Ayşe Sargın'ın üniversitede başörtüsü serbestliği tartışmalarına katıldığı yazısını üç bölüm halinde yayınlıyoruz. Yazının ikinci bölümünü okumak için tıklayın. Üçüncü bölümü okumak için tıklayın.
Üniversitelerde başörtüsünün(1) serbest bırakılmasını öngören Anayasa değişikliği teklifi, Meclis’te oylandı ve kabul edildi. 20 senedir süren başörtüsü tartışması, değişikliğin kabulünden sonra da devam edecek görünüyor. Yasağın kalkmasının sonuçları doğrudan başı örtülü kadınları, yasağın kalkmasına karşı olanlara göre de dolaylı olarak başı örtülü olmayan kadınları (“mahalle baskısı”, vb.) ilgilendirdiği halde tartışmanın büyük bir kısmı erkek siyasetçiler, erkek yazarlar, erkek teorisyenler, erkek gazeteciler üzerinden dönüyor.
Bunun, siyasette erkekegemenliğinin bir yansıması olduğu kadar, feministlerin bu konuyu çepeçevre ve ayrıntılı bir biçimde tartışmayı uzun zamandır ertelemeleri ve farklı siyasi görüşlere sahip feministlerin bu konuda ortak, bütüncül ve net bir tutum/politikayla kamuoyunun önüne çıkamamalarıyla da ilgili olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle, Ertuğrul Kürkçü'nün ve Kenan Kalyon’un 6 ve 7 Şubat 2008 tarihlerinde bianet’te yayınlanan ve AKP-MHP ittifakının başörtüsüyle ilgili son hamlesine karşı solculara ve kadınlara/feministlere nasıl bir tutum almaları gerektiğini öneren yazılarını fırsat bilip, bir solcu ve feminist olarak tartışmaya katılmak istedim.
Kürkçü ve Kalyon ne diyor?
6 Şubat 2008 tarihinde bianet’te yayınlanan “Kadınlara Askerden, Sağcıdan Fayda Yok!” başlıklı yazısında Ertuğrul Kürkçü, başörtüsünü “cinslerarası ilişkinin temelinin ataerkilliğe... dayalı oluşunun... en gözle görünür bir biçimde ilanı” olarak nitelendiriyor; “TSK'yi tarafsızlaştırarak” üniversitelerde başörtüsü yasağının kaldırılması için harekete geçen AKP-MHP bloğunun derdinin kadın özgürleşmesi olmadığını belirterek, toplumsal, ekonomik ve kültürel politikalarının sonuçları kadınları eve kapatmayı öngören AKP’nin neoliberal gericiliğiyle mücadelede, kadınlara neoliberalizmin diğer mağdurları emekçilerle güç birliği yapmalarını öneriyor. Kürkçü, sosyalistlerin, sosyalist feministlerin ve sosyal hak savunucularının da kadınların bu mücadelesinde tarafsız kalmamaları gerektiğini savunuyor.
Kenan Kalyon da 7 Şubat 2008 tarihinde yine bianet’te yayınlanan “Duyun Artık!” başlıklı yazısında, AKP-MHP ittifakına karşı ordunun tutumuna ilişkin benzer bir analiz yaptıktan sonra, feministlere başörtüsünün “basit bir giyim-kuşam özgürlüğü konusu değil, mevcut konjonktürde bir siyasal simge” olduğunu ve bu haliyle sorunun çözümünün kadın özgürleşmesine değil, siyasal İslam’a hizmet edeceğini hatırlatıyor.
Kalyon, yazısında sosyalistlere de çağrıda bulunarak hem siyasal İslam’a hem de varolan “çarpık ve despotik” laikliğe karşı özgürlükçü bir laiklik mücadelesinin gerekli olduğunu ve bu mücadelenin neoliberalizm karşıtı mücadeleyle birleştirilmesi gerektiğini vurguluyor.
Başörtüsü tartışmalarındaki yanılgılar
Özgürlükçü laiklik için mücadelenin zorunlu olduğu ve bu mücadelenin neoliberalizm karşıtı mücadeleyle birlikte yürütülmesi gerektiği konusunda Kürkçü ve Kalyon’a katılıyorum. Öte yandan, yukarıda kısaca özetlenen haliyle bu yazılar, bana göre, başörtüsünün üniversitede ve/veya kamuda hizmet verenler için serbestleşmesi karşıtı görüşlere -sıkça solcular ve feministler tarafından da- dayanak yapılan bazı temel yanılgılar üzerine kurulu. Neler bunlar?
- Başörtüsünün erkekegemenliğin simgesi, başörtülü kadınların da isteyerek örtünseler bile son tahlilde “ezilmiş/esaret altına alınmış” olduğu kabulü.
- Kadın özgürleşmesinin temel, kimi zaman yegane hedefinin dinden/dini öğretilerden özgürleşme olarak görülmesi.
- Türkiye’deki muhafazakar-dinci örgütlenmenin ve dini gericiliğin başörtüsüne indirgenmesi ve bu gericilikle mücadelenin başörtüsü yasağı/serbestliği üzerinden tartışılması.
- Bir kesimin temel bir insan hakkından yararlanması için, önce o kesimin kendileri dışındakilerin haklarına saygı duyacaklarının garantisini vermesi gerektiğinin düşünülmesi.
Bunlar üzerine etraflıca tartışmadan, uzun bir süre daha gündemi meşgul etmesi çok muhtemel olan başörtüsü tartışmalarına tutarlı bir sol ve feminist politika ile müdahale zor görünüyor.
Başörtüsünü erkekegemenliğin simgesi olarak görmek
Kürkçü’ye göre başörtüsü “cinslerarası ilişkinin temelinin ataerkilliğe, kadının erkeğe teslimiyetine dayalı oluşunun en hoyratça, en gözle görünür bir biçimde ilanı, kadının bu teslimiyeti bir değer hükmü olarak içselleştirmesinin dışavurumudur”. Kürkçü bu sonuca şu tartışmalı mantık silsilesiyle varıyor: Dinsel dünyada herşeye egemen olan Allah. Bu dünyanın Allahı ise zengin ve egemen erkek. Kadın dinsel nedenlerle başını bağladığında, bu dünyada kendini Allaha değil, erkeğe bağlamış olur.
Başörtüsünü erkekegemenliğin simgesi olarak gören feministler de var. Örneğin 7 Temmuz 2007 tarihli Birgün’deki “Türban Özgürlük Mücadelesi mi?” başlıklı yazısında Müjgan Arpat da benzer bir görüşü dile getiriyor. Arpat’a göre, başörtüsü “kadının erkekle ilişkisinde eşit olmadığını, kadının erkeğin hizmetinde ikinci sınıf bir insan olduğunu, cinsel bir obje olarak görüldüğünü, bu nedenle kapanması gerektiğini ve cinsel özgürlüğünün olmadığını simgeliyor.”
Geçerken söyleyelim, başörtüsüyle ilgili meşhur siyasi/dinsel simge tartışmaları düşünüldüğünde, ironik olan şu ki, bu ve benzeri tanımlar başörtüsünün, onu takanlardan ziyade, ona karşı olanlar tarafından simge olarak görüldüğünü ortaya koyuyor.
Daha da önemlisi, başörtüsü, onu takandan bağımsız, kendi başına erkekegemenliğin simgesi olarak tanımlandığında, tüm başörtülü kadınlar bireysel olarak erkekegemenliğe karşı nasıl bir tutum belirledikleri ve yaşamlarını nasıl kurduklarından bağımsız olarak topyekun “ezilmiş/esaret altına alınmış” kategorisine sokuluyor. (Sürecek...) (AS/TK)
(1) Yazı boyunca -"türban" demeyi tercih eden Kürkçü ve Kalyon'un yazılarına referansta bulunduğum bölümler de dahil olmak üzere- bilinçli olarak "türban" yerine "başörtüsü" ifadesini kullandım.