleminin olmadığını zannediyordu.
Bastırma ve Kürt varlığının bir daha kendine gelme olasılığı bir yana sinema ve sanatta Kürtlük sürekli hakaret ve aşağılama imgesi olarak kullanıldığı için Kürtler de kendinden utanan bir topluluk olarak görülüp gösterildi.
Şimdilerde bir zamanların Filistin davası gibi isyan ve özgürlük simgesi olan ulusal renkler, kadınların yüzündeki dövmeler, ekranlarda beliren, ağlayan poşulu bir erkek görüntüsü ya da Kürtlüğe dair giysiler birer "cehalet ve fakirlik" dekoruydu. Kürtlük demek acınası ama hiç kimsenin elinden bir şeyin gelmediği bir çaresizlik durumuydu.
Toplumsal-ulusal varlığına sahip çıkan Kürtlük de dahil koca bir toplum bu travmatik durumdan kolay kolay kurtulamayacaktı. Kürt inkarını ve kültürel soykırımını yazmak için Türkiye’de çok ciddi saha araştırmaları yapılmalı ve bu büyük travma bilimsel hakikatin gücüyle her seferinde faşizmin gözüne sokulmalıdır.
Bir toplumu yaşamın her alanından tasfiye etmenin herkes için travmatik sonuçları olacağı açıktır. Yok eden ve bastıran da sağlıklı ve normal değil, hastalığın ta kendisidir gerçekte. Buna Türkiye’yi yönetenlerin Kürt sorununa yaklaşımındaki şizofrenik sendromları da dahil.
Ancak bilindiği gibi PKK ve önderi Abdullah Öcalan bu “patolojik yanılgıya” son vererek Kürt ulusal varlığını komple bir ulus, ülke ve kimlik problematiği olarak sorunsallaştırdı. Bugün Öcalan’a karşı çıkan ya da onu seven herkes Kürt sorununu görünür hale getirenin Öcalan olduğunda hem fikir.
O herkesin bildiği ve korkudan hiç kimsenin ağzına bile alamadığı bir sırrı en cesurca faş eden ve buna dair çözümler üreten aktör. Ondan hiçkimseden edilmediği kadar nefret edilmesinin nedeni Kürtlüğün makus talihine son vererek, bir hakikati devletin zihnine ve kalbine yerleştirmiş olmasıdır.
Modern dünya Kürt varlığının silindiği, Kürtler için mezar sessizliğinin yegane hakikat olduğu ve Kürtlerin "geri" bir Ortadoğu halkı olarak ara sıra coplanmasına ve üçer-beşer sınır boylarında katledilmesine bigane kalmasına epey alışılmıştı.
Kürtler kaçakçılık yapar, hamallık ve ırgatlık yapar, çok komik nedenlerle aynı aileye mensup olmaya bakmadan birbirini öldürür ve en kullanımlık işlerde çalıştırılırdı.
Erkekleri Fars, Türk ve Arap devletlerince asker olarak kullanılır ve kadınları ise tek kelimeyle bir hiçtir. Bu konu anlatılarak bitmeyecek bir derinlik ve kapsamda olduğundan burada bırakıyoruz.
PKK öncesi Kürtlük, özetle yalnızca böyle bir yaşam ve olaylar dizgesiyle gündem olabilen halk olmak demekti. Bugün epey “popüler” bir devrim halkı için hiç de parlak olmayan bir geçmişten söz ediyoruz.
1984 atılımından 30 yıldan fazla zaman geçti ve Kürt sorunu hala çözülmedi. İmralı’da süren müzakereler de görünüşe göre sadece Kürt tarafı olarak Öcalan’ın söyledikleri ve attığı adımlardan ibaret kaldı.
Zaten Öcalan’ın İmralı’da ve Şam’da iken geliştirdiği her devrimci hamle, Kürt sorununun çözümüne dairdi. Paradoks gibi görünebilir ama buna 15 Ağustos 1984 hamlesi de dahildir.
Bir “çözüm” sözcüğünden bahsedebilmek için sorunu ortaya koymak gerekiyordu ve Öcalan da bunu yaptı. Gerçekte sorunun kendisine dair aydınlar, siyasetçiler ya da sivil toplum örgütlerinin yaptığı pek bir şey yoktu. Sorunun silahla gündeme gelişi daha etkili oldu.
Barışa karşı zihni sinir projesi ve Vamık Volkan
Son yıllarda Kürt açılımı ile başlayan hükümete dair yeni durum, gerçekte manipülasyonun devamından ve Kürt varlığının problematiğin inkarı ve çözümsüz olarak bırakılmaya mahkum edilmesinden başka bir anlama gelmemektedir.
Bu durum yeniden bir çatışma ve savaş tehlikesi anlamına gelmekte. Ayrıca Başkan Öcalan’ın bahsettiği “Stratejik barış kararı” bir yana, Türk hükümeti Suriye-Rojava savaşını ciddi ciddi gündeme almış durumda. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) yetkililerince ve bizzat Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ne pahasına olursa olsun bu savaşa gireceği görülüyor.
Kürtlerin halen hiçbir resmi statüsü, bir ulus ve toplum olarak hakkı bulunmamakta. On yıllarca süren savaş ve çatışmanın ardından sorunu çözmek isteyen Öcalan’dan üç aya yakın bir süredir haber alınamıyor.
Buna karşı PKK, Başkan Öcalan’a böylesi bir yaklaşımın her şeyi bitireceğini ve zaten gergin olan ateşkes durumuna sona erdireceği uyarısında bulunuyor.
Kürt sorununda Öcalan’ın attığı adımlar dışında “heyecan verici” hiçbir durum bulunmamasına rağmen Öcalan’a hakaret ve gözden düşürme çabaları sürüyor.
Bir süre önce "politik psikolojinin dehası" olarak bilinen Türk profesör Vamık Volkan’la Hürriyet gazetesinde yapılan bir röportajda Volkan, Öcalan’ın psikolojisini ve kişiliğini “analiz” eden sözler söylüyor.
Gerçekte hastalık durumunun ta kendisi bir tavırla çözüm ve barış umudunu patolojize eden bu röportaj ile Türk devleti niyetini ve barıştan ne anladığını göstermiş oluyor. Öcalan’ı hasta, psikopat ve şiddet yanlısı göstererek Türk devleti ve Vamık hoca nasıl bir sonuç bekliyor?
Niyetler gerçekten barışa dair ise karşı tarafın önderliğine hakaret ederek nasıl bir el sıkışma umuluyor, oldukça ilginç. Vamık Volkan ile yapılan bu röportaj barış ve çözüm ile ilgilenen, yıllardır barış için onca bedel ödeyen Türkiye aydın kamuoyu, Barış Meclisi ve Barış Bloku gibi onlarca çalışmaya bir hakaret aslında.
Ama zaten Kürt açılımı diye başlayarak, giderek 12 Eylül klasiği olan “milli birlik” muhabbetine vardırılan sürecin akil insanı da böyle olur herhalde. Kendisine inanan halkı ve milyonlarla paylaştığı özgürlük inadı dışında elinde bir şeyi olmayan Öcalan değil ama çözüm ve barış çok zor durumda.
Ezilenlerin öz aklını ve özgürlük seçeneğini zorlarken, evrensel aklı dumura uğratan “bilim kurumları” ve onun dehalarınca “akılsız” olmakla itham edilmek, tarih ve halk karşısında hiç de kötü bir durum değil. Barış umudunun psikolojisini sorgulayan bir “bilgelik”, Suriye-Rojava savaşını makul, akli ve uygun görüyor.
Türk devletinin barışa, çözüme ve akla dair son durumu bu minval üzeredir... (MS/EKN)